Ara

Sultânu'l-Ârifîn Hacı Bektâş-ı Velî

Sultânu'l-Ârifîn Hacı Bektâş-ı Velî

Yûnus Emre’nin sûfî dost çevresi içinde Hacı Bektâş-ı Velî’nin husûsî bir yeri vardır. Zîrâ Hacı Bektâş-ı Velî bilinmeden Yûnus’un hikâyesi anlaşılamaz. Yine onu tanımadan Anadolu’daki hiçbir sûfî oluşumu ve şahsiyeti tanımak da mümkün olmaz. Bu yüzden önce Hacı Bektâş-ı Velî kimdir ona bakalım. 

Hacı Bektâş-ı Velî, 1207’de Horasan’ın merkezi Nişabur’da doğar. Nişabur’da medrese eğitimi görür. Ahmet Yesevî’nin halîfelerinden Lokman Perende tarafından bir Yesevî dervişi olarak yetiştirilir. Daha sonra kendisine halîfelik alâmetleri olan tâc, şamdan, seccâde, sofra ve alem verilerek Anadolu’ya gönderilmiştir. Bu geliş, tabiî tek başına olmamış, oymağı ile birlikte olmuştur. Anadolu’ya gelince de Suluca Karahöyük’te bir dergâh kurmuştur. Fakat Ahmet Yesevî’nin 1166’da vefât etmiş olması bu hikâyenin kurgu oluşunu göstermektedir. Anadolu’ya gönderilmesi bizzat Yesevî tarafından olmasa bile onun misyonunu taşıyan bir isim olması böyle bir kurguya imkân vermiş olmalıdır. 

Hacı Bektâş-ı Velî, Anadolu’ya gelince burada devrin ünlü sûfîleri Mahmud Hayrani, Ahî Evran gibi isimlerle ilişkiler kurar. Buna bu civarda yaşayan gayr-ı müslimlerle olan ilişkileri de eklenmelidir. Moğollar’la da barışçıl ilişkiler kurmuştur. Böylece o dönemin karmaşık yapısı içerisinde birleştirici bir rol oynar. Meselâ 1239’da başlayan ve Anadolu tasavvufî hayâtında da büyük bir kaosa sebep olacak olan Babaîler isyânına katılmaz. Mevcut karmaşık siyâsî ortam içinde barışçı bir yol izler. Yaşadığı bu küçük yerde tıpkı Yûnus Emre gibi halk kesimine hitâb eder. İrşad derslerinin dışında münzevî bir hayâtı vardır. Kimi zaman bir mağarada inzivâ hayâtı yaşar kimi zaman köyün hayvanlarını otlatır. Bu küçük detay, onun da emeği ile geçinen bir sûfî olduğunu gösterir. İşte onun bu yaklaşımı her iki kesimden bâzılarının da Müslüman olmasını sağlamıştır. 1271’de ise o zamanlar Suluca Karahöyük sonradan kendi adını alan Hacıbektaş ilçesinde vefât eder.

Asıl önemli hizmeti ise, yetiştirdiği dervişlerle Anadolu ve Rumeli havâlîsini irşâd etmesidir. Onu çok geniş bir kitleye tanıtan ise Hacı Bektâş’ın yakını olup onun vefâtından sonra zâviyenin başına geçtiği rivâyet edilen Abdal Mûsâ olmuştur. Ondan geriye ise Makâlât, Tefsîr-i Fâtiha, Şathiyye, Şerh-i Besmele, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, Kitâbu’l-Fevâid gibi eserleridir. Daha sonra adına kurulan Bektâşîlik tarîkatı ise onun isminin etrâfında yaygınlık kazanınca Hacı Bektâş ismi bu tarîkatla birlikte anılır olmuştur.

Hacı Bektâş’ın Sûfî Kimliği

Buraya kadar verilen bilgiler, menkıbelerin söylediği bilgilerdir. Onun târihî hayâtına ve şahsiyetine dâir ise fazla bir mâlûmât ne yazık ki yoktur. Böyle olduğu için ve o dönemin karmaşık yapısı dolayısıyla, mensûbu olduğu irfan mektebi konusunda da bir hayli kafa karışıklığı mevcuttur. Kimi araştırmacılar, özellikle “Makâlât” adlı eserinden hareketle onu müteşerri’ bir sûfî kabûl ederken kimileri de onu, onun vefâtından sonra kaleme alınan menkıbe kitaplarından ve onun adına 16. Asırda Balım Sultan tarafından kurulan Bektâşîlik tarîkatının bu menkıbelerdeki anlatımlara göre şekillenen gayr-ı Sünnî yapısından dolayı başka bir düşünce ve inanç zemîninde ele alırlar. Yine menkıbevî bilgiler onu on iki imam soyuna nisbet ederek seyyid olarak görürler.

Yûnus Emre ile Münâsebeti

Hacı Bektâş-ı Velî ile Yûnus Emre arasında bir münâsebet var mıdır sorusunun cevâbına ise Bektâşîlik menkıbelerinin toplandığı Velâyetnâmede rastlarız. Bu eserde hem Yûnus Emre’ye hem de mürşidi Tapduk Emre’ye dâir mâlûmât yer alır. İki ismin tanışmaları ise şöyle olmuştur: Bir kıtlık yılında Yûnus, buğday istemek üzere Hacı Bektâş’ın huzûruna çıkar. O da Yûnus’un saf ve temiz bir gönle sâhip olduğunu görünce ona buğday yerine tasavvufta mânevî bilgi, yardım anlamına gelen nasîbi (himmet)  teklîf eder. Hacı Bektâş, nasîbin miktârını ne kadar artırsa da Yûnus bu teklîfi kabûl etmez ve buğdayda ısrâr eder. Buğdayı alıp Sarıköy’e dönerken yolda hatâ yaptığını anlayarak dönüp nasip talep etse de bu isteği kabûl görmez ve nasip istiyorsa Tapduk Emre’ye gitmesi söylenir. 

Bu menkıbede ayrıca “Sivrihisar’ın güneyinde Sarıgök yâhud Sarıköy diye bilinen bir köy bulunmaktaydı. O köyde doğmuş olan Yûnus Emre adında biri var idi. Mezarı da o yerdedir.”  şeklinde yer alan bilgiler ise Yûnus Emre’nin doğum ve vefât yerine dâir açıklamaları da ihtivâ etmesi açısından bir hayli önemlidir.

Bunlar menkıbevî bilgilerdir. Gerçekte Hacı Bektâş-ı Velî ile Yûnus Emre arasında böyle bir görüşme olmuş mudur bunu belgelere dayalı olarak söylemek mümkün görünmemektedir. Bu yüzden bu konu uzmanlarca kesin bir sonuca bağlanmış değildir. Konuya târihsel olarak baktığımızda ise şunu görürüz: Hacı Bektâş-ı Velî, 1271’de vefât etmiştir. Buna göre Yûnus 1240’da doğduğuna göre onun vefâtında 31 yaşındadır. Onun menkıbeye göre Hacı Bektâş’a genç yaşlarında gittiği dikkate alınırsa zaman olarak bu görüşmenin mümkün olabileceği söylenebilir. Fakat burada başka bir sorun vardır. O da Yûnus’un şiirlerinde ondan isim olarak bahsetmemesidir. Yalnız Yûnus’a atfedilen “Âl-i Osman oğluna hüküm yürüten/Nazarilen dağı taşı eriten/Binüp cansız duvarları yürüten/Hacı Bektâş derler velî’yi gördüm”nefesinin gerek Yûnus’un Dîvânı’nda bulunmaması, gerekse dilinin çok yeni olması sebebiyle Yûnus’a âit olmadığı uzmanlar tarafından kabûl edilmektedir. Bu yüzden kimi uzmanlar bu görüşmeyi, Yûnus’u Hacı Bektâş’ın tarîkat silsilesine bağlamak için kurgulanmış bir hikâye olarak görürler. 

Durum böyle olsa bile Yûnus’un o dönemde Anadolu’da çok meşhûr olan Hacı Bektâş-ı Velî’yi hiç duymamış olması düşünülemez. Bir görüşmeleri olmasa da tasavvuf anlayışlarında büyük bir benzerlik vardır. Bunun en önemli delîli ise Yûnus Emre’nin, hem Ahmet Yesevî’de hem Hacı Bektâş’ta görülen “Dört kapı kırk makam” anlayışına bağlı bir sûfî olmasıdır. Bu konuda müstakil bir eseri olmasa bile dîvânında buna dâir “Şerîat tarîkat yoldur varana/Hakîkat ma’rifet andan içerü” gibi söyleyişlere rastlanır. Aynı şekilde şiirleri arasında da müşterek söyleyişler görülür. Meselâ kendini bilme meselesi, ikisinde de çok önemlidir. Bu konuda Hacı Bektâş “Harâret nardadır sacda değildir/Kerâmet hırkada sacda değildir/ Her ne ararsan kendinde ara/Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir” derken Yûnus da aynı bağlamda “İlim ilim bilmektir/İlim kendini bilmektir/Sen kendini bilmez isen/Ya nice okumaktır.” Ya da “Dervişlik dedikleri hırka ile tâc değil/Gönlünü derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil” diyerek aynı anlamda sözler söylemektedir.

Tapduk Emre ile Münâsebeti

Yine Yûnus Emre-Hacı Bektâş-ı Velî münâsebeti Tapduk Emre üzerinden de okunabilir. Zîrâ Tapduk Emre, aynı menâkıbnâmede Hacı Bektâş’la münâsebetli biri olarak gösterilir. Zâten öyle olmasa Yûnus’u ona irşâd için göndermezdi.  Velâyetnâme’de anlatılan şu hikâye de bunu gösterir: “Hacı Bektâş Rum ülkesine geldiğinde buraya önceden gelmiş erenler, ona ‘hoş geldin’ demeye geldiler. Lâkin Emre adlı bir eren, Hacı Bektâş’ın velîliğinin kanıtını görmeden buraya gelmek istemez. Hacı Bektâş-ı Velî, Sarı İsmâil’i gönderip Emre’yi yanına dâvet eder. “Yâ Emre, duyduk ki, dostlar dîvânında, erenler cem olup nasip ulaştırdığı vakit, Hacı Bektâş adında bir kimseyi görmedik demişsiniz. O yüce dostlar cem’inde, destur dağıtan elin nişânı vardır. O nişânı gördünüz mü?” diye sorar. Emre şöyle der: “O dîvânda, yeşil perde arkasından bir yeşil el çıktı, bize destur ulaştırdı. O elin avuç içinde, yeşil bir beni vardı. Eğer o yeşil beni görürsem tanırım. Onu da, erenlerin en üstünü olarak kabûl ederiz.” Hacı Bektâş Velî, Hz. Ali’nin simgesi yeşil bir ben bulunan el ayasını gösterdiğinde, Emre “Tapduk Hünkârım” diye haykırır. Böylece adı sâdece Emre iken Tapduk Emre olur.” Bu menkıbe bizi, Tapduk’un Hacı Bektâş’a intisâb ettiği ve zâten Tapduk adını da bu vesîle ile aldığı bilgisine götürür.

Sonuç olarak ikisi arasında menkıbede anlaşıldığı şekilde bir görüşme olmamışsa, aynı yaşlarda olmasalar bile çağdaştırlar. Bu yüzden birbirlerinden habersiz kalmaları söylenemez. Bundan dolayı Hacı Bektâş-ı Velî’yi Yûnus Emre’nin sûfî çevresinden biri olarak görmenin doğru olacağını düşünüyoruz.

Kaynakça

Abdülbaki GÖLPINARLI: Yûnus Emre Risâlat’al Nushiyye ve Dîvân, İstanbul 1965

Abdurrahman Güzel: Hacı Bektâş Velî El Kitabı, Ankara 2011

Ahmet Yaşar Ocak: Hacı Bektâş-ı Velî, İslam ansiklopedisi, 14. Cild, İstanbul 1996

Hamiye Duran:  Hacı Bektâş Velî, http://teis.Yesevî.edu.tr/madde-detay/haci-bektas-velî

Necdet TOSUN: Yûnus Emre Rifâî, Hacı Bektâş Vefâî, Tasavvuf İlmi Akademik Araştırma Dergisi, sayı 31, İstanbul 2013

Mayıs 2021, sayfa no: 42-43-44-45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak