Konuyu daha iyi değerlendirebilmek için Pîr-i Türkistânî Ahmed Yesevî’nin (ö. 562/1166) Dîvân-ı Hikmet ve Fakrnâme adlı eserlerini, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’nin (ö. 690-738/1291-1337) Besmele Şerhi, Fâtiha Sûresi Tefsîri, Makâlât, Kitâbü’l-Fevâid, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, Şathiyyât, Nesâyıh-i Hacı Bektaş Velî (Nasîhatler), Hadîs-i Erbaîn, Üssü’l-Hakîka, Hurde-nâme, Emânet-i Hazret-i Pîr adlı eserlerini, yine Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’ye âit Velâyetnâme adlı eserde kendisinin şeyhi olan Lokman-ı Parende’yi, Abdal Mûsâ Sultân’ın (ö.792-812/1390-1410) Velâyetnâme’sini, Kaygusuz Abdal’ın (ö. 848/1444): Dîvan, Gülistan, Mesnevî-i Evvel, Mesnevî-i Sânî, Mesnevî-i Sâlis, Gevher-nâme, Minber-nâme, Dolab-nâme, Salât-nâme, Budala-nâme, Miğlâta-nâme, Vücud-nâme, Risâle-i Kaygusuz Abdal, Sarây-nâme ve Dil-guşâ adlı 15 eserini ve Abdal Mûsâ Sultân’ın Velâyetnâme’sinden Abdal Kef’i (Kâfi Baba’yı) okuduk ve inceledik. Ahmet Yesevî’nin, Hacı Bektâş-ı Velî’nin, Abdal Mûsâ’nın ve Kaygusuz Abdal’ın eserleri de incelendiğinde, yazdıkları her konuyu Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ve hadîs-i şerîfler ile delillendirdikleri ve konuyu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat çerçevesinde ele alıp değerlendirdikleri görülmektedir. Söz konusu otuza yakın eserde; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat anlayışında bir itikāda sâhip olan Abdallar’ın, Cuma namazı ile birlikte beş vakit namaz kıldıkları, Ramazan orucunu tuttukları, şartları uygun olanların hacca gittikleri, zekât verdikleri ve İslâm’ın diğer özelliklerini ve güzelliklerini yaşama ve temsîliyet noktasında kâmil mânâda kişiler oldukları net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Araştırmacıların da ittifâk ettiği gibi, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’nin ve Abdal Mûsâ Sultân’ın yolu ve erkânı Pîr-i Türkistân Ahmed Yesevî’nin tasavvufî öğretisi üzerine kuruludur ve “Abdal” denilince akla ilk gelen Ahmed Yesevî yolunun dervişleridir. Türkistan’da Ahmed Yesevî’nin sistemleştirdiği Yesevî ekolünün Anadolu’daki temsilciliğini Hacı Bektaş Velî, Abdal Mûsâ ve Kaygusuz Abdal başarıyla yürütmüşlerdir. Ahmed Yesevî’nin fikirlerini ve anlayışını şekillendiren ise hocası/şeyhi Yûsuf Hemedânî’dir. Yûsuf Hemedânî’nin de hocası/şeyhi Nakşibendî tarîkatının altın silsilesinde yer alan Ebû Ali Farmedî’dir. Ebû Ali Farmedî aynı zamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat (Peygamber’in (s.a.v.) ve sahabilerin (r.anhüm)) itikādı dışındaki gruplarla ömrü boyunca mücâdele eden Huccetü’l-İslâm İmam Gazâlî’nin de şeyhidir. Yâni Ahmed Yesevî, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat itikādı üzere kurulmuş Nakşî tarîkatı eğitim ve öğretimi içerisinde yetişmiştir ve şeyhi Yûsuf Hemedânî’nin kendi yerine bıraktığı Hâce Abdullâh-ı Berâkî, Hasan-ı Endâkî ve Abdülhâlık-ı Gucdüvânî gibi en meşhur halîfelerindendir. Ahmed Yesevî, şeyhi vefât ettikten sonra bir müddet şeyhinin makāmında irşad vazîfesinde de bulunmuş, mânevî bir işâret üzerine yerini Abdülhâlık-ı Gucdüvâni’ye bırakarak memleketi Batı Türkistan’daki Yesi’ye dönmüştür. Yesi’deki eğitim ve öğretim faaliyetleri netîcesi binlerce talebesi, mürîdi olmuş ve bir müddet sonra kendi adına izâfetle Yesevîlik tarîkatı doğmuştur. Ahmed Yesevî’nin yakın çevresinde doksan bin mürîdi toplanmış, bunlardan yetiştirip icâzet verdiği çok sayıda halîfesi olmuştur. İlim ve irfan dolu sînesinden doğan ve kalplere şifâ olan sâde ve anlaşılır hikmetli sözleriyle geniş kitlelere ulaşan Ahmed Yesevî, Anadolu coğrafyasını İslâm toprakları kılan Abdalları yâni Horasan Erenleri’ni yetiştirmiştir. Her türlü meslek kollarında da çalışan bu erler “Ahîyân-ı Rûm” yâni Anadolu Ahîliği’nin de kurucuları olmuşlardır.
Oğuz’un Kayı Boyu ile Abdalân-ı Rûm’un/Horasan Erenleri’nin aynı zaman diliminde Anadolu’da bulunmuş olmaları ve birlikte hareket etmeleri madden ve mânen büyük bir güç hâline gelmelerini sağlamış, gazâdan gazâya koşan Gâziyân-ı Rûm, kadınlar hareketi olan Bâcıyân-ı Rûm ve İslâm’ı Anadolu’nun en ücrâ köşelerine yayma gayret ve çabasında olan Abdâlân-ı Rûm ile Anadolu, Müslümanların vatanı/yurdu hâline gelmiştir.
Daha önce ifâde edildiği gibi Rum Abdalları ya da Abdalân-ı Rûm, Ahmed Yesevî sûfîlik yolunun ve erkânının temsilcileri olan dervişlerinin adıdır. Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet ve Fakrnâmesi’ndeki fikirlerin, Hacı Bektâş Velî tarafından Kitâbü’l-Fevâid ve Makâlât’ta tekrâr edildiği görülmektedir. Yesevî’nin Fakrnâmesi’nde bahsettiği “Dört kapı-kırk makam” anlayışının Makâlât’ın ana konularından olması da önemlidir. Söz konusu Dört Kapı olan şerîat, tarîkat, mârifet ve hakîkat istisnâsız bütün tasavvuf ekollerinin öğretilerinde olan ortak sınıflandırmadır.
Hacı Bektaş Velî, Makâlât-ı Gaybiyye adlı eserinin son kısmındaki vasıyetinde müridlerinden ve sevenlerinden Ehl-i sünnet ve’l-Cemâat’e bağlı olmalarını isteyerek şöyle demektedir: “Size vasiyetim ey oğlum! (oğullarım!) Akıldır, edeptir ve takvâdır. Tüm durumlarda geçmişlerin eserlerini izle, Ehl-i sünnet ve Cemâat’e bağlı ol. Fıkıh ve hadis öğren. Câhil sûfîlerden sakın. İmam ve müezzin olmamak şartıyla namazı cemâatle kıl. Hiçbir zaman şöhret arama ki, şöhret âfettir….”
Antalya’nın Elmalı ilçesi Genceli’de/Tekke Köyü’nde doğan Abdal Mûsâ, Velâyetnâme’sinde, dergâhın önünün çamurlu olmasından dolayı taşlı dağa “tevhîd-i erre/zikr-i erre” ile varıp, selâm verip iki rekat namaz kıldıktan sonra dağdan on iki bin taş istemesi meşhurdur ve Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde de bu konu zikredilmektedir. Tevhîd-i Erre/Zikr-i Erre/Testere Zikri, Abdal Mûsâ’nın da bağlı olduğu Yesevîliğin zikir şeklidir ve tarîkatların içerisinde sâdece Yesevîlik’te bulunmaktadır.. Ayrıca Abdal Mûsâ talebe ve müridlerini “Abdâl” lakabı ile isimlendirmekte ve onlara “Abdallar” diye hitâb etmektedir.
Kaygusuz Abdal “Beylerimiz Elvan Gölün Üstüne” adlı şiirinde de Rum Abdalları’ndan şöyle bahseder:
Beglerimüz çıkdı Avlan üstine
O(n)lar gelür Sultân Abdâl Mûsâ’ya
Urum Abdâlları hırka vü postun
Bağlar gelür Sultân Abdâl Mûsâ’ya
Bektaşîlik ve Alevîlik diye bir fikir ve öğreti ekolünden bahsedilmesinin imkânsız olduğu 13 ilâ 15. yüzyıllarda yaşayan Hacı Bektâş-ı Velî, Abdal Mûsâ, Kaygusuz Abdal ve Abdal Kef (Kâfi Baba), Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat itikādında olan zâtlardır yâni Sünnîlerdir ve 15. yüzyılda kurulan Bektâşîlik/Alevîlik’le hiçbir alâkaları bulunmamaktadır. Bu zâtları Bektâşîlik ve Alevîlik öğretisinin içerisinde göstermek ve değerlendirmek hatâlı ve kasdını aşan bir tutumdur. Anadolu’daki 13 ilâ 15. yüzyıllardaki dönem “Abdallar” diye bilinen, “Rum Abdalları” ile Abdalların kurduğu “Ahîlik” teşkîlâtı dönemidir.
Kaygusuz Abdal, Minbernâme adlı eserini, seyahatleri sırasında Cuma günü uğradığı bir câmide önce sünnet olan iki rekatlık “Tahıyyetü’l-Mescid” namazını, daha sonra Cuma namazını kıldıktan sonra yazmıştır. Ayrıca yine Kaygusuz Abdal, “Salât-nâme” adlı şiirinde beş vakit namaz dışında diğer nâfile namazları da kıldığını ifâde etmektedir. Kaygusuz Abdal’ın on beş kıtalık şiirinde; “Sabah namazı hod dörttür… öğleni on kılaram… İkindiyi sekiz kılaram… Ahşam namazı hod beşdür… Yatsı namazı on üçdür… Cuma hem bayram ikidür… Terâvih namazı yirmi… Vitir vâcibdür üç rek’at ... şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır. Kaygusuz Abdal’ın hayâtı ve eserleri incelendiğinde, Vitir namazını üç rekât kılmasından da anlaşılacağı üzere Hanefî bir derviştir ve ibâdetlerinde de bu mezhebe göre amel etmektedir. Kaygusuz Abdal’ın dînî ve tasavvufî bilgilerini Abdal Mûsâ’dan aldığı dikkate alındığında, hocası ve şeyhi Abdal Mûsâ’nın günlük ibâdetlerde ve fıkhî konularda Hanefî mezhebine mensup olduğu ortaya çıkmaktadır.
Abdal Sultan’ın halîfesi Kaygusuz Abdal’ın “Salât-nâme” başlıklı şiiri şöyledir:
SALÂT-NÂME
1. Ey Emîr Efendi bana
Dahı namâz sorar mısın
Tur haber vireyüm sana
Dahı namâz sorar mısın
2. Yanar bu yüregüm oddur
Bilmeyene müşkil dertdür
Sabâh namâzı hod dörtdür
Dahı namâz sorar mısın
3. Gâh aglaram gâh gülerem
Tanrı’dan hâcet dilerem
Ögleni on kılaram
Dahı namâz sorar mısın
4. Namâz sorıcısın bildüm
Teftîş itdüm ben de buldum
İkindiyi sekiz kıldum
Dahı namâz sorar mısın
5. Ahşam namâzı hod beşdür
Ânı kılmak bize hoşdur
Yatsı namâzı on üçdür
Dahı namâz sorar mısın
6. Gündüzle gice kırk rekat
On yedi farz yirmi sünnet
Vitir vâcibdür üç rek’at
Dahı namâz sorar mısın
7. Adumı sorsan fakıdur
Mektebde çocuk okudur
Cum’a hem bayrâm ikidür
Dahı namâz sorar mısın
8. Efendi sarıg değirmi
İşit kulagun sagır mı
Terâvih namâzı yirmi
Dahı namâz sorar mısın
9. Zâtumdan hayrân oluram
Farz ü sünneti kıluram
Bir yıllık namâzı bilürem
Dahı namâz sorar mısın
10. Câmilerde olan imâm
Bunı bilmez çoğı tamâm
Dört bin altı yüz seksen selâm
Dahı namâz sorar mısın
11. Kimine vâcibdür zekât
Kimine vâcibdür salât
Yedi bin beş yüz altmış tahiyyât
Dahı namâz sorar mısın
12. Pîrümüzden olsun himmet
Yaradan Allâh’a minnet
Yedi bin iki yüz yirmi sünnet
Dahı namâz sorar mısın
13. Tamâm oldı çünki namâz
Kimini okı kimin yaz
Altı bin yüz yigirmi farz
Dahı namâz sorar mısın
14. Kâmillerde olur ‘irfan
Göster hoca bende noksan
Vitr-i vâcibdür bin seksen
Dahı namâz sorar mısın
15. Bir namâz vardur cenâze
O da gelür bir gün bize
Kaygusuz gibi ‘akılsuza
Dahı namâz sorar mısın
1246/1830-31 yılında Antalya sancağına bağlı Elmalı kazâsındaki Abdal Mûsâ zâviyesinin denetim altına alınarak faaliyetlerinin sınırlandırılması ile görevlendirilen İzmirli Hasan Edib Efendi, “Ziyâü’d-dehr ve Cilâü’l-‘Asr” adlı kitâbında Abdal Mûsâ hakkında hürmetkâr bir ifâde kullanmaktadır. Onu Şâzelî tarîkatının büyüklerinden "güzîde-i ricâl-i Hanefiye"den biri saymakta ve onu "zübde-i ulemâ ve millet-i hanîfe-i Nakşibendiyye’den" biri olarak nitelemektedir. Aynı şekilde Hacı Bektâş-ı Velî’nin "ricâlullah" olanların kendisine tâbi oldukları bir kimse olduğunu belirterek, asıl adının "es-seyyid Muhammed" olduğunu, ancak kendi zamânında da Hacı Bektâş-ı Velî adıyla ünlü olduğunu belirtmektedir. “Hacı Bektâş-ı Velî Sultan, Orhan Gāzî zamânının büyük ve saygın şeyhlerinden biri sayılmaktadır. Nesebi yönüyle de soylulardandır. Nakşibendî büyüklerinden Abdülhâlık Gucdüvânî’nin mürşidi olan Yûsuf Hemedânî'nin halîfelerinden Ahmet Yesevî ile yakınlık ve ilgisi olan bir zât idi.” denilmektedir.
Abdal Mûsâ’nın Dervişlerine Nasîhatı
“Evvel sırrını kavî (sıkı) sakla, çok söyleme, muîn (yardım eden) ol, kavgalı yerden kaç, bilmediğin kişiye (mukarin) yakın olma, düşmanlığı sâbit olan kişi ile dost olma, bir kimsenin başına gelen musîbetine gülme, senden ulu kimselerle mücâdele etme, doğru (müstakîm) ol, musîbete sabreyle, önce düşün, (fikr idüb-düşünüb) sonra söyle, her çocuk ve kadına sır ve söz söyleme, ibâdetlere ve mala güvenme, halîm ve selîm ol, inkârcılara (münkirlere) gönül verme, evliyâullâhın sözlerini inkârcılara (münkirlere) söyleme, dünyâya fazla meyletme, bir menfaat uğruna başkasına dervişlik satma, zâhir pâdişâhına yakın olma, işin olmadan vezir ve sâir devlet adamlarının yanına varma, bana iyi desinler diye sofuluk satma, düşmanına yüz verme, her bulduğuna şükret.
Zinâ'dan uzak dur. Elden geldikçe tek başına yemek yeme, pîr-daşını gerçek kardaşın bil, evliyâ ve mürşidden ayrılma, Hak Dîvânından ayrılma, sözünde dur, vaktini boşa harcama. Hz. Peygamber (sav) ve Ali (ra) evlâdına cân u gönülden dost ol, sev, dâimâ salavât ile onları hatırla. Allah dostları ile muhabbet ederken; "Eyvallah kerem buyurdunuz" diyerek saygıda bulun. Hz. Muhammed (sav) ve Ali (ra) düşmanları olan kâfirlerle dostluk yapma, zîrâ bunların dostluğu sana fayda vermez. Sakın İmamlara ihânet edenlere "iyidür" deme. Dış görünüşünü güzelleştirme, gönlünü güzelleştir. Yoldan çıkmış, dönek, pîrsiz insanlarla yoldaş olma; zîrâ yol, erkân bozulur. Kötü olma, zîrâ bazı kimseler yirmi dört saatte bin devre girer. Sakın sen o kimlerden olma! Zîrâ o kimler bu devrelerin hangisinde bulunursa o sıfatla haşr olur, Sen Allah yolunda ol! (yalnız Allah'a teslîm ol!) vesselâm .. (Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi)
Eylül 2024, sayfa no: 68-69-70-71-72
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak