Ağaç dikmekten maksat, ne sâdece ağacın büyük bir gövdesinin olması ne de dal ve yapraklarının olmasıdır. Asıl maksat, ağacın yaşaması ve meyveye durmasıdır. Kurusun diye yâhud sâdece odun olsun diye ağaç dikilmez. Hayat Düstûrumuz Kur’ân, tevhîdi bir ağaca benzetir: Allâh'ın, hoş bir sözü kökü sağlam, dalları göğe doğru olan, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misâl verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misâl gösteriyor.1 Buna göre bu ağaç, kökü yerin derinliklerine sağlamca kök salmış, gövdesi göğün derinliklerine uzanan ve Rabbin izniyle her zaman, her mekân ve her şartta meyveye duran bir ağaçtır. Ağacın kökü gözle görülmez; bu kök kalpte kökleşen îmandır. Ağacın gövdesi, dal ve yaprakları ise îmânın dil ile ikrârı, cihâna îlân edilmesidir. Ağacın meyveleri ise sâlih amellerdir. Bu ağacın gövde ve dallarının semânın derinliklerine doğru sürekli gelişmesi gerekmektedir. Zîrâ bu ağacın yerinde sayması ona yakışmaz. Onun için, mü’min cennete girene kadar hayır dinlemeye ve hayır işlemeye doyumsuz olan kişidir. Mü’min büyük düşünen, büyük hedefleri olan ve bu büyük hedeflerine ulaşmak için durmadan, dinlenmeden çalışan, koşturan kimsedir. Çünkü iki günü birbirine eşit olan zarardadır. Buna göre mü’minin bugünü dününden, yarını bugününden daha hayırlı ve daha kazançlı olmalıdır. Bu her bakımdan böyledir. (Îman, ilim, amel, mal, beden.. her bakımdan) güçlü mü’min, zayıf mü’minden çok daha hayırlı ve Allâh’a daha sevimlidir. Îmânın güçlenmesi ve kök salması için onun sürekli aslı ile irtibatlı olması gerekir. Topraktan kopan bir ağacın uzun süre hayatta kalması mümkün değildir. Mü’minin de Rabbi ile sürekli irtibatlı olması, O’nun Kelâmından sürekli beslenmesi ve gıdâlanması gerekir. Vahiyle beslenmeyen/sulanmayan/yenilenmeyen îman ağacı kuruyacak ve solup gidecektir. Îmânın asıl vatanı kalptir. Kalpteki îmânı görmek mümkün değildir. Ancak onun eseri davranışlarda kendisini gösterir. Îman adamının söz ve eylemlerinde îmânın izleri görülür. Onun için îmânın dille ikrâr edilerek ortaya konulması şarttır. Ancak bu yeterli değildir. Asıl olan îmânın davranışlara imzâsını atmasıdır. Kelâm âlimlerinin amel îmandan bir parça değildir, ameli olmayan kimse de mü’mindir, büyük günah işleyenler de kâfir sayılmaz sözleri asla sâlih amelin gereksiz ve önemsiz olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Onların bu sözleri, günah işleyen herkesi tekfîr eden aşırı anlayışlara karşı tedbir olarak geliştirilmiş formüllerdir. Elbette sâlih amel önemlidir ve gereklidir. Elbette gönüllerde kökleşen îman, söylem ve eylem dünyâsında kendisini göstermelidir, sâlih amelleriyle meyvesini vermelidir. İmâm-ı Âzam’ın meşhur eseri el-Fıkhu’l-Ekber’inde şu cümleler yer alır: Îman dil ile ikrâr, kalp ile tasdiktir… İslâm, Allâh’ın emirlerine teslîm olmak ve itâat etmek demektir. Lügat itibâriyle îmân ile İslâm arasında fark vardır. İslâmsız îman, îmansız İslâm olmaz. Onların ikisi, bir şeyin içi ve dışı gibidir… Günahlar mü’mine zarar vermez, demeyiz. Kezâ, günah işleyen kimse cehenneme girmez de demeyiz… Nitekim bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: Andolsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.2 Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pisten ayıracaktır.3 Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız.4 Rabbine andolsun ki hepsine, yaptıklarından soracağız.5 Bu son âyette, onlara söylediklerinden soracağız denilmemiş de yapıp ettiklerinden soracağız denilmiştir. Bu şu anlama gelir, ‘onlara tevhid sözünü söyleyip söylemediklerini değil, o sözün gereğini yerine getirip getirmediklerini soracağız.’ Nitekim bu hususta tâbiûn büyüklerinden Hasenü’l-Basrî Hazretleri şöyle der: Îman süslü sözlerden, Din de temennîlerden ibâret değildir. Ama îmân kalpte kökleşen, amellerle isbât edilen şeydir. Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: ‘Kim ihlaslı olarak tevhid sözünü söylerse cennete girer.’ ‘Onun ihlâsı nedir ey Allâh’ın Rasûlü?’ diye sorulunca O (sav) şöyle cevap verdi: ‘Onu, Allâh’ın haramlarından uzak tutmandır.’ Yâni diliniz Peygamberlerin sözü tevhîdi söylerken, davranışlarınız azgınların yaptığını yapmamalıdır.6 O halde, kalbimizde var olduğunu iddia ettiğimiz îmânımızı şek ve şüpheden uzak bir şekilde iyice kökleştirmeli, onu cihâna îlân etmekten çekinmemeli ve onun kuru bir iddiadan ibâret olmadığını sâlih amellerimizle ortaya koymalıyız. Bunlar için ise îman ağacını vahiyle beslemek, tevhîdi zikirlerle yenilemek, îman doğrultusunda sâlih amellerle meyvelerini dermek gerekir. Meyveler çoğaldıkça ve olgunlaştıkça, tevâzu ile başımızı öne eğmeli ve şükür secdelerine kapanmalıyız. Tıpkı meyveli ağaçların dallarının yerlere eğildiği gibi. Dipnotlar: [1] 14 İbrahim 24-25. 2 29 Ankebût 2-3. 3 3 Âl-i İmrân, 179. 4 3 Âl-i İmrân, 186. 5 15 H-iıcr 92-93. 6 Bkz. Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân. Prof. Dr. Ali Akpınar (Mart 2016)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak