Tasavvuf Had Bilmektir
Şiir Hudutları Zorlamaktır
Serdar Tuncer
Sözleriyle kalplere dokunan, herkesin teveccühüne mazhar olan ünlü şair ve yazar Serdar Tuncer’le; gündelik hayata, şiire, geçmişe ve "modern" zamanlara dair keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Röportaj: Hasan HAFİF 16 Ağustos 1978 yılında Ankara’da dünyâya geldiniz. Anneniz sizi doktor oğlum ninnileriyle büyütürken, siz içinizde en büyük hastalığınızı büyütüyordunuz: Şiir. Şiiri şiir yapan unsur nedir sizce? Şiirin temelinde hangi duygu vardır? Evvelâ, Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu, o işin tekniğine dâir bir kâbiliyetiniz olacak. Kelimeye vukûfiyetiniz olacak. Ama illâ ‘aşk’ olacak. Yûnus Emre’nin dediği gibi “Aşk gelecek, cümle noksan tamam olur.” Gönül olmadan, ıstırap olmadan, sâdece kelimeyle, sâdece kâbiliyetle yazılan şey şiir değil. İllâ bunlar olacak. Ve onu tetikleyen, onu ortaya çıkaran bir sebep var. Sebepler başka başka olsa da genelde ‘aşk’tır. Bir yerden gelir yakalar sizi. Bâzen ilkokul sıralarında kapıdan giriveren birisi olur. Bâzen bir Allah dostunun bir bakışı olur. Bâzen oturduğunuz yerden dolunayın çok güzel oluşu olur. Bunlar tetikler. Özetleyecek olursak, illâ kâbiliyet olacak ama peşinden buna dâir bir takım teknik çalışmalar gerekir. Şiir anlayışınızı anlatır mısınız? Şiire her şeyden önce Allah Resûlü’nün (sav) “Şiir hikmettir” buyurduğu pencereden bakmaya çalışan bir adamım. Hikmeti bulmayan şiir, şiir değildir. Oraya doğru yolculuk, oraya doğru seyr. En azından hikmet diye bir derdi olacak şiirin ve şiir söyleme iddiasındaki adamın. Bunun yazabileni azdır, ben yazacağım demekle yazılmaz. Allâhu Teâlâ’nın “yaz” demesiyle yazılır, bunu dedikleri de azdır. Zordur seçmek ama en beğendiğiniz üç şiirinizi söyler misiniz? “Aynalar” şiirini severim ve “Aşk” fenâ bir şiir değildir, “Kurbanım” iyi bir şiirdir. Bu üçünü diyebilirim. Türkiye’de şiir trafiği akışı nereye doğru gidiyor? İyiye gider inşâallah, temennîm odur. Daha güzel olacak diye düşünüyorum. Köklerimizi tanıdıkça, asıl değerlerimizi buldukça her sahada yarına biraz daha güzel bakacağız. Eğer söz konusu olan şey şiirse Fuzulî’den, Bâki’den, Şeyh Galip’ten, Sâdi’den haberdar bir nesil, en azından onları terslemeyen, en azından onları reddetmeyen, geleneğe sırtını yaslayıp geleceğe bakabilen bir nesil güzel şiirler yazacak, güzel şeyler söyleyecek inşâallah, temennîmiz odur. İstanbul gelmiş geçmiş birçok şâire, yazara ilhâm olmuş bir şehir. Siz de bâzı şiirlerinizde İstanbul fonunu kullanmışsınız. İstanbul’da özellikle târihî yarımada, yâni o Sultanahmet Câmii, Ayasofya, Topkapı sarayı. Onların bulunduğu alan bana bambaşka şeyler söyler. Orada yaşamak çok mümkün değil ama benim İstanbul’um orası. İstanbul’un gönlü de târihî yarımadadır. Aslında şehri de şehir yapan, o şehirde olandır. O şehre değer veren toprağın tek başına bir mânâsı yok. Şehirdeki, o şehri güzelleştirir. Allah Resûlü (sav) İstanbul’u müjdeleyen hadîs-i şerîfinde, İstanbul’u diğer şehirlerden ayrı bir yere koyuyor. Bin yıllık bir medeniyetin 500 yıla yakın başkentliğini yapmış olması ve mukaddes emânetlerin şu anda sînesinde duruyor olması yine İstanbul’u bambaşka bir yere koyuyor. Üstâdın o güzel şiiri vardır: “Çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur, Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.” Bu yeter sanıyorum İstanbul’u anlatmak için. 2008 yılında Selçuk Küpçük’e verdiğiniz bir röportajda: “Tasavvuf had bilmektir, şiir hudutları zorlamaktır.” diyorsunuz. Derin ve kafa karıştırıcı bir ifâde. Orada şiir ve tasavvuftan bahsederken “haddi aşmayalım, şöyle bağlayalım” diyerek bu sözü söylüyorsunuz. Tasavvufu yüzyıllar ötesinden bugüne taşıyan edebî tür şiirdir. Mevlânâ, Yûnus Emre; şiirleriyle çağları aşıp bizlere, bugünlere seslenebildi. Birbirine bu kadar zıt iki kavramın birbirini bu denli desteklemesi konusunda ne söyleyebilirsiniz? Bu, kesin böyledir diye söylenen bir söz değil. Tasavvuf had bilmektir, hakîkaten böyledir. Ama bu benim sözüm değil. Tasavvuf kişinin haddini biraz daha fazlaca bilmesidir. Şiir hudutları zorlamak mıdır? O da öyle. Aklın hudûdunu zorlamaktır. Gönlün hudûdunu zorlamaktır. Kelimenin ve kelimenin ifâde edebileceklerinin hudûdunu zorlamaktır. Böyle baktığımız vakit, birbiriyle çelişir gibi duruyor. Derviş bir başkasının önünde diz çöküp, ona bende olup kendi varlığından vazgeçme derdinde olan adamdır. Şâir, ‘ben varım’ deyip kendinden bir şeyler ortaya koyabilmesi ve kendine güvenmesi gereken adamdır. ‘Ben zekîyim!’, ‘Ben âşığım!’, ‘Ben bilirim!’, ‘Ben yaparım!’ diyebilmesi gerekir şâirin. Buradan baktığımızda; ‘haddi bilme’yi gerektiren tasavvuf ‘ben’i ortadan kaldırmaya çalışırken, bir iddia işi olan şiir, alabildiğine ‘ben’den ortaya çıkıyor. Böyle baktığımız vakit çelişiyor. Ama dediğiniz gibi şiir yazan büyükler var, şiir söyleyen büyükler var. Bunu nasıl izah edeceğiz? Bunun birkaç sebebi vardır. Sanıyorum bir tânesi şudur: Onlar şiir yazma kasdıyla şiir söylememişler. Yâni ‘Asıl olan maksuddur, gerisi füruattır’ der Hz. Mevlânâ. Onun bir hakîkati anlatmak gibi bir derdi var. Bunu o günkü geçer akçeyle söylemiş, yâni şiirle. Ama Hz. Mevlânâ şâirdir dersek hatâ yaparız. Hz. Mevlânâ şâir değildir. Allah dostudur ve şiir yazmıştır. Mütefekkir de değildir, Allah dostudur ve tefekkürünü de ortaya koymuştur. Artık küresel bir dünyâda yaşıyoruz. Teknoloji hızla ilerlemeye devâm ediyor. Özellikle de internet artık hayatlarımızın önemli bir parçası olmuş durumda. Bunun büyük kısmını ise sosyal medya kapsıyor. Siz de aktif olarak Twitter kullanıyorsunuz, Facebook’ta hayran sayfanız var. Sosyalleşme tâbiri bu sosyal ağlarla farklı bir tanım kazandı. Ne kadar çok tâkipçiniz var, hayran sayfanızı kaç kişi beğenmiş bunlar artık çok dikkate alınan değerler oldu. Sıradan insanların hayâtında da Facebook’taki arkadaş sayısı sosyalleşme konusunda bir kıstas kabûl edilir oldu. Sosyal medyanın bu kadar çabuk gelişip kabûl görmesini ve sosyallik algılarımızı değiştirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sosyal medyanın insanı aslında asosyalleştirdiğini düşünüyorum ben. Çok uzaklardaki tanımadığın, yüzünü bile görmediğin yüzlerce adamla bir şeyler konuşabilmek istiyorsun. Ama aynı masada dört kişi otururken, dördü birden eline cep telefonunu alıyor ve görmediği adamlarla sosyalleşmeye çalışırken masanın etrafında dört tâne asosyal varlık ortaya çıkıyor. Hem kullanıyorsun hem böyle diyorsun diyeceksiniz, doğrudur. O da benim noksanımdır. Şu an ne yaptığını başkalarının bilmesini insan niye ister, bilmiyorum. Normalde insan her hâlinin bir başkası tarafından bilinmesini istemez. Ama bu sosyal medya dediğimiz şeyin şöyle bir özelliği var; onların, sizin başkalarına bildirmek istediğiniz kadarını bilmelerine sebep oluyor. Güzel olduğunda, faydalı olduğunda, hayır şeylere kullanıldığında sosyal medyanın iyi bir şey olabileceğini düşünüyorum ama abartmamak kaydıyla. Çok esîri olmamak lazım. İnsanların yanlış yapmasına sebep olan tarafları da var. Sizin vesîlenizle aktarmak istiyorum. Meselâ birileri, bizim mukaddeslerimizle alâkalı birtakım nickler alıp Twitter’da, Facebook’ta birtakım şeyler yazıyor. Birileri bu insanları tâkip ediyor, onların kendilerine vehmettikleri şey olduğunu düşünerek ona cevâben bir şeyler yazıyorlar. 100.000’e yakın tâkipçisi olan biri var. Bu 100.000 kişiden 90.000 tânesi o vatandaşa, Allâh’a (cc) söylercesine bir şeyler söylüyor. Îmânın şakası olmaz. Siz birisine sanal ortamda dahi ‘O’ muamelesi yaparsanız Allah korusun îmânınızdan olursunuz. İnsanlar bunu bilmiyor ve yapıyorlar. Uyarmaya kalktığınızda burada eğleniyoruz diyorlar. Bâzı şeylerin eğlencesi olmaz. Bunlara da dikkat etmek lazım diye düşünüyorum. Serdar Tuncer’in hayâta bakış açısı nasıldır? Bende bütün kapılar O’na çıkar, döner durur O’na çıkar, hayâta baktığım yerde O. Derdim, Evliyâ-i kiram hazerâtının, Allah dostlarının, kâmil zâtların hayâta baktığı yerde durup hayâta onlar gibi bakabilmek derdini içimde büyütmek. Böyle söyleyebilirim. Güzeller gibi bakabildikçe hayat da güzelleşecek biz de güzelleşeceğiz. Ama kendimiz gibi baktıkça ne hayâtın bir mânâsı var ne kendimizin bir mânâsı var. İnşâallah onlar gibi bakanlardan oluruz. Son olarak Serdar Tuncer’in dergimizin okurlarına söylemek istedikleri nelerdir? Sevsinler, çok sevsinler. Bir şeyi çok sevsinler, birini çok sevsinler ama sevsinler. Seven adamın dertten haberi vardır, dertten haberi olan adam dermâna yaklaşır. Çok sevsinler.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak