“Allâh’ım, bize hakkı hak olarak göster ve bizi ona tâbi olmakla rızıklandır ve bize bâtılı bâtıl olarak göster, ondan sakınmayı nasîp et.” Hz. Ebu Bekir (ra) efendimize nisbet edilen bu söz aslında tam da sûfînin hayâta bakışının en güzel ifâdesidir. Zîrâ sûfînin bakış açısı Hz. Âdem’in iki oğlu Hâbil ve Kâbil arasında cereyân eden hak ve bâtıl mücâdelesiyle başlamış, şekillenmiş ve devâm etmektedir. Çünkü dünyâ hayâtının ana fikri ve amacı hak ve bâtıl mücâdelesi üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla her mü’min, muvahhid ve müslüman her dönemde hakkın yanında bâtılın karşısında yer almış, hayâtını, duruşunu ve görüşünü buna göre düzenlemiştir.
Sûfîler de her zaman ve zemînde bu hayâta “hak” merkezli bakmışlardır. Buna göre bir sûfî; hakka îmân etmeyi, hak üzere yaşamayı, hakkın yanında olmayı, hak yolda yürümeyi, hak düşünceye sâhip olmayı, hak gözlüğüyle görmeyi, hakkı kabûl süzgeciyle işitmeyi, hakkı konuşmayı, hakkı tutup kaldırmayı, hak olanı kazanmayı, hak olan hayâtı (âhireti) tercîh etmeyi, hak için mücâdeleyi, hakka yürümeyi ve hakka vâsıl olmayı, sonuçta hakka’l-yakîne ulaşmayı hedeflemişlerdir.
“Sûfîler Allâh’a hak dedikleri gibi O’ndan olan ve gelen her şeye de hak derler. Bu anlamda peygamber hak, Kur’ân hak, Kur’ân’daki her bilgi ve hüküm haktır. Buna aykırı düşen her şey de bâtıldır. Nefisten ve şeytandan gelip insanı Allâh’ın emir ve yasaklarını gözetmez hâle getiren her şey bâtıl olduğu gibi insanı tefrîkadan cem’ hâline, kesretten vahdete yönelten her şey de haktır. Bazen hak ile hakîkat arasında fark görülür. Hak doğru iş ve doğru sözdür, bunun ardında bulunması gereken iyi niyet ve samîmiyet ise hakîkattir. Şu hâlde hakîkatten yoksun bir hak sâdece bir gösterişten ibârettir. Aynı şekilde şerîat yoluna girmek hak, bu yolda samîmiyetle devâm etmek hakîkattir. Hak beden, hakîkat onun ruhu; hak lafız, hakîkat onun mânâsı; hak sûret, hakîkat onun cevheri olduğundan hakka sâhip olmak yetmez; hakkın hakîkatine, yâni saf ve hâlis hakka sâhip olmak şarttır.”1
İmam Şâfiî’ye nisbet edilen “hak ile meşgûl olmayanı bâtıl istilâ eder.” sözü bir sûfî için hayâtın düstûrunu oluşturur. Hakkın hâkim olmadığı yerde bâtılın istilâsı vardır. Aslında bâtıl yoktur. Bâtılın varlığı hakkın ortada olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misâl verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misâller getirir.”2 Bundan dolayı bir sûfî, hayâtının hiçbir evresinde köpük gibi yok olup giden bâtılla uğraşmaz. Onun yerine hayâtına hakkı hâkim kılmanın gayretinde olur. Şimdi bunu güncel hayat üzerinden örneklerle açıklamaya çalışalım:
Kâinâta Hak Gözlüğüyle Bakış
“Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma hâlindedir.”3 Sûfî, evrendeki bütün varlıkların Allâh’a muhtaç bulunduğuna, O’nun da hem azametini hem de lütuf ve keremini her an yaydığına yâni hiçbir varlık veya oluşun O’nun bilgi, irâde ve gücü dışında olamayacağını görmektedir. Cenâb-ı Allâh’ın yaratıcılık sıfatının ve irâdesinin nüfûz etmediği hiçbir olay düşünülemez.
Dünyâ Hayâtına Hak Gözlüğüyle Bakış
“Ey insanlar! Allâh’ın vaadi gerçektir, sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! ”4 Bir sûfînin dünyâya bakışı bu ve benzer âyetlerle şekillenir. Hak olan âhiret hayâtıdır. Dünyâ ise bâtıldır. Âhiretin ortaya çıkmasıyla yok olur. Öyleyse bu dünyâ hayâtı, hak ve gerçek olan âhiret hayâtına hizmet ettiği sürece değer ve anlam kazanır. Onun için sûfînin meşgûliyeti hak olan hayat içindir.
İnanç Konularına Bakış
O hakka, yâni Allâh’a îmân eder. “İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır.”5 Hak olan kitabı, Kitap olarak benimser. “Biz Kur’ân'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi.”6 Hak olan peygambere ve peygamberlere îmân eder. “Doğrusu (ey peygamber), biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Yakıcı azâba mahkûm olanlardan sen sorumlu değilsin.”7 Ayrıca her sûfî; ölümün, kabir hayâtının, Münker ve Nekir’in, kitabın (amel defterinin), öldükten sonra dirilmenin, hesâbın, terâzînin, cennetin ve cehennemin hak olduğuna îmân eder.
Sosyal Hayâta Bakış
Her sûfî içinde yaşadığı bütün ortamlarda hak kavramını önceler ve ona göre hayâtında düzenleme yapar. Çünkü ilişkisi olduğu her kişi ile arasında hak ve hukuk oluşur. Buna göre her sûfî; çok ya da az her kiminle münâsebeti olursa onun kul hakkına son derece riāyet eder. Âmirse memurların, memursa âmirinin ve yaptığı işin, işçiyse iş verenin, iş verense işçinin, müşterek çalıştığı iş arkadaşlarının, esnafsa müşterilerinin, öğretmense öğrencilerinin, öğrenciyse öğretmenlerinin ve arkadaşlarının, oturduğu mahalle, köy ve apartmanda komşularının, āile reisi ise eş ve çocuklarının, akrabalarının sâdece maddî değil aynı zamanda şahsiyet haklarına da son derece riāyet eder.
Özellikle kamu haklarıyla ilgili son derece hassastır. Zîrâ bu haklar sûfînin literatüründe tüyü bitmedik yetimlerin hakkıdır. Bu hakkı ihlâl etmek, karnına ateş doldurmak demektir. Bu haklar aynı zamanda Allâh’ın haklarından olarak kabûl edilmektedir. Onun için sûfî gerek birey gerekse toplum haklarına bu açıdan bakar.
Nefsinin Haklarına Bakış
Sufinin riāyet edeceği en önemli hak, nefsinin onun üzerindeki hakkıdır. Sevgili Peygamberimiz (sav), “Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır” buyurmaktadır.8 Bu haklar nefse hakkı kabûllendirmek, yönünü hakka çevirmek, meşrû olan her hakkını vermek, gayrı meşrû olan şeylerden onu alıkoymak ve nefse günah işletip zulmetmemektir ki sûfî bunlara riāyet eder.
Vücut Organları Haklarına Bakış
En çok organlarının haklarına dikkat etmek zorundadır sûfî. “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”9 Her Sûfî vücûdunun sâdece organlarını değil her bir hücresini her an hak için kullanmayı hedeflemelidir. Kalbi hak için atacak, kan damarda hak diye dönecek, göz hakkı görecek, kulak hakkı işitecek, dil hakkı haykıracak, el hakkı tutup kaldıracak, ayak hak yolda ve hakka yürüyecek, bütün hücreler “hak, hak” diye zikredecek ve bütün bir hayat hakka adanacak.
Netîce itibâriyle sûfî hayâta hak gözlüğüyle bakar. Güzel baktığı için de güzel görür. Bu görüş onun hayâtına hakla bakış olarak yansır ve şekillenir. Haktan geldiğini, hakla berâber olduğunu ve hakka vâsıl olacağını bilir ve buna göre yaşar. Dolayısıyla sûfînin hayâtında bâtıla yer yoktur. Çünkü hak varsa bâtıl zâil olur.10
Dipnotlar:
1 Prof. Dr. Mehmet Demirci, “Hak”, TDV İslâm Ansiklopedisi 1997 (İstanbul) 15/ 151.
2 Ra’d 13/17
3 Rahmân 55/29
4 Fâtır 35/5; Lokmân, 31/33
5 Yûnus 10/32
6 İsrâ 17/103
7 Bakara 2/119
8 Buhārî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 63
9 İsrâ 17/36
10 İsrâ 17/81
Ekim 2024, sayfa no: 18-19-20
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak