‘Dünyâda bir garip yahut bir yolcu gibi ol!’1 Madde ve mânâ yönleriyle insan, bu dünyâ hayâtında kulluğunu ifâde edebilme adına bu yönleri arasında bir denge kurmak zorundadır. İnanan-inanmayan, büyük-küçük, kadın-erkek yâni farklılıkları ne olursa olsun insan dünyâ hayâtı ile doğru veya yanlış şekliyle bir ilişki içerisindedir. Her konuda olduğu gibi ‘dünyâya bakışımızın ne olması gerektiği’ konusunda da son ilâhî mesaj olan Kur’ân-ı Kerîm sâhip olmamız gereken bakış açısını gözler önüne sermiştir. Rabbimiz, dünyânın fânî/geçici olduğunu,2kazanmak için çaba ve gayret gösterilmesi gereken esas yurdun âhiret yurdu olduğunu3 ve dünyâya geliş sebebimizin dünyâlık elde etmek değil şuurlu bir şekilde Rabbimize kullukta bulunmak olduğunu4 açıkça ifâde buyurmuşlardır. Dünyâ, Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle bir imtihan yeridir ve geçicidir.5 Dolayısıyla geçici olan dünyâ hayâtı amaç edinilmemeli ve âhireti kazanmak için vesîle/araç olarak görülmelidir.6 Bu ilâhî mesajları en iyi anlayan ve hayâtına en güzel şekliyle yansıtan sevgili Peygamberimiz (sav): ‘Dünyâ âhiretin tarlasıdır’7 ve ‘Ey Abdurrahman! Dünyâ tatlıdır, yeşildir/çekicidir. Muhakkak ki Allah, sizi orada halîfe yapacaktır ve neler yapacağınıza bakacaktır. Dikkat edin! Dünyâdan sakının/korkun.’8 gibi hadîs-i şerifleri ile müslümanın dünyâ karşısındaki tutumunun ne olması gerektiği konusunda bizlere ışık tutmuştur. Hz. Peygamber (sav), bu ve benzeri ifâdeleriyle esâsında dünyâdan tamâmen yüz çevirmeyi değil ‘gerektiği kadar dünyâ ile meşgûl olma’ hedefini önümüze koymuştur. Onun yaşamında da net bir şekilde görüldüğü gibi dünyâdan tamâmen uzaklaşmak ve dünyâyı potansiyel suçlu olarak görmek gibi anlayışlara yer yoktur. O (sav), bütün hayâtı boyunca dünyâ ve âhiret arasında kurulacak dengeli bir hayatla hem dünyânın hem de âhiretin kazanılacağı mesajını gönüllerimize işlemeye çalışmıştır.9 KUR’ÂN VE NEBEVÎ ÖĞRETİLER ÇERÇEVESİNDE SÛFÎNİN/TÂLİBİN DÜNYÂYA BAKIŞINI ŞEKİLLENDİREN KAVRAM: ZÜHD Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerin dünyâya bakışını âlimlerimiz ‘zühd’ başlığı altında ele almışlardır. Zühd, kelime anlamı olarak ‘soğuk ve ilgisiz davranmak, rağbet etmemek ve yüz çevirmek’ gibi anlamlara gelir.10 Bir kavram olarak zühd; ‘âhirete yönelmek için dünyâdan geçmek ve elde olsa bile gönülde mal-mülk sevgisine yer vermemek’ şeklinde târif edilmiştir.11 Tasavvuf ilminin ana konularından birisi olan ‘zühd’ kavramını sûfîler şu şekilde târif etmişlerdir: ‘Zühd, dünyâ mal ve metâından eli, dünyâlığın peşinden gitmekten de kâlbi çekmektir.’, ‘Zühd, dünyâyı hakir görmek, kâlpten ona yönelik duygu ve düşünceleri koparıp atmaktır.’ (Cüneyd-i Bağdadî) ‘Zühd, helâli talep etmektir.’ (Fudayl b. İyâz) ‘Zühd, kaba elbiseler giymek, katıksız yemek değildir. Zühd kasr-ı emel/beklentisiz yaşamaktır.’ (Süfyân-ı Sevrî) ‘Zühd, zarûrî olmayan fuzûlî dünyâ işlerini terketmektir.’ (Abdülvâhid b. Zeyd) ‘Zühd, kâlbi eşyâdan eşyânın Rabbi olan Allâh’a çevirmektir.’ (Ebubekir Şiblî)12 Görülmektedir ki sûfîler, zühdü ‘dünyâ sevgisinden uzak kalmak’ ve ‘kâlbi/gönlü sâdece Allah sevgisi ile doldurmak’ şeklinde anlamışlardır. Onlar, dünyâyı terketme anlayışını şekilden çok öte kâlpten dünyâ sevgisini çıkarma olarak değerlendirmişlerdir. Bu noktada Hz. Peygamberin (sav): ‘Dünyâ sevgisi her kötülüğün başıdır.’13 hadîs-i şerîfi onlara rehber olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de, bizlere en güzel örnek14 olarak takdîm edilen Hz. Peygamber’in (sav) hayâtında dünyâ sevgisini terk etme, başkalarını kendisine tercih etme ve dünyâyı âhireti kazanmak için kullanmaya dâir birçok örnek mevcuttur. HZ. PEYGAMBER’İN (SAV) DÜNYÂYA BAKIŞI/ZÜHDÜ: Hz. Peygamber (sav), insanların maddeye son derece düşkün oldukları bir dönemde insanın dünyâ karşısındaki tutumunu ‘maddeye esir olmama’ şeklinde ifâde etmiş ve yaşantısı ile bu mesajını müşahhas bir hâle getirmiştir. Kendisine dünyâ malı yoğun bir şekilde ulaşmasına rağmen Efendimiz (sav), onlara zerre kadar değer vermemiştir. Eline geçen dünyâlığı hiç vakit kaybetmeden ihtiyaç sâhiplerine ulaştırmış, dünyâ malını toplumun yararına olan işlerde kullanmaya özen göstermiştir. Peygamberlik vazîfesinden önce de peygamberlik görevinden sonra da Efendimiz (sav) mümkün olduğu kadar sâde yaşamaya ve ümmetinden fakir kimselerin hâli gibi hayâtını devâm ettirmeye çalışmıştır. Öyle ki kendisine ulaşan dünyâ malını bir gün dahi yanında bekletmeden dağıtmış, tevekkül, riyazet, cömertlik, kanaat, tokgözlü olma, başkalarını kendisine tercih etme ve daha birçok güzel ahlak ilkelerinde ‘zirve insan’ olduğunu açıkça göstermiştir. Bu noktada, Allah Teâlâ’nın Efendimiz’e (sav) dünyâ nimetlerini arz ettiği ve Efendimiz’in (sav) her defâsında dünyâ nimetlerini değil nimetlerin sâhibine kulluk bilincini tercih ettiği gerçeğini de hatırlatmakta fayda görüyoruz.15 Allah Teâlâ’nın kendisine dünyâ nimetlerini arz etmesine karşın Efendimiz (sav): ‘İstemem yâ Rabbi, bir gün aç kalayım, bir gün tok olayım. Aç olduğumda sabredeyim, tok olduğumda şükredeyim’16 hadislerinde dile getirdikleri gibi bir gün tok olmayı bir gün aç kalmayı tercih ederek ‘sabır’ ve ‘şükür’ ile ömrünü sürdürmeyi tercih etmiştir. Hattâ öyle zamanlar olmuştur ki Efendimiz (sav) günlerce bir şey yemeden aşırı açlığa tahammül göstermek zorunda kalmıştır.17 Savaş ganîmetlerinden elde edilen beşte birlik kısım kendisine ve âilesine âit olmasına18 ve kendisine hediye olarak getirilen dünyâ nimetlerine19 rağmen Hz. Peygamber (sav), yarı tok yarı aç bir hayat sürmeyi tercih etmiştir. Bununla Efendimiz (sav), tevâzu, sabır, şükür ve zühd içeren bir yaşantı ile dünyâ hayâtını anlamlı hâle getirdiğini gözler önüne sermiştir. Hz. Peygamber (sav), bütün insanlığa örnek olması hasebiyle ‘dünyâya gerektiği kadar değer verme’ formülü ile onu anlamlı hâle getirme çabasının bir göstergesi olarak ticâret; fakir ve düşkünlere yardım etme düşüncesiyle -sevgisini kâlbe koymadan- dünyâ malına sâhip olma; tamâmen dünyâdan el-etek çekerek yaşamanın yanlışlığı gibi konularda da ilkeler koymuştur. O (sav), inanan insanların dünyâ nimetlerinden faydalanarak toplumsal vazîfelerini yerine getirmeleri gerektiğinin altını çizmiştir. Bir hadîs-i şeriflerinde: ‘İnsanlarla haşir neşir olup ezâlarına katlanan müslüman, insanlara karışmayıp ezâlarına katlanmayan müslümandan daha hayırlıdır’20 buyurarak bu konuya ışık tutmuştur. Yine Hz. Peygamber (sav), ticâretle uğraşan ve işini dürüst yapan kimselerin nebîler ve sıddîklar ile haşrolunacağını ifâde ederek21 dünyâ malının, gönle girmeden doğru bir şekilde kullanılması durumunda bireylerin âhiretlerini kurtarmalarına vesîle olacağını hatırlatmış ve dikkatli bir şekilde dünyâ ile irtibâta geçmeyi tavsiye etmiştir. ‘Allâh’a karşı sorumluluğunu bilen kimsenin zengin olmasında bir beis yoktur’22 hadîs-i şerifleri ile dünyâ nimetine sâhip olma noktasında Allâh’a karşı sorumluluğunu bilenler için bir mahzur görmediğini ifâde etmiştir. Sonuç olarak Hz. Peygamber (sav) ve sûfîlerin dünyâya bakışını şu göstergeler istikametinde dile getirdiğini söyleyebiliriz: Dünyâ hayâtı geçicidir. Kim burada ebedî kalacağını zannederse aldanmıştır.23 Dünyâ sevgisi kâlbe asla sokulmamalıdır. Dünyâ sevgisinin kâlbe girmesi mümin açısından hatâların en büyüğüdür. Tefekkür, tevâzu, sabır, kanaat, cömertlik, başkalarını kendine tercih etme ve şefkat duyguları ile dünyâ hayâtı anlamlı bir hâle getirilmelidir. Dünyâda kişisel ve toplumsal vazîfelerin îfâsı ve âhiret yurdunu kazanabilmek için dünyâ metâına sâhip olunmalıdır. Bu dünyâlık, Allah Teâlâ’ya olan sorumluluklarımızı yerine getirmek için kullanılmalıdır. Dünyâ malı insanlar arasında adâlet ölçüsü çerçevesinde dağıtılmalı ve toplumların kanayan yarası olan fakir ve miskinler dâimâ gözetilmelidir.24 Dünyânın elde olması değil sevgisinin kâlbe hâkim olması tehlikelidir. Dolayısıyla onun sevgisinden uzak kalabilenler için dünyâlık elde etmede bir mahzur yoktur. Dünyâya karşı ölçülü tutum ve davranışlara âile, komşu ve akraba gibi çevredeki insanların da sâhip olması için çaba ve gayret gösterilmelidir. Lüks ve isrâfa dayalı bir hayat tarzı İslâm’ın rûhuna uymayan bir yaşam tarzıdır. Dolayısıyla bu tür yaşam tarzlarından şiddetle sakınılmalıdır.25 Hz. Peygamber’in (sav) dünyâya bakışını ifâde ettiği şu hadîs-i şerifler ile konumuzu noktalayalım: ‘Dünyâda zâhidâne yaşa ki Allah seni sevsin; insanlarda bulunanlara göz dikme ki insanlar seni sevsin.’26 ‘Asıl zenginlik mal-mülk çokluğuyla değil, gönül zenginliği iledir.’27 ‘Dünyâ ile benim ne alâkam var? Ben, bir ağaç altında gölgelenip sonra da orayı terkedip yoluna devâm eden bir yolcu gibiyim.’28 Dipnotlar: [1] Buhari, Rikak, 3. 2 Lokman 31/33. 3 Fatır 35/5. 4 Zariyat 51/56. 5 İnsan 76/2; Mülk 67/2; Âl-i İmran 3/186; Kehf 18/7. 6 Rum 30/8; Kehf 18/46. 7 İbn Hacer, Fethü’l-Bârî c.XIV, 4. 8 Buhari, Cihâd, 37; Tirmizi, Fiten, 26; İbn Mace, Fiten, 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3. 9 Kadir Özköse, ‘Zühd ve Sûfîlerin Zühde Yükledikleri Anlam: Tasavvufta Dünyevîleşmeye Tepkisel Yaklaşım’, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VI/1, Sivas 2002, s. 176-194. 10 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s.389; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., Ankara 2005, s.734; Seyyid Şerif Seccâdî, Tasavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s.526; Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, İz Yay., İstanbul 2004, s.282. 11 Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yay., Ankara 2005, s.722. 12 Bu ve benzeri birçok târif için bkz; İmam Beyhakî, Kitâbü’z-Zühd, Çev. Enbiya Yıldırım, Semerkand Yay., İstanbul 2005, s.32-36; 13 Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.388; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.344. 14 Ahzab 33/21; Müntehine 60/6. 15 ‘Bir gün Cebrâil (a.s) geldi ve ‘Yâ Muhammed! Allah sana selâm ediyor. İsterse O’nun için şu dağı altına çevireyim diyor, ne dersin?’ dedi. O da bunu istemediğini belirtti.’ Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.I, s.242. 16 Tirmizi, Zühd, 35. 17 İbn Abbas’ın rivâyet ettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) peşpeşe birkaç gece aç sabahlar, hâne halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Tirmizi, Zühd, 38; İbn Mace, Et‘ıme, 49. 18 ‘Şunu da biliniz ki, ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. O da peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara âittir. Eğer siz Allâh'a îmân etmiş; hak ile bâtılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere îman getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, Allah her şeye kaadirdir.’ Enfal 8/41. bu konuda bkz; Komisyon, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, c.I, s.407-436. 19 İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi-Kütübiü Sitte, Akçağ Yay., İstanbul Tarihsiz, c.XVI, s.165. 20 Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyâme, 55. 21 Tirmizi, Buyû‘, 4; İbn Mace, Ticârât, 1. 22 İbn Mace, Ticârât, 1. 23 Muhittin Akgül, Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber, Işık Yay., İstanbul 2002, s.188-193. 24 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, DİB Yay., Ankara 2003, s.356-358. 25 Rıfat Okudan, ‘İslam Kültüründe Zühd ve Zahidlik’, Süleyman Demirel Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XIV, Isparta 2005, s.159-187. 26 İbn Mace, Zühd, 1. 27 Buhari, Rikak, 15; Müslim, Zekât, 120. 28 Tirmizi, Zühd, 44; İbn Mace, Zühd, 3.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak