Ara

Taklit: Kimlik İnşasında Kayıp Nokta

Taklit: Kimlik İnşasında Kayıp Nokta

Taklit, insanın kendi değerlerini, düşüncelerini ve davranışlarını başkasına benzetme eğilimidir. Bu süreç çocuklukta oyunlarla başlar; Barbie bebek giydirme, manken makyajı yapma gibi görsel kodlamalarla şekillenir. Zamanla bu kodlar, bireyin kendini nasıl sunması gerektiğine dair bir şablona dönüşür. Böylece ortaya çıkan şey, kendi olmak yerine başkasına benzemeye çalışan bir kimliktir. 

Duygusal Göç

Taklit, genellikle bir boşlukta doğar. Gençler, kendi medeniyetlerinin anlam haritasını yeterince tanımadıklarında dışarıdan gelen hazır imgeleri içselleştirmeye başlarlar. Bunun güncel örneklerinden biri Kore dizileridir. Bu dizilerde aile bağları, fedakârlık, aşk ve estetik gibi temalar işlenir ancak bunlar Kore toplumunun kültürel kodlarıyla sunulur. Yüzeyde İslâmî değerlere benzese de özde farklı bir temele dayanır. 

Kore dizilerinin düşünsel zeminini Neo-Konfüçyüsçülük, Romantik Hümanizm ve Estetik Duygusallık oluşturur. Neo-Konfüçyüsçü ahlakta aileye saygı, yaşlıya hürmet, fedakârlık gibi temalar sıkça işlenir. Fakat bu değerler Allah’a kulluk merkezli değil; toplumsal uyum ve düzen merkezlidir. İyilik, çoğunlukla dünyevî denge için yapılır; uhrevî bir karşılık gözetilmez. 

Romantik Hümanizm ise bu dizilerin en cazip yönüdür. Özellikle gençliğe adım atan Müslüman gençler için bu yaklaşım güçlü bir çekim alanı oluşturur. Romantik hümanizmde kişi, kendini aşk yoluyla tanımlar. Sevgi, insanın en yüce hâli olarak sunulur; aşk, ilahî bir bağ değil, insan merkezli bir kurtuluş biçimidir. Karakterler çoğunlukla “aşk için her şeyi feda eden” figürlerdir.

Bu yaklaşımı Estetik Duygusallık tamamlar. Filmlerde güzellik, zarafet, acı çekme biçimleri bile estetikleştirilir. Duygular görsel bir varoluşa dönüşür; ağlamak, susmak, beklemek adeta bir “görsel ibadet” gibi sunulur. Beğenilme arzusu, estetikle örtülmüş bir riyaya dönüşür. Böylece duygular, Allah’a ibadet için değil, izleyiciye gösterilmek için sahnelenir. Özellikle genç kızların duygusal dünyasında güçlü imgeler oluşturan bu yaklaşım, gerçek ilişkiler beklentiyi karşılamadığında derin hayal kırıklıklarına yol açar.

Sonuçta, hakikatin yerini hayalin aldığı bu kurgusal hikâyelerin büyüsüne kapılan gençler, hayatın gerçek yönüyle yüzleşmeye fırsat bulamaz. Duygularını estetik imgelerle tanımlayan bu zihinler, kendi medeniyetinin anlam derinliğine yönelmek yerine, görsel bir hayranlıkla başka bir kültürün duygusal haritasında kaybolur.

Algoritmaların Şekillendirdiği Hayatlar

Sosyal medya, taklit sürecini hızlandıran ve yaygınlaştıran en güçlü araçlardan biridir. Herkes aynı filtreyi kullanır, aynı pozları verir, aynı kıyafetleri giyer. “Trend” olan şey, “doğru” olan şey gibi algılanır. Böylece birey, kendi değerleriyle değil, algoritmaların yönlendirmesiyle şekillenir. Tesettürlü gençler bile bu kültürün içinde tesettürü bir ibadet değil, bir “stil” olarak yorumlamaya başlar. Asıl mesele tesettür değil; taklit edilen hayat biçimidir.

Bir nesil büyüyor… Barbie bebek giydirerek, sanal mankenlere makyaj yaparak, ekran başında güzellik yarışmaları izleyerek. Küçük yaşta estetik kodlarla tanışan kız çocukları, büyüdüklerinde kendilerini o şablonlara benzetmeye çalışıyorlar. Bugün pek çok genç kız, çocuklukta oynadıkları karakterlerin bedenine ve tavrına bürünmüş gibi. Tesettürlü olanlar bile tesettürü bir vitrin olarak taşıyor; makyaj, poz, stil… Hepsi aynı. Farklılık değil, tek tipleşmiş bir görünürlük arzusu hâkim. 

Fakat bu yalnızca kızlara özgü bir durum değildir. Erkek çocuklar da farklı bir taklit evreninde büyüyor: araba yarışları, futbol oyunları, savaş senaryoları, güç gösterileri… Bu içerikler, onlara hız, rekabet, kontrol ve kazanma odaklı bir kimlik modeli sunuyor. Duygular değil başarı; merhamet değil güç; paylaşmak değil üstünlük öne çıkarılıyor. Böylece duygularını bastıran, başarıyı yalnızca rekabetle tanımlayan, görünürlüğünü güçle sağlamaya çalışan bireyler ortaya çıkıyor.

İnsan neye bakarsa ona benzer, neyi dinlerse onunla şekillenir. Bugün üniversite çağındaki gençlerimiz, çocuklukta maruz kaldıkları görsel ve işitsel dünyayı bedenlerinde ve davranışlarında taşımaya devam ediyor. Kalp, gözün gördüğüne akıyor. 

Sonuç olarak, bu kültürel kodlamalar hem kız hem erkek çocuklarının özgün kimlik inşasını zorlaştırıyor. İnsan, kendisi olmaktan çok, başkası gibi görünmeye çalışıyor. Oysa Kur’ân, insanı “eşsiz bir yaratılış”la tanımlar. Taklit ise bu eşsizliği örter. 

Hakikatten Uzaklaşmak 

Kur’ân, körü körüne taklidi eleştirir. Müşriklerin, “Atalarımızı böyle bulduk” diyerek hakikati reddetmeleri, düşünmeden yaşamanın tehlikesini gösterir:

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde, ‘Hayır! Biz atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız’ derler.” (Bakara, 170)

Bu ayet, taklidin sadece davranışsal değil; aynı zamanda aklî ve ahlakî bir zaaf olduğunu ortaya koyar. Mümin, sorgulayan, seçen ve kendi değerleriyle yaşayan kişidir. Taklit, bu özgünlüğü örten bir perde gibidir.

Kur’ân’da erkeklik, fiziksel güçle değil; ahlaki sorumluluk, sabır, merhamet ve adaletle tanımlanır. Hz. Yusuf’un iffeti, Hz. İbrahim’in teslimiyeti, Hz. Musa’nın cesareti… Bunlar Kur’ân’ın sunduğu erkeklik modelleridir. Modern kültür erkekliği “kazanan” olmakla tanımlar; Kur’ân ise “direnen” olmakla. Modern erkeklik duygusuzluğu yüceltirken, Kur’ân’daki erkeklik gözyaşını dahi rahmet sayar. 

Taklit kolaydır; çünkü düşünmeyi gerektirmez. Takva ise zordur; çünkü bilinç ister. Bugünün Müslüman genci, Barbie kültürünü değil; Meryem’in mahviyetini, Asiye’nin direnişini, Hatice’nin asaletiyle; erkekse Yusuf’un iffetiyle, Musa’nın cesaretiyle, İbrahim’in teslimiyetiyle yaşamayı seçmelidir.

Bu seçim yalnızca kıyafetle değil; duruşla, niyetle ve temsil ile gerçekleşir. Ne var ki, böyle bir tercihi yaşamak kolay değildir. Çünkü fuhşun ve zinanın süslü bir şekilde normalleştirilmesi, özellikle medya ve dijital kültür aracılığıyla göz önünde tutulması, bireyin kendini korumasını zorlaştırmaktadır. Ancak zor olması, imkânsız olduğu anlamına gelmez. 

  1. Kendini Koruma: Takva Zırhı 

Kur’ân, ahlaki yozlaşmanın hâkim olduğu ortamlarda bile ferdin korunabileceğini gösteren örneklerle doludur. Hz. Yusuf, iffetini koruduğu hâlde iftiraya uğramış, fakat Allah onu muhafaza etmiştir. Bu, sadece bir kıssa değil; her çağ için bir modeldir. Bugünün Müslüman genci, süslü günahların cazibesine karşı ancak takva, dua, mahremiyet bilinci ve salih bir çevre ile korunabilir. 

  • Gözünü korumak: Nur Suresi 30–31’de hem erkeklere hem kadınlara “gözlerini haramdan sakınmaları” emredilir.
  • Zihni korumak: Sürekli maruz kalınan içerikler zamanla normalleşir. Bu nedenle dijital detoks, içerik seçiciliği ve bilinçli medya kullanımı zaruridir.
  • Kalbi korumak: Zina sadece bir fiil değil, bir sürecin sonucudur. Kalbi korumak, niyeti korumaktır.
  1. Toplumsal ve Devlet Sorumluluğu

Kur’ân’da toplumun ve yöneticilerin sorumluluğu da açıkça belirtilir: “İçinizden, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân, 104)

Devlet de ahlaki düzeni koruma sorumluluğu taşır:

  • Medya denetimi: Süslü günahların en büyük taşıyıcısı medya ve reklam sektörüdür. Devlet, bu alanlarda ahlaki sınırları koruyacak düzenlemeler yapmalıdır.
  • Eğitim politikaları: Zina ve fuhuş, sadece yasaklarla değil; sağlam bir dini eğitimle önlenebilir.
  • Kamu örnekliği: Kamuya açık alanlarda, sosyal medya platformlarında, dizilerde ve reklamlarda teşhir kültürü yerine mahremiyet ve aile değerleri öne çıkarılmalıdır.
  1. Süslü Günahlar: Normalleşmenin Tehlikesi

Bugün fuhuş ve zina sadece var olmakla kalmıyor; estetik, müzik, mizah ve moda ile süslenerek sunuluyor. Bu, günahın çirkinliğini örtüyor. Kur’ân bu durumu, “şeytanın süslemeleri” olarak tanımlar:

“Şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterdi.” (En’âm, 43) 

Bu süsleme, günahı cazip kılar. Müslüman, bu süslemeyi fark etmeli ve “güzel görünenin her zaman hakikat olmadığını” bilmelidir. 

Sonuç: Korunmak Mümkün, Ama Bilinçle

Zina ve fuhuş göz önünde olabilir; fakat Müslüman gözünü koruyabilir. Devlet her şeyi engelleyemeyebilir; ama yön verebilir. Toplum yozlaşabilir; ama Müslüman takvaya sarılabilir. Zor bir çağda yaşıyoruz, fakat Kur’ân’ın rehberliği, peygamberlerin örnekliği ve salihlerin duası hâlâ elimizdedir.

Ekim 2025, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak