Ara

Sûfî Miskin(mi)dir?

Fatih Çınar[1]  Her fikrin, her sistemin insanın mutluluğa/huzura ulaşmasını temin edebilmek için dile getirdiği farklı yöntemler vardır. Kimi sistemler dünyevî zevkleri insanlara hedef göstererek onu mutlu etmeyi amaçlarken kimileri ise sadece mânevî hedeflerle insanın doyuma ulaşacağı fikri ile sistemlerini geliştirmişlerdir.[2] İslâm ise insanın öncelikle dünyevî ve uhrevî hedefleri ile anlam arayışı arasında durması gereken noktayı tespit etmiş ve insanın ancak bu noktadan hayâta baktığı sürece huzur ve mutluluğa ulaşabileceğini söylemiştir.[3] Birçok âyet ve Hz. Peygamber’in (sav) hayâtında[4] ‘mü’minin dünyâya bakışı’ ve ‘anlam arayışı’ açıkça gözler önüne serilmiştir. Bu penceren bakıldığında İslâm’ın, hiçbir zaman dünyâyı ‘toptan iyi’ veya ‘toptan kötü’ şeklinde kategorize etmediği anlaşılmaktadır. İslâm’a göre mü’min, dünyâ ve âhiret arasında dengeli bir hayat yaşamalı ve her ikisine de gerektiği kadar değer vermelidir. Kur’ân ve sünnette dünyâ hayâtı geçici, oyun ve eğlence ile süslenmiş olduğu için dikkat edilmesi gereken; âhiret yurduna nisbetle değeri/faydası az olan bir yer şeklinde takdim edilmiştir.[5]   Hz. Peygamber’in (sav) vefâtından sonra baş gösteren siyâsî anlaşmazlıklar ve bunlara bağlı olarak yaşanılan sıkıntılı süreçler müslümanların dünyâya bakışlarını tekrar sorgulamalarına sebep olmuş, müslümanlar bütün bu sıkıntıların temelinde dünyevî kaygıların olduğunu düşünerek dünyâ ile münâsebetlerini yeniden gözden geçirmişlerdir. Onlar, Hz. Peygamber (sav) ve dört büyük halîfe dönemindeki müslümanların sâde, mütevâzı ve dünyânın şaşaasından uzak yaşamlarına olan özlemlerini ‘Kitâbu’z-zühd’[6] adı ile kaleme aldıkları birçok eserde dile getirmişlerdir. Özellikle nefislerini ıslah etmek düşüncesiyle dünyâya daha mesâfeli bir duruş sergileyen ‘sûfîler’ bu konuda bir hayli emek harcamışlardır.   Onların dünyânın geçiciliği, dünyevî kaygılarla âhiret yurdunu harâb etmeme ve dünyânın/nefsin istek ve arzularını körüklemesine izin vermeme gibi duygularla dünyâya olan tepkileri, birçok kesim tarafından ya yanlış ya da eksik anlaşılmıştır. Birçokları sûfîleri dünyâdan el etek çeken, dünyâyı ciddîye almayan ve başkasının sırtından geçinmeyi kendilerine âdet edinen kimseler olarak tanımışlardır. Hâlbuki tasavvuf tarihi incelendiğinde sûfîlerin dünyâya bakışları ile, yaygın bir hâlde sûfîlerin dünyâya bakışı olarak karşımıza çıkan bu görüşün bağdaşmadığı açıkça görülmektedir. Sûfîlerin dünyâyı ellerinin tersleri ile ittiği ve bu sebeple miskinlik/tembellik ile anıldığı bu bakış açısının büyük bir önyargı veya bilgisizlikten kaynaklanan bir durum olduğunu ifâde edebiliriz. Bu eksiklikleri giderebilme adına bu çalışmamızda ‘sûfîlerin miskinlik anlayışı’ ile ‘sûfîler hakkındaki miskinlik anlayışı’ arasındaki farkı gözler önüne sermeyi hedefliyoruz. Bununla târihî verilere uygun bir şekilde sûfîlerin miskinlik anlayışı hakkında doğru bilgilere ulaşmayı ve sûfîlere dâir yanlış bir kanaati tespit etmeyi amaçlıyoruz.   SÛFÎLERİN MİSKİNLİK ANLAYIŞI Gönüllerinden/kâlplerinden Allah Teâlâ dışında herşeyi çıkararak ilâhî tecellîlere mazhâr olabilmeyi hedeflerine koyan sûfîlerin bu anlamda dünyâya değer vermemelerini anlamak zor değildir. Kelime anlamı itibâriyle ‘zelil, hor ve zavallı kimse’[7] anlamına gelen miskin kavramının zaman içerisinde geçirdiği değişim de sûfîlerin ‘miskin’ oldukları yönündeki kanaatin yanlış bir noktaya gelmesinde önemli bir etken olmuştur. Sûfîler miskini ‘varlık duygusundan sıyrılan, varlığı yokluğa çeviren, kendisinde hiçbir varlık görmeyen kimse’[8] olarak tanımlarken zamanla bu kavram onların ‘dünyâdan el-etek çeken, bir lokma bir hırka anlayışına sâhip ve başkalarının sırtından geçinmeyi mârifet olarak gören insanlar’ şeklinde algılanmalarına sebep olmuştur. Miskin kelimesinin köken anlamı ile paralellik arz eden bu anlayış, sûfîlerin ‘miskin’ kavramına yükledikleri terim anlamı ile aslâ örtüşmemektedir. Sûfîler de miskin kelimesinin kök anlamı ile terim anlamı arasında derin bir bağ kurmuşlardır. Ancak geniş kitlelerde ‘miskin’ kavramı sûfîlerin kelimeye yüklediği anlam ile değil de sözlük anlamı ile anlaşıldığı için sûfîlerin tembel, zavallı ve başkalarına muhtaç kimseler olduğu kanaati oluşmuştur. Sûfîlerin, sevgisini kâlplerinden çıkartmaya ve hilelerinden kurtularak Allâh’a layık olduğu şekliyle kul olmaya çalıştıkları dünyâ ile ilgili görüşleri, bize sûfîlerin miskinlikten ne anladıklarını doğru bir şekilde îzâh edecektir.   SÛFÎLERİN MİSKİNLİK ANLAYIŞLARINI ŞEKİLLENDİREN KAVRAM: ZÜHD VE ZÜHDE DÂİR DİLE GETİRİLEN BAZI GÖRÜŞLER Sûfîlerin miskinlik anlayışları, onların dünyâya bakışlarını ifâde eden ‘zühd’ kavramına yükledikleri anlamla yakından ilişkilidir. Dolayısıyla bâzı sûfîlerin zühdle ilgili görüşlerini nakletmemiz ‘onların miskinlik’ anlayışlarını daha isâbetli bir şekilde idrâk etmemize yardımcı olacaktır.   Cüneyd-i Bağdâdî (ö.298/911): ‘Zühd, elin boş olduğu şeylerden kâlbin de boş olmasıdır.’, ‘Dünyâyı küçümseyip ve hor görüp izlerini kâlpten yok etmektir.’ Yahya b. Muâz (ö.258/872): ‘Dünyâ bir gelin gibidir. Kim onu isterse onun süsleyicisi olur. Ondan zühd eden dünyâ gelininin yüzünü kömür ile siyah eyler, zülfünü ve elbisesini yolup güzelliğini giderir, elbisesini parçalar. Ama ârif olan Allah ile meşgul olup dünyâ ile ilgilenmez.’ Fudayl b. İyâz (ö.187/803): ‘Allah Teâlâ kötülüklerin tamâmını bir eve koyup dünyâ sevgisini de ona anahtar yapmıştır. Hayrın tamâmını bir eve koyup zühdü ona anahtar yapmıştır.’[9] Mâlik b. Dinar (ö.131/748): ‘Dünyâya üzülmen âhiret hüznünü kâlbinden çıkarır. Dünyâya sevinmen de âhiret sevgisini kâlbinden uzaklaştırır.’ Ahmed b. Ebu’l-Havârî (ö.230/844): ‘Dünyâya arzulu ve istekli bakanın kâlbinden Yüce Allah yakîn nûrunu ve zühdü çıkarır.’[10]   Bu konuda daha birçok sûfînin görüşleri de dile getirilebilir[11] ama çalışmanın sınırlarını düşünerek bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. Burada nakledilen görüşlerden de anlaşıldığı gibi sûfîler, dünyâyı Allâh’a giden yol üzerindeki büyük engellerden birisi olarak görmektedirler. Bu nedenle dünyâya karşı dâimâ temkinli ve mesâfeli bir hayat anlayışı ile yaşamlarına yön vermeyi tercih etmişlerdir. Onların sevgisini kâlplerine koymaktan çekindikleri dünyâyı anlamlı kılabilmek ve âhiret yurdunda verimli bir karşılık elde edebilmek için dünyâda gösterdikleri çaba ve gayretler ise onların tembel, perişan ve asalak bir yaşamı aslâ kabûl etmediklerini göstermektedir. İslâm târihindeki üç meşhur Şems’ten biri olarak kabûl edilen ve Halvetî büyüklerinden olan Şemseddin-i Sivasî’nin (ö.1597); ‘Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak Padişah konmaz saraya hâne mamur olmadan’ sözleri sûfîlerin bu konudaki görüşlerini özetler niteliktedir.   Fütüvvet ve ahîlik teşkilatları[12] aracılığıyla kendi el emekleri ile geçimlerini sağlayan ve aynı zamanda ahlâklı bir yaşam tarzını hayat felsefesi olarak benimseyen sûfîler ‘dünyâyı âhiretin tarlası’[13] olarak gördüklerini bu kurumlar ile gözler önüne sermişlerdir. İpekçilikle uğraşan Cüneyd-i Bağdâdî; tıpla ilgilenen Akşemseddin (ö.864/1459), İbrâhim Tennurî (ö.8871482) ve Kadı Burhâneddin (ö.800/1398); dericilikle uğraşan Arakıyecizâde Mevlânâ Şemseddin (ö.?); eğer, semer ve kemercilik ile meşgul olan Serrâc (ö.378/988); demircilik yapan Ebu Hafs Haddâd (ö.324/800); ekmekçilik sanatındaki mahareti ile tanınan Somuncu Baba (ö.750/13499); bıçakçı olan Ömer Dede (ö.880/1475); terzilik mesleğini icrâ eden Terzi Baba (ö.1264/1847) ve Zaralı Muttalib Efendi (ö.1412/1991); hattatlık yapan Yahyâlılı Hacı Hasan Efendi (ö.1987); ticâretle geçimini temin eden Dârendeli Hacı Hasan Efendi (ö.1983) ve siyâsetle içli dışlı bir hayat sürdüren Tokatlı Mustafa Hâkî Efendi (ö.1921), Sivaslı Mustafa Takî Efendi (ö.1925) ve diğer meslek kollarında büyük bir şöhrete sâhip olan sûfîler,[14] sûfîlerin başkalarından geçinmekten hayâ eden, rızkını el emeği ile temin edip helâlinden kazanmaya özen gösteren ve başkalarına ikrâm etmeyi Allâh’ın rızâsını kazanmaya vesîle gören anlayışlarını yansıtmaya yeterli örneklerdir kanaatindeyiz.   Sûfîlerin dünyâ sevgisini kâlplerinden çıkarıp Allâh’a muhtâç olduklarını fikir ve uygulama sahalarında gözler önüne sermelerine yardımcı olan miskinlik anlayışından övgü ile bahsettiklerini de görürüz. Şekil ve söylemden öte Allah sevgisinin önünde büyük bir engel olarak gördükleri dünyâya bir tepki olarak miskinlik yolunu tercih eden sûfîlerin konuyla ilgili görüşlerini veciz ifâdelerle dile getiren Yûnus Emre’nin şu satırları ile çalışmamızı bitirmek istiyoruz: Derviş olan kişilerin miskinliktir sermâyesi Miskinlikten özge bize mâl u mülk gerekmez   Miskinlikte buldular kimde erlik varısa Merdivandan yittiler yüksekten bakarısa   Gel imdi miskin Yûnus tut erenler eteğin Cümlesi miskinlikte yokluk imiş çâresi.   [1] Tokat İl Vaizi. [email protected] [2] Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi, İstanbul 1997, s.8-35; Turner Bryan S., Oryantalizm, Kapitalizm ve İslam, Çeviren: Ahmet Demirhan, İnsan Yay., İstanbul 1991. [3] Ahmet Nedim Serinsu¸ Kur'ân Nedir?¸ Şule Yay.¸ İstanbul 1999¸ s.23-29; Mehmet Sürmeli¸ Hayatı Zikirle Anlamlandırmak¸ Mavi Yay.¸ İstanbul 2008¸ s.139. [4] Mehmet Sürmeli, Nebevî Zühd, Öznur Yay., Sivas 1996. [5] Örneğin: ‘Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allâh'ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünyâ hayâtı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.’ Fâtır 35/5; ‘Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allâh'ın vaadi gerçektir. O halde dünyâ hayâtı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allâh'ın affına güvendirerek aldatmasın.’ Lokmân 31/33; Rum 30/8; Nisâ 4/77; Kehf 18/45; Ankebut 29/65 vb. [6] Zaide b. Kudame es-Sakafî (ö.160/776); Ebû Abdurrahman Abdullah b. Mübarek (ö.181/796); Ebû Mes´ûd el-Muâfî b. İmrân el-Ezdî el-Mevsılî (ö.l85/801); Ebû Abdurrahman Muhammed b. Fudayl b. Gazvân (ö.195/810); Vekf b. el-Cerrah (ö.l29-197/746-812); Esed b. Musa b. İbrahim b. Velid b. Abdülmelik b. Mervan b. el-Hakem el-Ümevî (ö.l32-212/749-827); Bişr b. el-Hâris el-Hâfî (ö.l50-227/767-841); Ahmed b. Harb b. Abdullah (Ebû Abdullah) en-Neysâbûrî (ö.234/848); Hennâd b. es-Serî b. Mus´ab et-Temîmî ed-Dârimî (ö. 243/857); İbrahim b. el-Cüneyd (ö.260/873); Ubeydullah b. Abdülkerim b. Yezîd el-Kureşî Ebû Zür´a er-Râzî (ö.264/877) ve diğer ‘Kitâbu’z-zühd’ yazarları için bkz; İbn Abdİlberr, Câmi-u beyâni´l-ilm, s.127; Kettânî, Risâletü´l-müstatrafe, s.4; ez-Zehebî, Tezkiretü´l-huffâz, c.I, s.216; İbnü´l-îraâd, Şezerâtü´z-zeheb, c.I, s.251. [7] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s.249; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2005, s.440. [8] Uludağ, TTS, s.249. [9] Kuşeyrî, Risale, Hazırlayan: Mehmet Günyüzlü, Yasin Yay., İstanbul 2003, s.171-174. [10] Beyhakî, Kitabu’z-zühd, Tercüme: Enbiya Yıldırım, Semerkand Yay., İstanbul 2005, s.130-134. [11] Bu konuda geniş bilgi için bkz; Kadir Özköse, ‘Zühd ve Sûfîlerin Zühde Yükledikleri Anlam: Tasavvufta Dünyevîleşmeye Tepkisel Yaklaşım’, CÜİFD, c: VI, sayı: I, s.175-194. [12] Mustafa Tekin, ‘Bir Sosyal Kontrol Aracı Olarak Ahîlik ve Toplumsal Dinamikleri’, SÜİFD, Sayı: XXI, s.219-235; Mefail Hızlı, ‘Anadolu’da Ahiliğin Gelişim Süreci’, Ahilik, Kırıkkale Üniversitesi Yay., 2001, 17-41; Neşet Çağatay, Ahilik Nedir?, Ankara 1990, s. 35 vd; Yusuf Ekinci, Ahilik, Ankara 1991, s. 109 vd; Kadir Özköse, “Ahîlikte Ahlâk ve Meslek Eğitimi”, CÜİFD,c:XV, sayı: II, s. 5-19. [13] Buhari, Rikak 3. [14] Fatih Çınar, ‘El Emeği ve Sûfiler’, Somuncu Baba, Sayı:85, s.43–46.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak