Hepimiz biliriz: Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Hayat îman ve cihaddır. Hayâtı anlamlandıran da bu cihad rûhuyla yaşamaktır. Cihâd, kıyâmete kadar sürecektir. Cihâdın en fazîletlisi, zâlim yönetici karşısında hakkı haykırmaktır. Müslüman bir kötülük karşısında onu eliyle/gücüyle engelleyen, buna gücü yetmezse onu diliyle düzelten, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz edendir, bu ise îmânın en alt mertebesidir. Münker/kötülük/zulüm yaygınlaşırsa, Müslümanlar da onu engellemezlerse toptan Allâh’ın gazabına uğramaları ân meselesidir…
Bu gerçekler çoğumuzun bildiği evrensel hakîkatlerdir. Nübüvvet dilinden sâdır olmuş bu cümleler, insanlık târihi boyunca bi’t-tecrübe yaşanmış gerçeklerdir. Toplumun içerisinde, haksızlık karşısında susan beyinsizler oldukça, toplum çeşitli dünyevî cezâlardan kurtulamamıştır. Onun için Hz. Musâ (a.s.) peygamberin, İçimizdeki beyinsizler/bâtıl ehli yüzünden bizi de helâk eder misin Allâhım?1 endîşesi Kur’ân’da anlatılır bize.
Hakîkat âşikâr ortada iken bize ne olduysa oldu, insanlık olarak, Müslümanlar olarak dünyânın gözü önünde yıllardır süren zulme/zulümlere seyirci kalabildik. Çok azımız, çok cılız tepkiler verse de insanlık olarak zâlimin zulmünü engelleyemedik. Zâlimin acımasız zulmü karşısında cılız kaldı tepkiler. Çoğu gaz almaya yönelik gösterilerden, yerel tatmin aracı boykotlardan, hayâta geçirilemeyen söylemlerden ibâret kaldı. Öyle ya, dünyânın çeşitli yerlerinde kimi gösteriler yapılsa da o gösteri yapanların çoğunlukla ve genellikle desteklediği yönetimlerden aldığı güçle, zâlimler meydanı boş buldular, acımasızca insanlığın vicdânına saldırdılar, çoluk çocuk binlerce mâsum insanın kanına girdiler.
Dünyâ devletlerinin desteği, seyirci kalması, duyarsızlığı sebebiyle devâm eden katliamlarda biz ümmet bilinciyle hareket edemedik. Ümmet olamadık ki bu bilinçle hareket edebilelim! Çünkü gücümüzü, kuvvetimizi kaybettik, devletimizi satvetimizi yitirdik. İmâmesi kopmuş tesbîh dâneleri gibi darmadağın, çoğu zaman da birbirini yiyen, tekbirler getirerek birbirini öldürmekten çekinmeyen Müslümanlar olduk. Oysa Rabbimizin buyruğu açıktı:
Aranızdan yalnız zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının, Allâh’ın azâbının şiddetli olduğunu bilin.2 Demek ki bir toplumda zulüm yaygınlaşırsa dünyevî cezâlar yalnızca zâlimlere dokunmakla kalmaz, diğerlerine de dokunur. Zâten küresel dünyâda, gelişmelerden herkes az veya çok miktarda etkilenir. Evet bazı günahlar vardır ki zararı yalnızca işleyenlerle sınırlı kalmaz, o günahlara seyirci kalan, isyanlara zulümlere duyarsız olanlara da bulaşır. Zâlimlere gelen cezâ, gâfillere de gelir. Hadiste beyân edildiği gibi, insanlık hepsi bir gemide seyahat eden yolculara benzer. Geminin alt katındakiler gemiyi delmeye kalksalar, diğerleri buna engel olmasalar, gemi su alır, sonuçta hem gemiyi delenler hem de buna seyirci kalanlar, hepsi birlikte batarlar. Bu âyetle ilgili olarak Zübeyr b. Avvâm şöyle der: Biz Peygamberimiz zamânında bu âyeti okurduk, ama bizden bahsetmediğini, fitnenin bize bulaşmayacağını sanırdık. Ne zaman ki halîfe Hz. Osman katledildi, sonunda Müslümanlar Cemel savaşında birbirlerini öldürür oldular. Fitne, Hz. Osman’ı öldürenlerle sınırlı kalmadı, buna duyarsız ve seyirci kalanları da içine aldı.
Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurur: Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemîn ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüklerden men edersiniz ya da Allah Teâlâ, katından size öyle bir azap gönderir ki sonra ona duâ edersiniz de sizin duânıza icâbet etmez.3
Rabbimiz, güç ve kuvvetimizi kaybetme sebebini bir âyetinde şöyle açıklar:
Allâh’a ve peygamberine itâat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle berâberdir.4 Demek ki Allah ve Rasûlüne itâatsizlik, Müslümanlar olarak birbirimize düşmemize, bu ise güç ve kuvvetimizi kaybetmemize sebep olmaktadır.
İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.5 Âyet, şâyet siz müşriklerden uzak durup, inananlara dost olmazsanız insanlar arasında fitne meydana gelir, diyor. Günümüz dünyâsında nice Müslüman, birbirlerine düşmanlık besliyor, İslâm düşmanlarıyla iş tutuyor, onlara destek çıkıyor. Bugün yeryüzünde fitne ateşini körükleyenlerin ya yanında, ya arkasında Müslümanlar yer alıyor. Kimi onlara açıktan destek çıkıyor, kimi dolaylı olarak onları destekliyor, kimi de onlara hiç tepki vermeyerek, suskun kalarak işlenen cürümlere ortak oluyor ve onları cesâretlendiriyor. Sonuçta tutuşturulan fitne ateşi tüm herkesi etkisi altına alıyor. Onun için Yüce Rabbimiz, ümmete taşıdıkları kimliğin gereğini yapmalarını emrediyor ve şöyle buyuruyor:
Toptan Allâh’ın ipine sarılın, ayrılmayın.6
Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın.7
Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.8
Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allâh’ın düşmanı, sizin düşmanınız ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allâh’ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size ödenir ve size aslâ haksızlık yapılmaz.9 Demek ki Müslümanlar, düşmanlarına karşı caydırıcı güce sâhip olmak zorundadırlar. Savaşmak için değil, düşmanı düşmanlıktan caydırmak için. Tabii ki gerektiğinde de savaşmak için.
Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenâlıktan alıkoyan, Allâh’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.10 Hz. Ömer, bu âyetle ilgili olarak şunları söyler: Yüce Allah bu âyette, bu ümmetten olmanın üç temel şartını açıklıyor: İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, gerçek anlamda Allâh’a îmân etmek. Sizden bu ümmetten olduğunu iddia eden bu şartları yerine getirsin, ya da bu iddiadan vazgeçsin!
Evet, Ümmet-i Muhammed’den olmak kuru bir iddia değildir. Bu ümmetin temel özelliklerine sâhip olmak ve onları her zaman, her yerde ve her şartta taşımakla mümkündür. Yapabileceklerimizi konuşalım ve üzerimize düşeni öncelikle yapalım.
Allah bizi affetsin, bir de yapmadıklarımızı, yapmayacaklarımızı söyler mü’minlerden olduk. Halbuki bu konuda da Rabbimizin uyarısı ortadadır: Ey inananlar! Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.11
Özetle söyleyecek olursak, Ümmet-i Muhammed’e âit olmak bizim üst kimliğimizdir. Bu kimliği taşımanın bir bedeli vardır. O da doğru ve güçlü bir îmanla inanan kardeşlerimizle bir ve berâber olmak, düşmanlarımıza karşı gücümüzü birleştirmek ve birlikte hareket etmektir. Bugün selefimizin bize emânet bıraktığı ve çoğuna sâhip olamadığımız, üzerinde yaşadığımız şu topraklar dünyânın en zengin, en stratejik noktaları. Dünyâ Müslümanlarının sayısı da hiç az değil. Yapılması gereken bu gücün farkında olmak, aramızdaki küçük farklılıkları bir kenara bırakıp azamî müştereklerde buluşmaktır.
Evet, bizim bir Allâh’a inanmak, bir Kitâba inanmak, bir Peygambere bağlı olmak, aynı kıbleye yönelmek gibi çok sayıda azamî müşterek noktamız var.
Bir de her Müslüman yapabileceklerini yapmak ve öncelikle bunları konuşmak zorundadır. Her Müslüman üzerine düşeni yapmalı, sürekli birilerinden bir şeyler beklemekten vazgeçmeli, vazîfesini yapmayanları konuşmak yerine ben ne yapabilirim, ne yapıyorum ve ne yapmalıyım demelidir. Unutmayalım ki kahraman, kim var denildiğinde sağına soluna bakmadan, ben varım diyebilen, üzerine düşen vazîfeyi hakkıyla yapmasını bilen kimsedir.
Yine şu değişmez gerçeği de hatırlayalım: Toplumda bir kişinin yapması gereken bir işi, nasıl olsa birileri yapar diyerek hiç kimse yapmadı, sonuçta bir kişinin yapmasıyla rahatlayacakları iş yüzünden hiç kimse rahata eremedi.
Dipnotlar:
1 A’râf 7/155, 173.
2 Enfâl 8/25.
3 İbn Kesîr, Tefsîr.
4 Enfâl 8/46.
5 Enfâl 8/73.
6 Âlu Imrân 3/103.
7 Âlu Imrân 3/105.
8 Enfâl 8/39.
9 Enfâl 8/60.
10 Âlu Imrân 3/110.
11 Saff 61/2-3.
Kasım 2025, sayfa no: 6-7-8-9
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak