Ara

Tefekkür ve Tezekkürle Mayalanan Yaşam Serüveni

Tefekkür ve Tezekkürle Mayalanan Yaşam Serüveni

Bilgi çağında yaşadığımızı söylüyoruz ama yarım yamalak bilgilerle ahkâm kesmeye kalkışıyoruz. Kitap okumak, derinlemesine sabırla araştırmalar yapmak, deneyler gerçekleştirmek, keşifler, îcatlar ve buluşlar gerçekleştirmek yerine internetten üstünkörü bir şeyler öğreniyoruz. Edindiğimiz bu çetrefilli verilerin de yeterli olduğunu zannediyoruz. Televizyon kanallarında ve sosyal medya mecrâlarında sürekli tartışma üstüne tartışmalar izliyor, tartışma platformlarına katılıyoruz. Kendimizi her konuda zıt fikirlerde olmaya zorluyor, birileriyle çatır çatır tartışmayı maharet zannediyoruz. Bu durum zamanla bizleri mevzilenme arayışına sevk ediyor. Bir yerlere mevzilendikçe sâbit düşünceli olmaya başlıyoruz. Kendimizi hep ötekiler üzerinden tanımlamaya kalkışıyoruz. Öyle keskin kanâatlere sâhip oluyoruz ki âdetâ bulunduğumuz yere çivi çakıyoruz. İşte o zaman “fikir sâhibi” olmaktan çıkıp “sabit fikir sâhibi” olmaya doğru yol alıyoruz. Bugün şu konuda böyle düşünüyorum ama yarın fikirlerim değişebilir diyemiyoruz. Fikirlerimizin değişimiyle birlikte kendimizin de değişeceğini düşünemiyoruz. Fikirlerimizin ve kendimizin değişmesiyle aynı konuya yarın başka bir açıdan bakabileceğimizi seslendiremiyoruz. Değişim bir ihtimâldir. Hayra, kaliteye, erdeme ve insanlık onûruna uygun her değişim çok güzeldir.

Değişimi gerçekleştiren her tefekkür çabası, insanın fikirlerini ve beynini mayalamaktadır. Kimileri entelektüel gayret ve akademik çalışmalarla düşünce gücünü geliştirmenin çabasını güderken, kimileri de sanat ve edebiyat çalışmalarıyla düşünce terbiyesini gerçekleştirmektedir. Tefekkür zorlu bir çabadır. Zorlu tefekkür süreçleri kişinin canını yakan bir kıymığa dönüşebilir. İnsanın etine işleyen kıymık insanı derinde ince ince sızlatır. Çıkarsan çıkaramazsın, atsan atamazsın. Tefekkür deneyimi gerçekleştirenlerin de içinde derin derin acılar hissedilir, başı zonklar, ara ara eski sancıları nüksetmeye ve içindeki yaralar kanamaya başlar. Beyin zonklar, kalbi çarpar, gerçeğe olan doyumsuzluğu artar, sancıları nükseder, sıkıntıları baş gösterir. Ten dünyâsı sağlıklı ve mutlu olsa tefekkür ehlinin zihin ve gönül dünyâsı sürekli bir arayışın ve kavganın fitilini ateşler.

Tefekkür ehli inceden inceye düşündükçe yaratılmışların her birini Hakk’ın varlığına delil olarak görür. Ârifin tefekkürü arttıkça bir sonraki aşama olan tezekküre geçtiği görülmektedir. Tefekkürle delillerden hareketle ilâhî isim ve sıfatların hakîkatini tanırken, tezekkürden hareketle ise ilâhî zât nûrunu müşâhede etme nimetine erer. Tefekkür sürecinde aklın, fikrin, duyuların ve muhayyilenin bütün verilerini kendi alanları içerisinde yerli yerince kullanan ârif, tezekkür sürecinde muhâsebe, murâkabe, keşf, ilham ve muhâdara yöntemleriyle mârifetullâha ermeye çalışır. Tefekkür sürecinde tasavvur etme, düşünme ve bilme alanlarında çaba sarf eden ârif, tezekkür safhasında olma, erme, bulma ve görme imkânlarını elde etmenin çabasını güder. Duyularca algılanabilen ve aklın kavrayabileceği nesnelerin teemmülünde bulunan ârif tezekkür deneyimiyle ancak Allah’la tatmîn olmaya çalışır. Mârifetullah konusunda fikir yürütmeye değil mârifetullâhı içselleştirmeye çalışır.

Tefekkürü tezekkürle birlikte kıvâma erdiren ârifler, tezekkürden yoksun tefekkür deneyimlerinin kişiyi kendi fikir ve bakış açılarına mahkûm kılacağını belirtmektedirler. Tezekkürle anlam kazanan tefekkür çabası, kişiyi şerîata, vahye, nebevî tebliğe uygun düşen bir din anlayışını benimsemeye sevk eder. Akıl, fikir ve nazar yetilerinin vahiyle aydınlanmasını hedefler. Kişinin tefekkür ve tezekkür gücü arttıkça şerîatın çizgisinde hareket etme ve tevâzu sâhibi bir kul olma gayreti de artacaktır. Böylesi bir düşünce kalitesiyle kişinin ilham, keşif ve müşâhede imkânları husûle gelecektir. Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça tekrarlanan tefekkür emri, bizi bizzât Allâh’ın tanıtmasıyla bilinebilecek bilgiye götürür. Bu noktada ârifler salt tefekkürü değil, tefekkürle birlikte mahviyet, âcizlik, fakirlik ve yoksunluk hâllerine de bürünmeyi öğütlemişlerdir. Tefekkürümüz ne kadar yüksek olursa olsun Allâh’ı tanıma noktasında âcizliğimizin farkına varmamız gerektiğini vurgulamışlardır. İşte tefekkürün bizi götürmesi gereken ana hedef Allâh’ın ulviyeti ve kudsiyeti yanında kendimizin hiçliği duygusudur.

Peygamber Efendimiz (sav), risâlet vazîfesiyle görevlendirilmeden önce Hira Mağarasında inzivâ ve tefekkür hayâtına koyulmuştur. Peygamber Efendimizin (sav) Hira Mağarasındaki ibâdeti; tefekkür etmek, İbrâhîm (as) gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi. O dönemde olduğu gibi Rasûlullah (sav), daha sonraki hayâtında da dâimâ mahzun ve düşünceliydi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Bu bağlamda tefekkür gibi ibâdet olmadığına dikkatimizi çekmiştir.

Ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Resûl-i Ekrem Efendimize lâyık olabilmek için hayat ve kâinatta sergilenen derin hikmetlere gönül vererek tefekkür iklîminde yaşamamız gerekmektedir. Zîrâ bu âlemde olup biten her şeyi îman penceresinden ibret nazarıyla temâşâ edip rûhu tefekkürle inkişâf ettirmek zarûrîdir. Sonuçta olayların özündeki ilâhî murâda dâir hikmet parıltıları, Allâh’ın izniyle damla damla gönle akacaktır. 

Bir saatlik tefekkürün bir yıllık ibâdetten daha hayırlı olduğunu belirten Peygamber Efendimiz (sav), tefekkürün aslında ne kadar önemli ve hayırlı sonuçlar doğurduğuna dikkatimizi çekmektedir.

Hayâtın anlamlı kılınmasında en hassas tutum dilimize hâkim olmak, konuştuğumuz sözlere dikkat etmek, gelişigüzel söz ve sohbetlerden uzak durmak ve ömürlerimizi boşa harcamamaktır. Büyüklerimiz sözün savaşları kestirdiği kadar, kimi zaman başların da kesilmesine yol açtığından bahsetmişlerdir. O sebeple ağzımızdan çıkan sözler çok önemli, oldukça ciddî ve son derece vebâllidir. O zaman ya hayır söylemeli, ya da susmalıyız (Buhārî, Edeb 31; Müslim, İman 74). Yerine göre sükûtun nasıl bir ibâdet işlevi gördüğünü Peygamber Efendimiz (sav) hadîs-i şerîflerinde şu şekilde dile getirmektedir: “Sükûtu tefekkür, bakması ibret olan ve sahîfesinde çok istiğfâr bulunan kimse kurtuldu, felah buldu.” (Deylemî, el-Müsned, I/421, hadis no: 1710) buyuruyor. Buna göre ibâdet niyetiyle sükût etmeli, derin tefekkürlere dalmalı, etrâfımıza dikkat ve ibretle bakmalı, olaylardan ibret almalı, âhireti düşünerek kendimizi kontrol etmeli; hesâba çekmeli, hatâ ve günahlarımıza gözyaşları dökmeli, pişmân olmalı, tövbe etmeli, Allah’tan affımızı, bağışlanmamızı dilemeliyiz.

Eşyânın her birini çok özel hikmete mebnî olarak yaratan Rabbimiz kâinat kitabını ciddiyetle okumamızı ve derin derin üzerinde düşünmemizi emretmektedir. Zerreden kürreye tüm kâinat olanca tezāhürleri ve boyutlarıyla bir tefekkür alanıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de tefekkürün yönelmesi gereken alan olarak “âyetler"den bahsedilmektedir (Sâd 38/29). Mushaf-ı Şerîf’in satırlarındaki her bir ifâdesi birer âyet olduğu gibi, sağlıklı ve düzgün bir nazarla bakıldığında kâinat da bütün cüzleriyle birer âyettir. Eşyânın hakîkatine götüren bu âyetler hem insanın dış âleminde hem de iç dünyâsında yeterince mevcuttur. Âfâk ve enfüsteki bu âyetlerin ehemmiyeti; “Biz onlara gerek âfaktaki (ufuklardaki) gerekse enfüsteki (nefislerdeki) âyetlerimizi göstereceğiz.” (Fussılet 41/53) ilâhî beyânıyla dikkatimize sunulmaktadır. Allah (cc), “Gözünü çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Sonra gözünü tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir." (Mülk 67/3-4) buyurarak bizleri kâinattaki mükemmel yaratılış üzerinde düşünmeye sevk etmektedir. Bir bütün olarak âlem, düşünenler için, Allâh’ın varlığının, birliğinin, hikmetinin ve emsâlsiz yaratma kudretinin alâmetidir. Bu açıdan bakıldığında, âlem kelimesi ile alâmet kelimesinin aynı kökten gelmesi bir tesâdüf değildir.

Yeryüzünde dolaşarak geçmiş ümmetlerden kalan izleri müşâhede etmemiz Kur’ân’ın bizi yönlendirdiği bir tefekkür biçimidir. Zamanda ve mekânda yapılan bu yolculuğun semeresi, yolcunun alacağı ders ve ibrettir. Diğer taraftan insanın hakîkat perdelerini kaldırmak için kendi iç dünyâsında çıktığı yolculuk da rûhu olgunlaştıran derûnî bir tefekkürdür.

Tasavvuf ehli tefekkürü, kalbin amellerinden biri olarak görmüşler, aklın kalple ilişkisi şeklinde değerlendirmişlerdir. Tefekkür çabası kişinin basîretiyle doğrudan alâkalıdır. Bir ibâdet ve basîret kazanımı olarak tefekkür, kişiyi Cenâb-ı Hakk'a yaklaştırıcı bir vâsıtadır. Bu gerçekten hareketle diyebiliriz ki, Peygamber Efendimiz’e (sav) en çok etki eden âyetlerin başında tefekkürle ilgili âyetler gelmektedir. Kâinâtın yaratılışı, yaratılmış tüm âlemlerde müşâhede edilen sistem ve sistemin işleyiş mükemmelliğine vurgu yapan âyet-i kerîmeler aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın kudretine dikkat çekmekte ve eserden müessire gidilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Konunun can alıcı örneği olması bakımından şu rivâyetin üzerinde çok düşünmemiz gerekmektedir: İki kişi Hz. Âişe’yi (r.anha) ziyâret etmişler. Onlardan biri:

- Hz. Muhammed’de (sav) gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız? deyince, Hz. Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

- Rasûlüllah (sav) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakallarını ve secde esnâsında yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilâl (ra):

- Ey Allâh’ın Resûlü! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir? deyince, Peygamber Efendimiz:

- Bu gece Yüce Allah bir âyet indirdi. Beni bu âyet ağlatmaktadır, dedi ve şu âyeti okudu:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri arkasına gelişinde aklı başında olan kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmran 3/190) Bir sonraki âyet:

“Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (tefekkür ederler) ve Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbîh ederiz (derler).” (Âl-i İmrân 3/191) Ondan sonra Rasûlüllah (sav):

- Bu âyeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun, dedi.

Bu âyette tefekküre dâvet edilen akıl sâhiplerinin durumu bir sonraki âyette şu şekilde açıklanmaktadır:

“Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allâh’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler (düşünürler). Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azâbından koru!” (Âl-i İmrân 3/192)  

İbretlik hâdiseler, yaratılış hikmetleri ve ilâhî hakîkatler zikredildikten sora Rabbimiz: “...Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır.” (Nahl 16/11) hatırlatmasında bulunmaktadır. İnsanları tefekküre dâvet eden bu ifâde Kur'ân'da beş yerde daha geçmektedir.

Ağustos 2025, sayfa no: 12-13-14-15-16

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak