Ara

TDK mı Doğru Söylüyor, Mekânın Rûhu Mu? Bir Gündüz Düşünde Tahtakale'den Hisar'a Eski Ahâli

TDK mı Doğru Söylüyor, Mekânın Rûhu Mu? Bir Gündüz Düşünde Tahtakale'den Hisar'a Eski Ahâli

Hisar’ın Yerkapısı’ndan açılan yolun başındayım…

Tahtakale’deki baharatçıma doğru yürüyorum.

Eğer bir şehrin “ikinci zamânına” açılan bir yerinden geçiyorsanız kendinizi bir anda başka bir boyutta buluverirsiniz.

Eski mîmâriye sinmiş eşyânın hâfızası sizi, görünmeseler de bu boyuttaki “ahâli” ile hemhâl eder. Sanki siz asırlar önce biriymişsiniz gibi o gizli kalpleri derûnunuzda hissedersiniz. Çünkü asırlar geçse de topraktan ve ruhtan gelen genetik kodlarınızdaki her bir molekül sizi bir anda onlaştırır.

Ben de zamânın ruhuma dokunduğu şu anda “esselâmu aleyküm ey ahâli” diyerek yürüyorum. Eğer siz “ikinci zamanın” yazarı iseniz kelimeleri siz seçmezsiniz, kelimeler sizi seçer ve siz ona doğru yürürsünüz.

Ahâli… Ahâli…

Ahâli kelimesi kalbine doğru çekiyor beni…

Baharatçıya varmadan çarşının kalbindeki meşhur çorbacı Ali Usta’nın masalarından birine çöküveriyorum. Telefonumdan “ahâli” kelimesine tekrar bakıyorum.

TDK, yâni Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Ahâli”: "Aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan kişilerden oluşan topluluk, halk.." olarak geçiyor.

“Aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan halk!”

Allah Allah…

Bir sözlüğe bakıyorum bir de yokuşun başında beni yakalayan zaman rüyâsının anaforunda dönüp duran “ahâlinin” kalbimdeki derin varlık sızısına.

Sanki ben bir şeyim…

Sanki ben her şeyim…

Eğer bu “ahâli” ile aramda sâdece bu mekânda bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik yoksa ben nasıl olur da bütün bunları hissedebilirim?

İnsanın nasıl rengine ve ırkına bakmadan varoluş sebebini kavraması esas ise kelimelerin de varoluş kökeni vardır. Her ne kadar bu iş etimologların işiyse de bu ontik bilgiye ulaşmak için kelimenin kalbine doğru giden yolu kalbinizle de keşfedebilirsiniz. Dervişlerin kalplerinde düşünerek buldukları sırlar hep bu gündüz düşleridir.

Ali Usta her zamanki düğün çorbamı masama koymakta gecikmiyor. Burası sadece parası olanların değil, gariplerin ve çarşının kedilerinin de “ocağı”. Burada ne yedin, ne içtin diye sorulmaz… Bursa’nın en eski ahâlisini derûnunda hissetmek ve tanımak isteyenlerin gündüz düşüne dalmak için varması gereken “menzil” pekâlâ burası olabilir.

Tuhaf…

Eski kadı sicillerinde bireysel mülk olarak geçiyor bu kelime.

“Mahute”, “beyt”, “tarîk-i has” “habiye-i mâi câri” gibi kelimeler Hisar’dan Gökdere’ye kadar sırlanmış mahallelerin eski kayıtlarında görüp düşündüğüm terimlerdi.

Bursa ahâlisi ilk olarak Hisar’daki boş alanlara yerleşmişler. Bunu yaparken kimseye şuradan kalk şuraya otur da dememişler. Zenginlerin ayrı mahallesi, fakirlerin ayrı semti yokmuş. Şurada Havlucu Dimitri’nin evi, karşısında bir paşa konağı, biraz ötesinde Berber Nazif ve onun karşısında Şişko yanaklı Tanaş’ın bahçesi varmış… Bu ahâli sınıfsız bir toplum.

“Tahte’l-kal’a” yani kale altı da denilen bu yerden Hisar’a doğru yürüyenlerin hâfıza defterlerine kaydetmeleri gereken miftahlar (anahtar) vardır. İşbu miftahlar elinde olanların o kapılardan girdiği takdirde eski Bursa’yı, ahâlisi ile birlikte rûhunu kavraması zor olmayacaktır.

Hisar’daki ilk Osmanlı mahalleleri; Alaeddin, Yer Kapı, Zindan kapı, Yaniçoğlu, Orta Pazar ve Osmancık. Alaeddîn, Osman Gâzi Hân’nın büyük oğlu ve Alaeddin Köyü’nün kurucusu.

Yaniçoğlu Veled Orhan Gâzi Hân’ın kumandanı.

Kavaklı Câmii burada…

Rumeli fâtihi Süleyman Paşa’nın (Orhan Gâzi’nin oğlu) yaptırdığı Helvacıoğlu Mescidi de burada.

“Aralarında bir arada bulunmaktan başka hiçbir özellik taşımayan insan kümesi” olarak niteleyen Türk Dil Kurumu’nun Kavaklı Câmii'ne ismini veren Koca Naib Mahmut Efendi’den başlayarak bir semtin ahâlisinin “aralarındaki” varlık zincirini yeniden “keşfetmesi” ve “anlaması” gerekmektedir.

Birinci Murad Hân döneminde Bursa kadılığı yapmış bu zat. İsminin aldığı câmiyi yaptıran oğlu Kutup Mehmed Efendi. Bu câmi Bursa’nın ve dahî Osmanlı’nın ilk kalkan duvarlı câmisi. Minâresinin özgünlüğü ise hâlâ bir hayret ve takdir vesîlesi.

Osmanlı'nın kök bilgisi ilk bu mekânlarda yeşeriyor. Bilim dünyasında övündüğümüz Kadızâde Rûmî bu “aralarında hiçbir bağ ve ortak özellik bulunmayan” ahâliden mi çıkmıştır? O Türkmen Kocası Naib ki Kadızâde Rûmî’nin dedesidir. Kadızâde Rûmî dedesinin ikliminde ve Molla Fenârî Hazretleri’nin de bizzat ders verdiği medreseden yetişmiş bir âlim. Onun tedrîsinden ise bir matematik bilgini Ali Kuşçu doğuyor.

Türk Dil Kurumu’nun mânâsını katlettiği “ahâlinin” kökeninde “bir yerin yerlileri, ehâlisi, ehilleri var… Kelimenin kökünde biraz da “ah” var… Ah… uhul… ahala… konmak… konşuluk etmek… konuşlanmak…

Ve yine ah.. Ahlat… Ahlas… İhlas…Bir yerin ihlâslıları, sâdıkları…

Ne kadar kazırsanız kazıyın kelimenin kökeninden “bağsızlık” ve “köksüzlük” değil “ihlâs”, “tevhîd” ve “vahdet” fışkırıyor âdetâ.

Bunu göremeyen hattâ inkâr eden Türk Dil Kurumu’na ne demeli bilmem.

Osmanlı’nın sâdece şu kadarcık bir yere; Hisar’dan Kalealtı’na oradan Orhan Câmii ve Bedesten’e kadar uzanan yere kadar bu şehre yansıtmaya başladığı mânâ ve rûha bakanlar şunu görebilirler: Bursa ehli, ehâlisi “taklîdî” ve “tekrarcı” bir kelâmın vârisleri değiller.

Ontolojisini kaybetmiş Ortaçağ Avrupa’sının nazarı gibi ârızalı da değildir nazariyesi.

Onun ontolojisinde her ikisini de kapsayan ve eriten bir forma ulaştıran “hâl” vardır.

Birbirinde yok olup varlık bulan “ahâlisidir” onun “sâlikleri” ve “sâkinleri.”

O yerin, mahâl'in, mahallenin yerlileri yâni sâkinleri işte bu sükûnet içinde bulmuşlardır huzûru ve saadeti…

O sükûn ehlinin mescidi vardır, âhı vardır, ahîsi vardır.

Câmisi ve tekkesi vardır.

Meczûbu delisi vardır, aş evi, çeşmesi vardır…

Her dem merhamet, serinlik ve muhabbet akar o çeşmelerden…

Allah rahmet etsin ve iki cihanda râzı olsun bu şehrin eski ahâlisinden.

Kadirşinaslıkla efendim.

Ağustos 2023, sayfa no: 26-27-28

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak