Ara

Tevhîd’den Ne Anlamalıyız?

Tevhîd’den Ne Anlamalıyız?

“Buyruğun tut Rahmân’ın

Tevhîd’e gel tevhîde”

Aziz Mahmud Hüdâî

Hemen bütün çağlarda insanlığın en önemli meselesi savaşlar ve kavgalar olmuştur. Hayatları çekilmez hâle getiren bu kadîm problemin temelinde ise ayrılık”, gayrılık” fikri yatmaktadır. Kendisini başka insanlardan ayrı ve üstün düşünmek, kendi dışındakini öteki olarak görmek ise; sonuçta “öteki” üzerinde tahakküm duygusunu uyandırmaktadır insanda… Yüreğinde böyle bir olumsuzluğa yer veren insan, artık iflâh olmaz bir bencilliğin esâreti altına girmekte, dünyâyı ve onun imkânlarını sâdece kendi için kullanmak istemektedir. Bunun sonucu ise kavga ve savaş olmaktadır.

Bir barış ve esenlik dîni olan İslâm, insanı bu durumdan uzak tutmak için sürekli olarak onu bu olumsuz duruma, nefsin bu aşırı ihtirâsına karşı uyarmaktadır. Bu uyarının temelinde kardeşlik fikri yatmakta ve bu duygunun yaygınlaşmasını neredeyse hayâtın tek hedefi olarak görmektedir. Tevhîd olarak isimlendirilen anlayış, işte bu birlik ve kardeşlik anlayışının bir tezâhürü olarak ortaya çıkmaktadır.

Tevhîd anlayışının elbette akîdevî, tasavvufî bir anlamı vardır. Ama bir hayat dîni olan İslâm, Tevhîd’e aynı zamanda “sosyal” bir fonksiyon da yüklemektedir. Bu çerçevede konuya bakıldığında esas olanın, yeryüzünü bir barış ve esenlik yurdu hâline getirmek olduğu görülecektir. İnsanlar, ancak böyle bir coğrafyada emniyet içinde yaşayabilir, kulluk görevlerini şuurlu bir harekete dönüştürebilirler. O zaman sen, ben, öteki fikri ortadan kalkar; biz anlayışı hâkim olur ve böylece sosyal birlik gerçekleşir.

Birlik meselesi önemlidir ama bu nasıl gerçekleşecektir? İnsanlar, bu amaçla siyâsî bir fikri, bir ideolojiyi vb. çözüm için önermektedir. Fakat bu anlayışların insanlar arasında ideal mânâda birliği sağlayamadığı/sağlayamayacağı ortadadır. Çünkü; insan zihninin üretimi olan ve vahyî bir referans noktası olmayan bu anlayışlar, özlerinde bir birlik fikrini taşımazlar. İşte İslâm, bu yapay birlik projelerinin yerine kalıcı bir fikir olarak ilâhî referanslı “tevhîd”i teklîf etmektedir. Yazımızın başına aldığımız, ünlü mutasavvıf Azîz Mahmûd Hüdâî’nin “Buyruğun tut Rahmân’ın” şiirini de işte bu anlayışla okumak gerekir. Bu şiir, eğer özetle söylemek gerekirse baştan sona tevhîd fikri etrâfında söylenmiş bir metindir ve bu özelliğiyle, okuyana bu anlamda bir yol haritası göstermektedir. Şimdi, şiirin ilk dörtlüğüne bakalım ve söylenenleri yorumlamaya çalışalım: “Buyruğun tut Rahmân’ın/Tevhîde gel tevhîde/ Tâzelensin îmânın/Tevhîde gel tevhîde”

Bu ifâdelere göre Tevhîd’in ilk şartı Rahmân’ın buyruğunu tutmaktır. Zîrâ bu ilk şart, îmânı tâzeler, kişiye yaradılışta verdiği “evet, sen bizim Rabbimizsin” sözünü hatırlatır. Hatırlamak ise, bilinçteki uyanışın ilk adımıdır. Hüdâyî hazretleri, insana bu çağrıyı yaparken bunun nasıl gerçekleşebileceği konusuna da açıklık getirmektedir. “Yaban yerlere bakma/Canın odlara yakma/Her gördüğüne akma/Tevhîde gel tevhîde” Buna göre kişi, “yaban yerlere” bakmayacak, merkezde hep Allah olacaktır. Çünkü “Bir”i bilmeyen, “Bir”e bakmayan kesrete düşer ve vahdetten uzaklaşır. Onun “Her gördüğüne akma” söyleyişini böyle anlamak gerekir. Bunun için kişi mâsivâ”ya gözünü kapatmalı, her şeyi Hak’tan beklemeli ve O’nda görmelidir.

Burada kişinin kendini kesret tuzaklarına düşürecek dış etkilere gözünü kapatmasının, içine dönmesinin söylenmesi son derece dikkat çekicidir. Zîrâ, mesele gönülde olup bitmektedir. İşte dikkatini içine, gönlüne çeviren kişinin bu teslîmiyetle gönlündeki gamlar gider, yüreği, birlik hissini duyumsama, yaşama imkânı bulur. Farklılıklar içindeki özü, âhengi görebilir. Onun: “Mâsivâdan gözün yum/Ne umarsan Hakk’tan um/Gitsin gönülden hümûm/Tevhîde gel tevhîde”mısrâlarını bu mânâda anlamak gerekir. Yine; onun: “Zâhirde kalan kişi/Güç etme âsân işi/Gider gayrı teşvîşi/Tevhîde gel tevhîde” mısrâları da aynı anlam bağı içerisinde okunmalıdır. Çünkü, zâhire yâni dışa dönük ilgilere takılıp kalan kişi, gönle yolculuğunu zorlaştırmış olur.

İnsanı “tevhîd”den uzak kılacak şey ise, “şirk”e düşmektir. Çünkü şirk, birliğin zıddıdır. Bundan uzak kalmayı başaran insan için en büyük ödül ise Yaradan’ı ve Yaradılmışları sevme fikrine ulaşmasıdır. “Şirki baştan savursun/Hak bilmeğe iversin/Yaradan’ı seversin/Tevhîde gel tevhîde” diyen şâirin insanı Yaradan’ı sevmeye çağırması başta şirk olmak üzere kişiyi Hak’tan uzak kılacak her şeye karşı bir îkaz niteliğindedir. Yaradan’ı seven, sâdece kalbî bir tatmin duygusuyla mutlu olmayacak, her şeye bu sevgi penceresinden bakacaktır. Bunun kazanımları ise bereket doludur. Her şeyden önce böylesi bir bakış, kişiyi zâhirden bâtına yâni hakîkat olana yöneltir. Zâhirde kalan ise hakîkatin nîmetlerine uzak kalır. Böylece işi zorlaşır. Egosunun buyruklarına itaat eder.

Bu durum tam bir gaflet hâlidir. Gaflet, fânîliği ebedîlik sanmaktır. İşte dünyâdaki bütün kavgaların temelinde yatan aslında bu yanılgıdır. Kendini merkeze koyan insan tevhîdî anlayıştan uzaklaşacağı için dünyâ nizâmını, dirliğini ilâhî referanslı olarak değil nefsâniyete göre tesis edebileceği zannına düşer. Ama ne birliği ne dirliği gerçekleştirebilir. Şâir, bu konuda bizi uyarır: “Sen seni ne sanırsın/Fânîye tapınırsın/Uş bir gün uyanırsın/Tevhîde gel tevhîde” Burada özellikle “fânîye tapınmak” sözüne dikkat edilmelidir. Burada “fânî” olandan kasıt, bir şahıs olabileceği gibi aynı zamanda mal, mülk, makam, kısacası kişiyi kendi tutsaklık alanına çekebilecek olan dünyevî her şeydir.

Bu durumda yapılacak olan ise, gafletten uzaklaşmak, kendimizin yaratmadığı bir dünyânın düzenini, nefsâniyete göre değil, Yaradan’ın çizdiği yol haritasına göre sağlamaya çalışmak olmalıdır. Şâir, bunu şu dörtlüklerde çok açık biçimde izaha kavuşturur: “Emri yerine yetir/Erkenden işin bitir/Sıdk ile îman getir/Tevhîde gel tevhîde” Emri yerine getirmek, Allâh'ın bizim yapmamızı istediği her şeyi içtenlikle yapmaktır. Yolda yolcu olan, kendine çizilen güzergâhta maksûda erişebilmek için bütün yol ve yolculuk şartlarını sıdk yâni doğruluk ve samîmiyetle yerine getirmelidir. Şâirin: “Uyanı gör gafletten/Geç bu fânî lezzetten/İç Kevser-i vahdetten/Tevhîde gel tevhîde” demesini de bu bağlam içinde düşündüğümüzde yapılması gereken şey, çok net olarak ortaya çıkar. Bütün mesele, gaflet hâlini idrak ve uyanıklık hâline çevirmektir. Bunu yapabilen kişiye mükâfat olarak sunulan ise “vahdet kevseri”dir. Bu, muhlis bir îman, sâdece Allâh'a yönelmiş muhabbettir. Aslında bu söyleyişler meselenin izahı için yeterlidir. Çünkü hakîkat fikri derindir ama karmaşık değil son derece yalındır. Bütün mesele aynanın saf olmasıdır. O zaman bütün hakîkatler aynada yâni gönülde olduğu gibi tecellî eder.

Şiirin son dörtlüğü ise, gönlünü saflaştırıp “vahdet kevseri” içenlerin, böyle bir nîmete nâil olanların mânevî neşe hallerini ifâde etmektedir. “Hüdâyî’yi gûş eyle/Şevke gelip cûş eyle/Bu gûşdan nûş eyle/Tevhîde gel tevhîde” Çünkü muhabbet, neşe verir. Kişiyi coşkunluk hâline sevk eder. Bu hâlin gerçekleşmesi için, şâir; kendisini dinlememizi söylüyor. Eğer kişi bir yol önderinin, kaynağı ilâhî olan bu uyarıcı sözlerini dinler ve gereğini yaparsa işte bu coşkunluk denizinde zevk hâlini idrâk edecektir. Bunun en özlü ifâdesi ise şiir boyunca tekrâr eden “Tevhîde gel tevhîde” söyleyişidir. Tevhîd, yâni benlikten geçip hakîkate teslîmiyet, kulluk; önce Yaradan’ı sevmek, sonra cümle yaradılmışlara aynı gözle bakmaktır. Bir’i bilen, birlik fikrine ulaşmakta ve bu fikri hayâta geçirmekte zorlanmayacaktır.

Bütün tasavvuf metinleri gibi bu şiiri de kendi anlam dünyâsı içinde okuduğumuzda söylenilenlerin belli bir zaman, mekân, kişi kaydı olmadan bütün zamanlara, mekânlara ve insanlara hitâb eden sözler olduğu görülecektir. Bir taraftan Hz. Âdem’le başlayan tevhîdî mücâdelenin ve buna uygun hayat inşâsının geçmişteki tezâhürlerini, bir taraftan da yaşadığı çağda asıl sorunun ne olduğunu anlama imkânı bulabilecektir. Şunu çok iyi biliyor ve yaşıyoruz: Modern kabûl edilen telakkîler, insanı gaflet tuzağına çekerek dünyevîleştirmekte, kendinden, özünden, dolayısıyla Yaratıcı’dan uzaklaştırmaktadır. Bu yüzden çağdaş insanın asıl sorunu ne ekonomik ne siyâsî ne de toplumsal sorunlardır. Asıl sorun tevhîd (birlik) bilgi ve şuurundan uzak kalmaktır.

Tasavvufu bu yüzden yeniden keşfetmek, üzerinde çok farklı açılardan hareket ederek yeniden düşünmek sâdece ferdî değil aynı zamanda bir insanlık sorunudur. Hiçbir felsefî görüş tevhîdî bir anlam taşımadığı için insanın aslî sorunlarına çözüm olamamaktadır. Oysa tasavvuf, insanı yaratılış eksenli ve hakîkat bağlamlı ele aldığı için, insanlar için gerçek bir hayat projesi ve yaşama pratiğidir. Bunu böyle bilmek, bir olanla birlikte olmak, bu birlik şuuruyla hayâta, tabiata, eşyâya, dünyâya ve âhirete bakmak hepimize yeni idrak kapıları açacaktır.

Ocak 2023, sayfa no:  42-43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak