Ara

Tahta Bacakla Kıtalar Dolaşan Âlim: Cârullah Zemahşerî

Tahta Bacakla Kıtalar Dolaşan Âlim: Cârullah Zemahşerî

Bir yolculukta iken iliklerine kadar hissettiği soğuğun ömür boyu onda bir iz bırakacağını nereden bilecekti genç Mahmud? Öylesine bir soğuk ki gerçek anlamıyla dondurucu… Tıpkı ayağında hissettiği gibi. Üşümeler karıncalanmaya, karıncalanmalar uyuşukluğa yol açmıştı bacaklarında. Ve o anki imkânsızlıklarla verilen karar: Ayak kesilecekti, hem de çok yukarılardan.

Daha sonraları bacağının kesilmesini şöyle gerekçelendirecekti:

“Küçücüktüm. Yaramazlıklarım çok fazlaydı. Olmadık işler yapardım. Bir gün yine kuşlarla oynuyor, onları yakalamaya çalışıyordum. Ve yakaladığım bir kuşun, tutup bacağını kopardım. Annem durumu öğrenince bana çok öfkelendi ve bedduâ etti. İşte yıllar sonra annemin bedduâsı tuttu. O kuşun bacağına karşılık benim bacağım kesildi.”

Bitmeyen Seferler

Küçük yaşta hâfız olan Mahmud, maddî durumlarının zayıf olması dolayısıyla ve bir meslek sâhibi olması gâyesiyle babası tarafından terziye çırak verilmek istenir. Ancak o buna şiddetle karşı çıkar. Okumak ve âlim olmak, insan yetiştirmek, eser vermek ister.

Uzun bir uğraş sonrası da babasını iknâ eder. Ve medreseye gider.

Olağanüstü bir zekâya sâhip olan Zemahşerî, temel İslâmî ilimler, tıp, dil bilimi, gramer konularında ciddî eğitimler alır.

Buhara, Harizm, Horasan, İsfahan, Bağdat, Mekke, Şam ve Cürcaniye şehir ve bölgeleri arasında mekik dokur. Hem ders alır, ilim öğrenir hem de ders verir, öğrenci yetiştirir. Hayâtı boyunca hoca seçmede de öğrenci kabûlünde de çok titiz davranır.

Tahta bacakla, yüksünmeden, büyük bir azim ve inançla, aşkla kıtalar arası ilim seferleri düzenler.

Kendini Beğenme Halleri

Genç yaşta öğrenilenler, çevre tarafından takdîr edilmeler, engelliliğe rağmen koşturmacalar insanda farklı bâzı duygular uyandırabilir. İrâde ve duygu kontrolü olmazsa büyük bir enâniyet devreye girebilir. Tıpkı Zemahşerî’de olduğu gibi.

Devlet adamları ile temas kurmaya başlar. Onlara mektuplar gönderir. Övgü dolu şiirler yazar. Bir âlim olarak kendi varlığından haberdâr etmek ister. Bu dönemlerde bilinmeyi, görünür olmayı, şöhreti çok önemsemekte, popüler olmayı arzu etmektedir. Hırçındır. Kibirlidir. Makam ve mevki arzusu onu yakıp yıkmaktadır.

Müktesebâtı ile büyük bir âlim olmuştur ama ilmin gerektirdiği tevâzu henüz görünmemektedir. Tâ ki bir rüyâ görünceye kadar…

Bir Hastalık ve Rüyâ

Yaş kırkın ortalarını bulmuştur.

Bu yaşlar, kemâlâtın göstergesidir.

Zemahşerî ciddî bir hastalığa yakalanır. Uzun süre tedâvi görür. Ve bir gün bir rüyâ görür. Ne gördüğünü bilmiyoruz ama çarpıcı ve kemâlâtı zirveye taşıyan bir rüyâ olduğu anlaşılmıştır.

O rüyâyla birlikte dünyâya âit makam, mevki, şöhrete dâir ne varsa silinir. Tamâmen silinmese bile törpülenir ve etkisiz hâle getirilir bu duygular.

Hiç kimseden bir beklentiye girmez.

Artık yeni bir bilinçle yola çıkar. Bambaşka duygularla. Bağdat’a uğrayıp biraz kaldıktan sonra hedeflediği Mekke’ye varır.

Olgunluk devri başlamıştır. Artık ömrünün sonuna kadar kanâatkâr ve vakûr bir yaşam sürmüştür.

Ömür Boyu Süren İlim Aşkı

Gençliğinde bir insanın ilim yolculukları yapması belki normal karşılanabilir. Ancak o, ilerleyen yaşlarında da bu âdetini sürdürdü. 66 yaşında iken onu Bağdat’ta yeniden görüyoruz. Nizamiye Medresesi’ne giderek bazı hocalardan ders ve akabinde icâzet almıştır.

Arabistan’a geldiği ilk zamanlarda da pek çok kabîleyi, köyleri, çölleri adım adım gezmesi, âlimlerle ve çöl insanlarıyla görüşmesi, saf Arapça’yı kavraması, bolca şiirler öğrenmesi çok mânidardır. Zâten var olan Arap dili ve edebiyatı bilgisine bu öğrendikleri de büyük katkı sağlamıştır.

Arapça’ya olan bu hâkimiyeti onu, Araplara meydan okumasına kadar götürmüştür.

Bir gün, Ebu Kubeys tepesine çıkar ve kalabalığa şöyle seslenir:

“Ey Araplar! Gelin, atalarınızın dilini size öğreteyim.”

Fıkıh ekolü olarak Hanefî idi. Ancak îtikâdî konularda Mutezile mezhebini tercîh ederdi. Hattâ bundan dolayı iftihâr ederdi. Bu duruma rağmen mezhep taassubu olmayan bir âlimdi. Hem talebeleri hem de hocaları arasında mutezilî olmayanlar çoğunluktaydı.

Dev Eserler Bıraktı

60’a yakın eser verdi. Eserlerini hep Arapça yazdı.

En büyük eseri Keşşaf isimli tefsîridir. Mekke’ye ikinci gelişinde dostları, bir tefsîr yazması gerektiğinde ısrarcı oldular. Ve iki yıl dört ay sonunda eser bitmiştir. Keşşaf, dirâyet tefsîrinde târih boyunca temel eser olarak başvuru kaynağı olmuş ve belâgatte de zirve kabûl edilmiştir.

Dindar bir âilede yetişti. Babası ve dedesi ilim ehliydi. Babası mahalle imamlığı yapıyordu. Siyâsî bir sebeple hapse atılıp orada vefât etti. Babası vefât ettiğinde Zemahşerî yirmi yaşlarındaydı.

Hiç evlenmedi. Bunda, sürekli ilim yolunda seyahatler yapması ve sâbit bir mekânda uzun sürekalmamış olması önemli bir etken olsa gerektir.

Aslen Türk olduğu kabûl edilir.

Tüm eserlerini Arapça yazmıştır.

Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî 1075’te Harizm bölgesi, Türkmenistan’ın Köroğlu ilçesi Zemahşer’de doğdu. 1144’te Özbekistan Cürcaniye’de vefât etti. Mekke’ye gittiğinde, Kâbe’ye çok yakın bir evde kaldı, âdetâ oraya sığındı, komşu oldu. Bu sebeple Allâh’ın (evinin) komşusu anlamında “cârullah” dendi. Bir lakabı da “Fahr-i Harizm: Harizm’in medâr-ı iftihârı”dır.

Artık O, İslâm ümmetinin medâr-ı iftihârı olan bir âlimdir.

 

Ocak 2021, sayfa no: 40-41-42-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak