Sûfî Düşüncede Gerçek Bilgiye Açılan Kapı:
Sâlike Tesiriyle Sûfîlerin Vecd Hâline Dâir Görüşleri
Abdullah Sivaslı
‘Zevk-i meyle vecd-i neyle germ olunca bezmimiz
Döne döne kıblemiz mâfevk-ı eflâk eyleriz’1
‘v-c-d’ kökünden türetilmiş olan vecd kavramı; ‘yitiği ve aradığını beş duyu, şehevî ve gazabî kuvvet veya akıl yoluyla bulmak; öfke, hüzün, hüznü gerektiren keder; şikâyet etmek, bolluk ve zenginlik, istediğine kavuşmak, güç yetirmek, kolaylık, aşırı sevgi, aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmek ve yüksek heyecan’2 gibi mânâlara gelmektedir. Bir tasavvufî terim olarak vecd; ‘kasıt ve zorlama olmadan sâlike gelen ve onu kendinden geçiren bir müsâdefe’3 ve ‘Kulun irâdesi olmadan, Allah’tan gelen feyz, lütuf, ihsan ve Hakk’ın varlığını idrâk eden kulun beşerî sıfatlarını kaybetmesi’4 şeklinde târif edilmiştir. Vecd; ‘Sâlikin kendini kaybedip/ fakd, Allâh’ı (cc) bulması’5 olarak da tanımlanmıştır. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, gerçek mü’minlerin Rabblerinden korkarak ve derileri ürpererek vahyi okuyacaklarını haber vermiştir.6 ‘Baştaki gözler kör olmaz, ama göğüste bulunan kalpteki gözler kör olur’7 ve ‘Görür olduğu halde dinledi’8 gibi âyetler vecde işâret eden âyetler olarak nakledilmiştir.9 Sûfîler; Hz. Peygamber’in (sav) Abdullah b. Mes’ud Kur’ân-ı Kerîm okurken, ‘Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz, seni de onların üzerine şâhit tuttuğumuz zaman halleri ne olacak?’10 âyetine gelince ‘Yeter ey Abdullah!’ şeklinde cevap vermesini,11 Hz. Peygamber’in (sav) yaşadığı vecd hâli sebebiyle gerçekleşen bir olay olarak takdîm etmişlerdir.12 Yine onlar, Hz. Peygamber’in (sav) şu yaşadığı olayı, O’nun (sav) vecd hâlini tecrübe ettiğini gösteren bir delîl olarak takdîm etmişlerdir: ‘Bir defasında O (sav) vecd hâlinde iken Hz. Âişe yanına girdi. Onu tanıyamayıp, kim olduğunu sorunca: ‘Ben Âişe’ dedi. Hz Peygamber (sav): ‘Âişe kim?’ diye sorunca, Hz. Âişe: ‘Sıddîk’ın kızı Âişe’ diye cevap verdi. Hz. Peygamber (sav) yine tanıyamayınca, bu durumda Hz. Âişe sustu ve onun her zamanki hâlinde olmadığını anladı.’13 Eşref Ali Tanevî, Hz. Peygamber’in (sav) namaz kılarken ağlamasından dolaylı göğsünden kaynayan tencere sesi gibi sesin gelmesini de vecd hâline işâret eden bir delîl olarak zikretmiştir.14 Sâlikin Kendinden Geçme Tecrübesi: Vecd ve Sâlike Etkisi Vecdi; ‘âhiret halleriyle ilgili korkunun, üzüntünün veya düşüncenin kalbe gelmesi veya Allah ile kul arasındaki bir hâlin keşfedilmesi’15 şeklinde tanımlayan Kelâbâzî’ye göre vecd îmânın hakîkatlerindendir. Ona göre vecd; zühd, takvâ, verâ ve ihlâsın bir netîcesidir.16 Ebû Tâlib el-Mekkî ise vecdi; ‘Hakk’a yaklaşan kimsenin hâli’ olarak tanımlamıştır. O, vecd hâlini tecrübe edip bu tecrübesi dolayısıyla dile getirdiği sözler sebebiyle sâlikin Allâh’ın nûru ve kudret eliyle sorumluluktan uzaklaştırıldığını ifâde etmiştir.17 Onun bu kanâati, sûfîlerin bu konudaki genel kanâatlerini yansıtması bakımından önemlidir. Sûfîler, vecd ile sekr ve cezbe halleri arasındaki yakınlıktan bahsetmişler ve bu durumlarda sâlikin dilinden dökülen irâde dışı sözlerden dolayı kınanmaması gerektiğini ifâde etmişlerdir. Kelâbâzî’nin de ifâde ettiği gibi sûfîler, bu haller dolayısıyla söylenen sözlerin yayılmaması, saklanması ve bu sözlerin vecd hâlinin tesiriyle dile getirilen sözler olduğu bilinip, ancak yaşayan/tecrübe eden kimselerin bu hâlin tadını bileceğini düşünerek bu sözlerden dolayı sâliklerin suçlanmaması kanâatini paylaşmışlardır.18 Sâlikin bilerek ve isteyerek vecde ulaşma gayreti olarak tanımlanan ‘tevâcüd’19 kavramından da bahseden sûfîlere göre gösteriş için böyle bir gayret içerisine girmek kınanacak bir davranıştır. Ancak sâlih ve vâsılların durumlarına ulaşabilmek düşüncesiyle vecde ulaşmaya gayret göstermek ‘Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da ondandır’20 hadîs-i şerîfi gereğince övülen bir davranış olarak kabûl edilmiştir.21 Sarı Abdullah Efendi, şu beytinde bu noktaya işâret etmiştir: ‘Tevācüd hem nevāfildür ģuŝūl-ı vecde raġbetdür, Eger žāhir olursa vecd-i ķurb-ı lā masiyyetdür.’22 Sûfîler, sâlikin ibâdet, zikir ve tâatle Allah Teâlâ’nın lütuflarının arttığını irâdî bir şekilde hissettiğinde yaşadığı hâli ‘mevâcid’ olarak isimlendirmişlerdir. Onlara göre sâlik, böyle bir durumda kulluğun tadına ulaşır ve îmânın lezzetini alır. Vecd hâli ise sâlikte âniden ortaya çıkar ve bir anda kaybolur. Vecd hâlindeki sâlikin beşerî sıfatları henüz kaybolmamıştır. Vecd hâlinde Allah Teâlâ sâliki, ilâhî lütfu ile insânî tabiatından alıp kalbinde duyduğu hallere yönlendirecektir. Hasan Hâlid el-Mevlevî ise vecd hâlinin sâlikte meydana getirdiği mânevî sarhoşluk hâlini şu beytinde dile getirmiştir: ‘Meyle neyle âlem-i vecd ü tarabda mest olup, Câme-i vehmi o keyfiyyetle sad çâk eyleriz.’23 Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse sûfîler, ‘tevâcüd’ ve ‘mevâcid’ gibi başlıklar altında sâlikin vecde ulaşabilmesi için tecrübe ettiği süreçleri ifâde etme gayretinde olmuşlardır. Onlar, vecd hâlinin sâlikin aklını baştan alan ve âniden sâlikte beliren özelliklerine dikkat çekerek, bu süreçte sâlikin dilinden dökülen cümleler dolayısıyla mâzur sayılması gerektiği fikrinde birleşmişlerdir. Onlara göre, beş duyunun dışında gerçek varlığın/vücûdun bilgisine ulaşmanın kapısını aralayacak bir hâl olan vecd hâli, cezbe ve sekr halleriyle yakından ilişkilidir. Sâlik bu tecrübelerinde, aklın ötesinde kalbin tecrübeleriyle hakîkat bilgisini tecrübe ettiği için yaşadığı her hâli kelimelere dökmekten âciz kalmakta veya elinde olmadan dilinden dökülen aykırı cümlelere engel olamamaktadır. Bu sebeple sâlik, bu haller içerisindeyken kınanmamalı ve bu tür sözler insanlar arasında yayılmamalıdır. Burada sûfîler, toplumda kargaşa çıkarmamak ve sâlikin tecrübe ettiği bu özel hâli dolayısıyla onu anlamaya yönelik adımlara dikkat çekmektedir ki onların bu adımları, psikolojik ve sosyolojik açıdan insanı/bireyi ve toplumu kuşatıcı değerlendirmelerle olaylara baktıklarını gösteren veriler olması bakımından önem arz etmektedir. Yine sûfîler, vecd ve vecde uzanan süreçlerle ilgili genel değerlendirmelerinde birçok hal dolayısıyla kullandıkları ‘tatmayan bilemez’ sözünü sıklıkla dile getirmişlerdir. Sûfîlerin bu söze yaptıkları vurgular, onlara yollarının/tasavvufun söz/kâl ile değil hâl/tecrübe ile şekillenen bir ilim dalı olduğu hakîkatini bir kere daha ifâde etme imkânını vermiştir. Sûfîlerin birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfi vecd hâline işâret eden deliller olarak takdîm etmeleri ise onların İslâm’ın ana kaynaklarını kullanış biçimlerini gözler önüne sermesi bakımından önemlidir. Sûfîler, zikredilen âyet ve hadislerde gözlemlenebileceği gibi âyet ve hadislerin ilk anlamlarının yanı sıra işârî bazı yorumlarla onların işâret etmesi mümkün olan başka anlamlarını da dile getirerek tezlerini savunmaya çalışmışlardır. Bu, sûfîlerin İslâm’ı, derinliklerine nüfûz ederek anlama çabaları olarak kabûl edilebilir. Üstelik konuyla ilgili dile getirdikleri hadîs-i şeriflerde Hz. Peygamber’in (sav) bizâtihî başından geçen olaylar üzerinden yâni tecrübe ettiği haller üzerinden konuyu değerlendirmişlerdir ki bu tavır onların ‘İslâm’ın nasıl anlaşılacağı ve yaşanacağı’ yönündeki görüşlerini net bir şekilde yansıtan önemli bir tavırdır. Onların bakış açılarına göre İslâm, kâğıt üzerinde olan, kulaktan kulağa aktarılan ve hayatla organik bağı olmayan bir sistemi ifâde etmemektedir. Aksine İslâm, hayâtın içinde olup kişinin yaşadığı her olayı kuşatan, insan merkezli olan, aşkın ve varlık sâdece kendisine mahsus olan Allah Teâlâ’ya ibâdeti, O’nu anmayı ve O’na mânen vuslatı hedefleyen bir sistemin adıdır. Dipnotlar: 1 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, Bizim Büro Yay., Ankara 2005, s.175. (Hasan Hâlid el-Mevlevî’den naklen) 2 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.245; Uludağ, Tasavvufî Terimler Sözlüğü, s.560-561. 3 Kuşeyrî, Risâle, s.62. 4 Cürcânî, Ta’rifat, s.278. 5 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.194. 6 Zümer 39/23. 7 Hac 22/64. 8 Kaf 50/38. 9 Kelâbâzî, Taarruf, s. 169. 10 Nisâ 4/41. 11 Buharî, Fezâilü’l-Kur’ân 33. 12 Semih Ceyhan, ‘Vecd’, İA, c.XLII, s.583. 13 Hadîs-i şerîf olarak nakledilen bu olay temel hadis kaynakları arasında yer almamaktadır. Abdülbârî en-Nedvî, Tasavvuf ve Hayat, Çeviren: Mustafa Ateş, İrfan Yay., İstanbul 1974, s.44; Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Yay., İstanbul 1982, s.7. 14 Eşref Ali Tanevî, Hadislerle Tasavvuf, Hazırlayan: Zaferullah Davudi, Ahmet Yıldırım, Umran Yay., İstanbul 1995, s.86. Sûfîlerin bu konudaki diğer bazı dayanakları için bkz., Necmettin Şeker, ‘Hadislerle Temellendirilen Tasavvufî Hâller’, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: II, s.126-127. 15 Kelâbâzî, Taarruf, s. 169; Kuşeyrî, Risâle, s. 151; Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 567. 16 Muhammed Buharî Müstemlî, Şerhü’t-Ta’arruf li-Mezhebi ehli’-t-Tasavvuf, c.IV, Tahran 1363, s.1455. 17 Mekki, Kûtül-Kulûb, c.II, s.90. 18 Uludağ, Doğuş Devrinde Tasavvuf, s.21. 19 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.485. 20 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.II, s.50. 21 Gazâlî, İhyâ c.II, s.408. Kadir Özköse, ‘Tasavvufî Tecrübede Sâlikin Kendinden Geçme Durumu: Vecd’, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Sayı: XVIII, Ankara 2007, s.68-72. 22 Bünyamin Ayçiçeği, ‘Sarı Abdullâh Efendi (ö.1661)’nin Meslekü’l-Uşşâk Kasîdesi ve La’lî-zâde Abdülbâkî (ö.1746)’nin Zeyli’, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 9/3, Winter 2014, s.205. 23 Fatih Başpınar, ‘Hasan Hâlid el-Mevlevî’nin ‘Istılâhât-I Meşâyıh’ Adlı Tasavvuf Sözlüğü ve Eserin Son Kısmında Yer Alan Tasavvufî Tabirler’, Route Educational and Social Science Journal, Volume 1(2), July 2014 s.165.Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak