Cenâb-ı Hakk bir kulunu severse, Hızır'ını da İlyas'ını da ona yoldaş eder: Nitekim, İbrahim bin Edhem Hazretlerini (k.s.) sarayının çatısında devesini aratmak üzere gönderdiği bir kuluyla uyanıklığa sevketmiştir. Sadıklarla beraber olmak, sadıkların yolundan yürümek önemlidir. Üzeyir aleyhisselamın merkebi sırf onunla yoldaş olduğu için cennete koç şeklinde alınacaktır, İbrahim aleyhisselamın buzağısı, Belkıs'ın hüdhüdü hep yoldaşları sayesinde hayırlara ulaşmıştır. Cenâb-ı Hakk bir kulunu severse, kendini kendine vâiz eyler: Kişi, kendi kendine vaiz olursa bir Allâh dostunun dediği gibi hamama giderken bile tefekkür eder: Haram işlenen bir yere bile girerken bedel ödüyoruz. Ya Allah'ın (c.c.) sayısız nimetleriyle dolu cennete bedelsiz nasıl gireriz? Üstadımız, (k.s.) şelale karşında tefekkür eder; 'Taştan su çıkıyor da şu et olan gözden yaş akmıyor." deyip ağlardı. Sami Sultanımızın İçmelerde bıçağı kayboluyor; bulunduğu hâlde "Başkasının da böyle bir bıçağı olabilir diye almıyor. Üstadımız, kendisine bir zemzem bidonu hediye eden evladından senelerce her kaşılaştığında, "Oğlum Ali, helâl et" diyerek helâllik istiyor. İşte büyüklük budur! İnsanı Allâh katında yücelten tefekkür budur! Yerden taşı kaldırmak, sadakadır, sünnettir. Fakat o taşı "Bu taşı kaldırıyorum ama beni Allâh'ımın yolundan alıkoyan nefsimin arzularını da böyle kaldırabildim." diye düşünmek ibret almaktır, tefekkür etmektir, Allâh'ımızın ahlâkına yaklaşmaktır. Bütün bunlar için kişiye ibret nazarı lâzımdır. Hak her yerde kâimdir; hâzırdır, nâzırdır. Mülk Suresinde ne güzel anlatılmıştır. "..Göz zelil olarak geri döner" Yüce Mevlamızın yaratışında en ufak bir eksiklik bulamayız. Fakat irademizi şerre kullanırsak hakkı göremeyiz. Bir Emevi şakisi Ibni Abbas'a (r.a.):"Bu Beni Haşim'e ne oluyor ki yaşlanınca âmâ oluyorlar." diye kinayeli söz ediyor. Cevabını da şöyle alıyor:"Behey Emevi şakisi! Size de ne oluyor ki gönül gözleriniz kör oluyor?" Allâh'ımızın razı olmadığı şeylere bakmakla gönül gözü kör olur. Gözün perdesi, kulağın tıkacı vardır; hakkı gördürmez ve işittirmez. "Bu gözler kör olmaz; fakat kalblerdeki gözler kör olur." Onlar (Kalb gözleri görmeyenler) hayvandan da daha aşağıdırlar." emr-i ilahisi vuku bulur; harama bakan kişinin can kulağı, gönül gözü işlemez hâle gelir. Basiret gücü, ancak sakınanlara verilir: Sivasta Şarkışla'da Bekir Efendi diye sufi-meşreb bir zat varmış; herkes onun peşine takılırmış.. Niye? Çünkü kalb bilerek veya bilmeyerek gönlünden nur akan insanları arar. Yine Sivas'ta İsmail Hakkı Efendi vardı. Sohbetten sonra çay getiriyorlar. İçmeyin, bu gafletle hazırlanmış, diyor. Yeniden demliyorlar. Şimdi içebilirsiniz: Bu, rabıta ile gözyaşıyla kaynamış, diyor. Allâh'ın velîleri kimdir? Ahiret amellerini tercih eden ve görüldüğü zaman Allâh'ı c.c. hatırlatan kullardır. Bir insan Allâh'ımızın dostuysa, ona baktığın zaman yıkanırsın. Tıpkı azaların su ile ağardığı gibi onların kalblerinden çıkan nur ile bütün manevi azaların yıkanır, nurlanır. Su kaynadığında nasıl içindeki mikroplar ölüyorsa, İlahi muhabbet sahibi bir Allâh dostunun kalbi karşısında da gönüldeki haset, kibir, riya, gıybet, şehvet, tama', benlik mikropları kırılır gider. Onlarla oturan şakî olmaz; her cihetlerini rahmet-i İlahiyye kuşatır. Toprak gül ile beraber olduğu için gül gibi kokar. Şeybân-ı Râî Hazretleri bir çoban; fakat mezhep imamları dizinin dibinde yetişiyor. Büyük âlimler ona padişahlar gibi hürmet eder, dört mezhebin yerleştiremediği mes'eleleri ona sorarlarmış. Bir gün huzurda soruyorlar:"Hangi amel efdaldir?" Şöyle cevap veriyor:"El-ilmu billâh! Amellerin en faziletlisi, Allâh'ı bulmayı sağlayan ilimdir!" İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri sohbet meclisine gittiğinde gizli yerlere otururmuş. Öyle dinler öyle etkilenirmiş ki kalktığı yerden gözyaşları sebebiyle sanki su dökülmüş gibi su birikintileri oluşurmuş. Hâl ilminden bilmeyen zevat, İmam Hanbel Efendimiz'e (r.a), sorarlarmış:"Sizin gibi bir âlim zat, evladının eğitimini niye bir çobana bırakıyor?" Dermiş ki:"Bizim dil ile anlattığımızı, onların yaşadığını gördüğümüz için.." Bu zât, Fatiha Suresi'ne öyle 7 mânâ verirmiş ki bütün âlim bilinen zâtlar hayrette kalırmış. "Zahiri bir tahsili olmayan bir çobana bu ilim nereden geliyor?" diye sorarlarmış Ahmed bin Hanbel Hazretlerine:"Allâh (c.c.) ilim vermediğine velayet de vermez." buyururlarmış. Bu ilim, marifetullahtır; Allâh'ı bilme, tanıma ilmidir. Kadın ve erkeğe farz olarak hadis-i şerifte buyrulan ilim de budur. Yoksa bize Allâh'ı, ahireti, hesabı unutturan şeyin adı değildir ilim.'Sami Sultanımızın:"Evladım! Marifetullahı tahsil için okuyunuz'emirleri, bizim hayatımızın dönüm noktası olmuştur." Tasavvuf yolunda insana bir kuyumcu hassasiyeti gerekir. Bu yoldaki bütün incelikler edeblerden geçer. İbret ile bakmak, tefekkür etmek ve o ince anlayışı hayatımıza geçirmek en büyük edebdir. Müferridûn, Mukarrebûn, Üçler, Yediler, Kırklar., bunlar, hayırlı insanlarla beraber olan, ahlaklarını Allâh'ımızın ahlakına uyduran insanlardır. Zaten sufi demek, güzel ahlâk sahibi insan demektir. Bugün Hindistan'da 500'ün üzerinde emaret makamında meşayıh evladı var. İmam Rabbani Sultanımızın tasarrufudur bu. "Vakit bir kılıçtır; sen onu doğru kullanmazsan o seni keser." denilmiştir. Kabri düşünerek yatmak, uyanınca nasıl dirileceğini hatırlamak vaktin değerini anlamak için insana tefekkür olarak yeter. Rabbimiz bizleri insan simasında kaldırsın; yüzün döndürüleceği o 12 hayvani sıfattan bizleri muhafaza buyursun. Razı olduğu kullarının hürmetine, sevdiği, seçtiği, yakınlaştırdığı kullarıyla daim beraber olmayı bizlere de nasib eylesin inşaallah.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak