Fazlalıkları giderip düzgün hâle gelmek, terbiye etmek, itidâli yakalamak ve hayırda acele etmek anlamlarına gelen tehzîb kavramı; bir Müslümanın gerek sözleriyle gerekse davranışlarıyla şerîata uygun düşmeyen her şeyden kendini arındırması, ahlâkını güzelleştirmesi, sağlıklı bir kişiliğe bürünmesi anlamına gelmektedir.1
İmâm-ı Rabbânî’ye göre velâyet sâhibi olmak için “Allâh'ın ahlâkıyla ahlâklanmak” gerekmektedir. Bu gerçekten hareketle evliyânın ilâhî sıfatlara bürünmesi, ilâhî isim ve sıfatların hakîkatlerini kendi varlığında görünür kılması, hal ve hareketlerini, yaşam ve kimliğini ilâhî isimlerin seyrine uygun bir şekilde gerçekleştirmesi esastır. Hâce Muhammed Pârsâ’nın (ks) Tahkîkât'ında “Allâh'ın ahlâkıyla ahlâklanınız” ölçüsünü açıklarken şöyle dediğini İmâm-ı Rabbânî, mektubunda muhâtaplarına aktarmaktadır: “... Allâh'ın bir diğer sıfatı Melik'tir. Her şey üzerinde tasarruf sâhibi olan demektir. Sâlik de eğer nefsi üzerinde tasarruf sâhibi olup onu alt etmeye muktedir olursa, tasarrufu kalplerde de geçerli olur ve bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bir diğer sıfat, Semî yâni işitendir. Eğer sâlik hak sözü duyar, kimden gelirse gelsin kibirlenmeksizin kabûl eder, rûhu ile dinleyerek gaybî sırları ve içinde şüpheye yer olmayan hakîkatleri anlarsa bu sıfat ile sıfatlanmış olur. Bir diğer sıfat da Basîr yâni görendir. Eğer bu yoldaki sâlikin basîret gözü açık ise ferâset nûru ile nefsinin tüm kusurlarını görüp başkasının kemâline şehâdet eder. Yâni herkesin kendisinden daha üstün olduğuna inanırsa ve yaptığı her şeyi Hakk Sübhânehû'nun kabûlünü gerektirecek şekilde yapma derecesinde Hakk Sübhânehû, kendi nazarında ‘gören' ve ‘nazar edilen' olursa bu sıfatla vasıflanmış olur. Bir başka sıfat da Muhyî yâni diriltendir. Bu yoldaki sâlik, terk edilmiş sünneti yaşayarak diriltme işini yaparsa bu sıfatla vasıflanmış olur. Bir diğer sıfat Mümît yâni öldürendir. Eğer sâlik sünnetin yerine kullanılan bid'atleri ortadan kaldırırsa bu sıfatla vasıflanmış olur. Diğer sıfatlar da bu kıyas üzeredir.”2
Muhammed Parsâ’nın bu tesbitlerini sunan İmâm-ı Rabbânî mektubunda önemli hatırlatmada bulunmayı ihmâl etmez. “Allâh'ın ahlâkıyla ahlâklanınız” ölçüsünü bağlamından kopararak görüş serdetmeye çalışan avamdan kimi kesimlerin cehâletleriyle sapkınlığa düştüklerine dikkat çekmektedir. Akıl ve idrak zaafları sebebiyle avâmın evliyâyı, ölü cesedi mutlak anlamda dirilten, gayba dâir meseleleri açıkça bilen isimler olarak niteleyecek kadar taşkınlık gösterdiklerini dile getirmektedir. Zihniyeti bozuk olanlar, idrakten yoksun olanlar ve dîni anlamada bütünlükten âciz kalanlar dîni paramparça ederler.3
Ahlâkın tehzîbini, erdemli davranışın ölçütlerini, Hakk’a vuslatı gerçekleştirme ölçütlerini ortaya koyan tasavvuf ahlâkını içselleştirmekten uzak kesimlerin sözlerinde bir bağlayıcılığın olmadığını söyleyen İmâm-ı Rabbânî, “De ki: Herkes karakterine göre davranır.”4 âyetini naklettikten sonra yanlış ve sakat zihniyetlerin değil doğru ve gerçek söylemlerin tâkipçisi olmamız gerektiğini vurgulamaktadır. Dervişlikte başkalarına sataşmak, birilerine laf yetiştirmek, birilerinin söylemlerine takılıp kalmak abestir. Yalan ve iftirâda bulunanların iki yakası bir araya gelmez, zihniyeti bozuk olanlar gün yüzü görmezler. Cibilliyeti bozuk olanların itibârı olmaz. Zîrâ Allah Teâlâ; “Allah kime nur vermemişse onun aslâ nûru olmaz.”5 buyurmaktadır. Dervişe düşen görevlerinin bilincinde olmak, üzerine tevdi kılınan vazîfeleri yapmak, kendisini düzeltmeye, kendini olgunlaştırmaya, kendi sorumluluklarına odaklanmaya çalışmaktır.6 Tâkip edilmesi gereken çizgiyi âyet-i kerîme ne de güzel özetlemektedir: “Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar.”7
Hakîkatten yoksun olanların, insanlık ölçülerine uzak kalanların, mânevî hayâtın güzelliklerini yaşayamayanların perîşan hallerini bu şekilde aktaran İmâm-ı Rabbânî, çâreyi güzel ahlâk sâhibi insan konumuna gelmekte görür. Onun ifâdesiyle insan bu dünyâya yağlı ve lezzetli birkaç lokma yemek için ya da süslü püslü elbiseler giymek için gelmemiştir. Yiyip içmek, gezip tozmak ve oynayıp eğlenmek için yaratılmamıştır. Allah insanı, tevâzu göstersin, boyun büksün, âciz ve muhtaç bir kul olduğunun farkında olsun diye yaratmıştır. Zâten gerçek kulluk da budur. Bu tesbitlerini ortaya koyan İmâm-ı Rabbânî ahlâkî davranışların ifrat ve tefritten uzak olmasına vurgu yapmakta, yaşanan ahlâkî ölçütlerin Peygamber Efendimiz'in (sav) yaşam kalitesi mihverinde olmasına dikkat etmemizi hatırlatmaktadır. Dindarlık adına sergilenen gayr-i İslâmî nitelikler, istenilen ahlâkî kazanımları sağlayamayacaktır. Ümmetin selef-i sâlihîn zümresini örnek alarak inanç ve amel dünyâmızı tezyîn etmemiz, Muhammedî ahlâkın seyrine bürünmemiz, sâlih amellerle dış dünyâmızı, ahlâkî güzelliklerle iç dünyâmızı tezyîn etmemiz esastır.8
Tehzîb-i ahlâkın gerçekleşmesi mücâhede eğitimi ile riyâzet usûllerinin yerinde olmasına bağlıdır. Tehzîb-i ahlâkın gerçekleşmesi için dervişlerin nefislerini tezkiye etmeleri, seyr u sülûk eğitiminden geçmeleri, mücâhede seyrine girişmeleri, riyâzet uygulamalarına koyulmaları gereğinden bahseden İmâm-ı Rabbânî, riyâzet ve mücâhede uygulamalarında gerçekleşen taşkınlıklara karşı muhâtaplarını özellikle uyarmaktadır. Ona göre riyâzet de mücâhede de amaç değil araçtır. Tezkiye-i ahlâkı sağlama yöntem ve usûlleridir. İnsanın mânevî gelişime, ahlâkî güzelliklere ve seçkin tabiata bürünmesi için izlenecek yol sâdece riyâzet ve mücâhede usûlleri değildir. İmâm-ı Rabbânî yapılacak ölçülü, ifrat ve tefritten uzak riyâzet ve mücâhede usûlleri yanında ictibâ ve inâbe usûllerinin de tehzîb-i ahlâkı sağlamanın usûlleri olduğuna dikkatimizi çekmektedir. Arapça seçmek ve kendine ayırmak anlamına gelen bir tasavvuf ıstılâhı olarak ictibâ; Hakk’a yöneliş ve hidâyete nâil oluş seyridir. “Dilediğini kendine seçer. Kendine yönelene de, Kendine giden doğru yolu (hidâyeti nasîb eder) gösterir.”9 âyeti ictibâ anlayışının ana delîlidir. İctibâ Hak tarafından özellikle seçilmek, üzerimizdeki ilâhî nîmetlerin tamamlanması, Allâh'ın kerem ve ihsânına nâil olunması, kesbin ötesinde vehbî lütuflara ermektir.10 Tehzîb-i ahlâkın husûle gelmesini sağlayan inâbe usûlü kulun içindeki kusurlardan vazgeçip Allâh'a dönmesidir. Tövbenin ileri ve daha mükemmel bir derecesi olan inâbe, her türlü maddî ve mânevî engellerden yüz çevirip Allâh'a yönelmektir. İnâbe eden münîb, Hak’tan Hakk’a dönen insandır. Münîbin biricik mercii ve başvuracağı yegâne makam Hak’tır.11
İmâm-ı Rabbânî vuslata eriştiren bu dört usûlden en önemlisini ictibâ usûlü olarak görmektedir. Hem peygamberlerin hem de ashâb-ı kirâmın vuslata erişlerinin ictibâ usûlüyle olduğuna dikkat çekmektedir. Ona göre ictibâ erbâbının riyâzeti, yalnızca vuslat nimetinin şükrünü edâ etmek içindir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), önceki ve sonraki tüm günahları affedildiği halde riyâzetlerinin yoğun olmasının sebebini soran kişiye cevâben şöyle buyurmuştur: "Çok şükreden bir kul olmayayım mı?"12
İctibâ ehlinin riyâzetleri gibi inâbe ehlinin mücâhedeleri de vuslata ermek içindir. İctibâ yolu, Hak tarafından seçilmek, Hakk’ın çekip almasıyla gerçekleşen vuslattır. İnâbe yolu ise kesbe, kulun çabasına bağlıdır. Çekilip götürülmek ile çabalayarak gitmek arasında büyük fark vardır. Birinci yol çabucak çekip alarak uzak mesâfelere ulaştırırken ikinci yolda giden yavaş yürür, hattâ yolda kalması bile muhtemeldir. Bu gerçekten hareketle Şâh-ı Nakşibend’in; “Biz Allâh'ın lütfuyla üstün kılınmışlardanız.” sözüne yer vermektedir.13
Tehzîb-i ahlâkın gerçekleştirilmesini sağlayan riyâzet, mücâhede, ictibâ ve inâbe usûllerinden bahseden İmâm-ı Rabbânî tehzîb-i ahlâkın kıvâma ermesi için Peygamber Efendimizin (sav) sünnet-i seniyyesine tâbi olup sünnet-i seniyye çizgisinden ayrılmamayı esas olarak görmektedir. Riyâzetin öneminden bahsedilmekle birlikte Nakşibendiyye büyükleri sûrî ve şeklî keşiflere yol açacağı endîşesinden dolayı yoğun riyâzetleri ve ağır mücâhedeleri zararlı görmüşlerdir. Sünnete tâbi olunduğu zaman riyâzet ve mücâhedelerdeki ifrat ve tefritten uzak kalınmış olunur.14
İmâm-ı Rabbânî mektuplarında, ahlâkın kemâline ermek adına yapılan kimi riyâzetlerde görülen bir tehlikeye dikkatimizi çekmektedir. Riyâzetlerin, kimilerine kalp sefâsı sağlarken, kimilerine nefis sefâsı getirdiğini beyân etmektedir. Kalb sefâsı, hidâyeti artırır ve nurlandırır. Nefis sefâsı ise sapkınlığa götürür ve zulmeti artırır. Uyguladıkları riyâzetler Yunan filozofları ve Hint Brahmanlarına nefis sefâsı getirmiş, onları sapıklığa ve hüsrâna götürmüştür. Hattâ Eflatun nefsinin sefâsına güvenip birtakım hayâlî sûretlere uymuştur. Kalp sefâsına değil de nefis sefâsına yol açan birtakım riyâzetlerin sağladığı kısmî letâfet, insanların aldanmasına yol açmış, nefs-i emmârenin ince kabuğunu aşamayan bu sefânın şaşkınlığını yaşamışlar, nefislerinin önceki gibi hâlen pis ve necis olarak kaldığını anlayamamışlardır. İnce bir şeker tabakasıyla kaplanmış büyük necâset gibi olmaktan öte bu sefânın, nefislerine hiçbir şey getirmediğini görememişlerdir.
Riyâzetlerin sağladığı kalb sefâsı bizâtihî nûrânî ve temizdir. Kalp denetimini sağladığımız, sünnete tâbi olduğumuz ve şerîata sımsıkı sarıldığımız ve Allâh'ın lütfuyla nefsimizi tezkiye ettiğimiz zaman ahlâkımız temizlenmiş, davranışlarımız anlam ifâde etmiş, kişilik ve karakterimiz kemâle ermiş olacaktır.15
Kötü ahlâkın saplantılarından kurtulup güzel ahlâkın seçkin tabiatına bürünen insan nezâket, zarâfet ve sâdelik boyutunda bir yaşam sürer. Ahlâkî kusurlarını gideren, kötü ahlâkın kirlerinden arınan, ahlâkî dejenerasyondan kurtulan insan öncelikle niyetini düzeltmiş, duygu ve düşüncelerini arındırmış olur. Yerinde riyâzetler ve sabırla gerçekleşen mücâhedeler, seçilmişlerin arasına katılmayı sağlayan ictibâ usûlleri, ilâhî rızâyı elde edebilmek için her türlü kayıtlardan kurtulmayı sağlayan inâbe usûlü sonucu kişinin kalbinden dünyâ sevgisi gider. Kişi sabır, tevekkül ve rızâ makamlarına ulaşır, sâlih amel sermâyesini zenginleştirmiş olur. Güzel ahlâkın numûnesi konumuna gelen insan sonunda ilâhî hakîkatleri müşâhede eder, nefsini temizler, kendini beşerî kirlerden arındırır, tabiatını her türlü kötü hasletlerden korur, hem dış dünyâda hem de iç dünyâsında hakîkat yolculuğunu gerçekleştirir.16
Dipnotlar
1 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, s. 645.
2 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 194-195.
3 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 194-195.
4 İsrâ, 17/84.
5 Nûr, 24/40.
6 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 302.
7 En‘âm 6/91.
8 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 303.
9 Şûrâ, 26/13.
10 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, s. 296.
11 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 265.
12 Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 18.
13 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 616.
14 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 641.
15 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. I, s. 643.
16 İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât-ı Rabbânî, c. II, s. 99.
Temmuz 2023, sayfa no: 10-11-12-13
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak