Ara

Sultānu’l-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (ks)

Sultānu’l-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (ks)

Bâyezîd-i Bistâmî, tasavvufun doğuş devrinde yaşadı.”

Süleyman Uludağ

Yûnus Emre’nin şiirlerinde atıf yaptığı isimlerden biri de ilk büyük sûfîlerden olan Bâyezîd-i Bistâmî’dir. Hayâtı hakkında çok fazla bilgi sâhibi olamadığımız bu büyük velî, daha çok menkıbeleri ve şiirleri ile tanınmaktadır. Bu bilgilerden hareketle söyleyecek olursak asıl adı Ebû Yezid Tayfur İbni İsa Sarahan’dır. Bāzı kaynaklara göre 777 yılında İran’ın Horasan eyâletine bağlı Bistâm kasabasında doğmuştur.

Bâyezîd-i Bistâmî, Mecûsî iken Müslüman olan bir dedenin torunudur. Babası ve annesi de dedesi gibi çok dindar şahsiyetlerdir. Böylesi bir âile ortamında doğup büyüdü. Devrin ünlü âlimlerinden ilim tahsîli yaptı, fıkıh konusunda derinleşti. Daha sonra pek çok âlim gibi o da tasavvufa yöneldi ve Ebû Ali es-Sind’in dervişi oldu. Şia kaynakları onu kendilerine yakın göstermek için Ca‘fer es-Sâdık’ın talebesi olduğunu söyleseler de genel kabûl onun Sünnî-Hanefî olduğu şeklindedir. 

Tasavvufi Anlayışı

Bâyezîd-i Bistâmî, tasavvufun bu ilk devresinde tevhîd anlayışına getirdiği yorumlarla tanınmaktadır. Ona göre dünyâya geliş sebebimiz Hakkʼa kulluk ve mârifetullah’tır. Başka bir ifâdeyle Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilmektir. Bu da tevhîd demektir. Tevhîd inancı, akılla idrâk edilen bir inançtır ama vicdanla da idrâk edilmelidir. Bu da zevk hâli ile mümkün olur. Onun öncülüğünü yaptığı bu anlayış akıl ile gönlü, dolayısıyla aklî bilgi ile zevkî bilgiyi birleştiren bir anlayıştır. Böyle yapan biri ibâdet ve tefekkürle bu yolda mesâfe alırken aşk ve coşku hâliyle kendinden ve varlık âleminden sıyrılıp Hakk’ta kaybolur.

İşte kişi, bu mânevî yolculukta gaybet (kalbin kendisine gelen mânâlarla meşgûl olarak, etrafında olan şeylerden habersiz olması), sekr (kendinde olmama hâli), fenâ (Allâhü Teâlâ'dan başka her şeyi unutmak), bekā (kötü huyların yerini güzel huy ve iyi davranışların alması), cem (her şeyi Allah’tan bilerek halkı yok, Hâlik'ı var görmesi) gibi duraklardan geçerek tevhîdî zevke ulaşabilir. Bu zevk makāmına erişen ise ortada kendine dâir bir benlik göremez. Yine başka bir varlığın da olduğunu kabûl etmez. Çünkü her şey Bir’de birleşmiştir.

Fakat bu coşku hâlinde aklın hemen kabûl edemeyeceği sözler de söylenebilmektedir. İşte bu sözler bunları anlayamayanlar tarafından tepkiyle de karşılanmış ve kendisi bu yüzden pek çok kez memleketinden uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Aslında o, şerîat hassâsiyetine sâhip bir isimdi. Meselâ mürşid olacak kimseyi tanımak için söylediği şu söz onun bu tarafını en açık şekilde gösterir: “Kendisine gökyüzünde uçma veya bağdaş kurma kerâmeti verilen kimseye hemen kalkıp aldanıvermeyin. Önce onun emir ve nehiy çizgisindeki yerine, şer’î hudûda riāyetteki durumuna bakın.” Yine onun “Falan zât su üzerinde yürüyor, havada uçuyormuş” denilince, “Balıklar da kuşlar da aynı işi yapıyor” demesi şerîatın hükümlerine bağlılığını, meseleyi kerâmet meselesi olarak görmek yerine îman ve ahlâk meselesi olarak gördüğünü göstermektedir. 

Bâyezîd-i Bistâmî, yaşadığı devirde ve sonraki asırlarda Hallâc, Şiblî, Harakanî, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Nifferî, Senâî, Attâr, Câmî, İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız, Mevlânâ, Yûnus Emre gibi büyük mutasavvıfları etkilemiş bir isimdir. Buna rağmen geride yazılı bir eser bırakmamış, düşünceleri etkilediği isimlerle devâm etmiştir. Onun söz ve şiirlerini ihtivâ ettiği rivâyet edilen bāzı risâleler ise Abdurrahman Bedevî tarafından “Şatahâtü’s-sûfiyye” adlı eser içinde neşredilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir: 

  • Çok zikir; adedi fazla olan değil, gafletten sakınarak ve huzûrla yapılan zikirdir.
  • Tasavvuf; nefsânî arzulardan temizlenmek, kalbi Cenâb-ı Hakk’a râm etmek, bütün güzel vasıflarla ahlâklanmak ve dâimâ Allâh’ın rızāsı istikāmetinde olabilmektir.
  • Hayat ilimdedir, rahat mârifettedir, zevk zikirdedir, şevk âşıkların yurdudur.
  • Yaptığı ibâdet ve tāatlere bakıp kendini beğenmek, o ibâdeti hiç yapmamak günâhından bin kat daha fenâdır.
  • Muhabbet, kendi yaptığın çok iyiliği az, dostunun yaptığı az iyiliği çok görmendir.

Vefâtı da 850’de memleketinde olmuştur. Türbesi Bistâm’dadır. Yolu bir ara Anadolu’ya da düşmüştür ve Kırıkhan ilçesi yakınlarında bir süre kaldığı için burada da bir makāmı bulunmaktadır.

Yûnus Emre ve Bâyezîd-i Bistâmî

13. asrın büyük sûfî şâiri Yûnus Emre, Bâyezîd-i Bistâmî’ye özel bir muhabbet duyan isimlerin başında gelir. Zîrâ ikisi arasında tasavvufu anlama konusunda büyük bir müştereklik vardır. Her ikisi de tasavvufun esâsının tevhîd olduğunu söylemekte, nihâî noktada onu aşk ve coşku meselesi olarak anlamaktadırlar. Bu yakınlığın ve müşterek görüşlerin bir göstergesi ise Yûnus Emre’nin Dîvân’ında üç beyitte ondan bahsediyor olmasıdır.

Bunlardan ilki “Ezelî bu ışkı ben bu mülke sürüp geldüm/Biridüm anda şeksüz uş yine bire geldüm” beytiyle başlayan şiirinde görülür. Yûnus Emre, bu şiirinde Hz. Mûsâ ve Tur dağı konusuna atıf yaptıktan sonra “Tûr-ı münâcât bana turdugum yirde olur/Benem bugün Bâyezîd uş gizlü sırra geldüm” beytinde onun adını anar. Tur dağı bilindiği gibi Hz. Mûsâ’nın memleketine dönerken Cenâb-ı Hakk’la konuştuğu ve bāzı özel haller yaşadığı yerdir. Yûnus Emre, kendisinin böyle bir buluşma hâlini her an her yerde yaşadığını söyledikten sonra “Benem bugün Bâyezîd” diyerek kendisini onunla özdeşleştirmekte ve bu hal içinde gizli sırra (hakîkatin sırrına) vâkıf olduğunu söylemektedir. Bu da Yûnus Emre’nin Bâyezîd Bistâmî’yi tevhîd sırrına eren isimlerden biri olarak kabûl ettiğini göstermektedir.

Yûnus Emre Dîvânı'nda Bâyezîd Bistâmî’nin adının geçtiği ikinci beyit ise “Benem Ma'rûf-ı Kerhî Bâyezîd u Şiblî hem/ Devir içre Mansûr'un devrânıyam” şeklindedir. Burada da diğer beyitte olduğu gibi kendisinin Bâyezîd-i Bistâmî’nin sırrına vâkıf olduğunu söylemekte fakat özdeşlik kurduğu bu isme Ma'rûf-ı Kerhî, Şiblî ve Mansur isimlerini eklemektedir. Bu isimlerin de anılması onun bu ilk dönem tasavvufuna dâir okumalar yaptığı ve kendi anlayışını inşâ ederken onlardan faydalandığı şeklinde bir sonuç doğurmaktadır.

Üçüncü beyit ise “Cüneyd-i Bagdâdî vü Şiblî vü Ma‘rûf-ı Kerhî/Anlar vardı bu yolı şimdi ol erkân kânı” şeklindeki Cüneyd-i Bagdâdî vü Şiblî vü Ma‘rûf-ı Kerhî’ye atıftan sonra “Bâyezîd-i Bestâmî yidi kat gök seyrânı/Ol erenler sultânı gevher-i ma‘den kânı” beytinde onun adını anmaktadır. Buna göre Yûnus Emre onu “Erenler sultānı” olarak görmekte ve hakîkat mādeninin incisi olarak değerlendirmekte ve “Kânı” ifâdesiyle bu büyük isimlerin bugün hayatta olmayışlarından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir. 

Bâyezîd ismi Âşık Yûnus mahlaslı şiirlerde de geçer. “Dervîşin birisi Bâyezîd Bestâm/Dervîşlikde buldum derdime dermân/Dervîşler yoluna cânımız kurbân/Dervîşlik ne güzel sultânlık imiş”. Diğerlerine göre daha yalın bir söyleyişe sâhip bu dörtlükte de derviş olmanın sultanlık olduğu, derde dermânın ancak derviş olarak bulunabileceği söylendikten sonra dervişlerden birinin de Bâyezîd Bistâmî olduğu söylenilerek onun dervişlik hâline vurgu yapılmaktadır. Bu da gerek Yûnus Emre’nin gerekse Âşık Yûnus’un Bâyezîd Bistâmî’ye çok özel bir değer atfettiklerini göstermektedir.

Kaynakça
Mehmet Yavuz Şeker, Vahdet-i Vücûd Ekolü Öncesi Sûfîlerin Tevhîd Konusundaki Pozisyonları: Bâyezîd-i Bistâmî’nin Tevhîd Anlayışı, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi Cilt: 5, Sayı: 4, 2016 Sayfa: 1083-1102
Süleyman Uludağ, Bâyezîd-i Bistâmî, TDV İslam Ansiklopedisi, c.5, s. 238-241, İstanbul 1992
Ahmed b. Hüseyin B. eş-Şeyh el Harakani, Ariflerin Sultānı Bâyezîd-i Bistami | Hayâtı ve Menkıbeleri

Mart 2024, safya no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak