Ara

Su, Yıkamak İçin Mi Var?

Ümit Gedik Susuz hiçbir şey oluşamaz, büyüyemez, gelişemez. Su olmasaydı yeryüzü bitkisiz, hayvansız, insansız kuru bir çöl olurdu.[1]   SU, KİMYÂSAL BİR FORMÜLDEN FAZLASIDIR Çünkü su, yalnız vücûdumuzun dışının değil içimizin de harekete geçirici gücüdür. Bu yüzden suyu yalnız H²0 formülüne indirgemek âdil değildir. Çünkü: Suyun yerine getirdiği vazîfeler saymakla bitmez yâni su hayâtın akaryakıtıdır.   OLAĞANÜSTÜ BİR UNSUR Fiziksel olarak bakıldığında su, son derece nev'i şahsına münhasır bir maddedir. Çünkü araştırmacılar suyun,  benzer kimyâsal bileşiklerle karşılaştırıldığı birkaç noktada beklenildiği gibi hareket etmediğini farketti. Su dondurulduğunda yâni katı hâle geçtiğinde genişler. Hâlbuki diğer bileşikler dondurulduğunda hacimleri eksilmektedir. Suya kimyâsal yönden bakıldığında da onun pozitif yüklü iki tane hidrojen ve negatif yüklü bir tane oksijenden oluştuğu görülür.   Pozitif ve negatif yüklü parçacıklar birbirini çeker ve cluster (demet, küme) denen hidrojen köprüleri oluşur.  Bu hidrojen bağları dolayısıyla su katı hâlde de olabilirdi. Fakat bu hidrojen bağlarının bir parçası, tekrar aynen bağlanabilmek için her zaman çözülür; su tamâmen ağ yapısında olmasına rağmen sıvı kalır. Bundan dolayı su, bir 'sıvı kristal' olarak da adlandırılabilir.   SUYUN BİLGİ GÜCÜ Bu içli dışlı olduğumuz fakat çok gizemli unsur, bundan çok daha fazlası da olabilir. Sıvı kristal olarak çok özel fiziksel yapısıyla diğer maddelerin frekans desenlerini alıp depolayabilir ve iletebilir.  Bu durumdan hidrojen bağları sorumlu tutulur. Bu devrim gibi araştırma sonuçları ile homeopatinin çalışma şekli de açıklanabilecektir. Su çevresindeki herşeye hassas bir anten gibi tepki verir.   Gezegenlerin konumları veya ayın evreleri gibi kozmik hakîkatlerin, su üzerinde -bilimsel araştırmaların da gösterdiği gibi- bir tesiri vardır. Bu arada, suyun bir çeşit hâfızaya sâhip olduğu, bilgileri depolayabildiği ve aktarabildiği ispatlanmış görünüyor. Maalesef bu durum yalnız iyi değil, aynı zamanda kötü de. Uzman fizikçi Dr. Wolfgang Ludwig yaptığı su analizleri esnâsında şunu ispatladı ki, su zararlı maddeleri uzaklaştırdıktan sonra, her zaman bu maddelerin elektromanyetik titreşimlerini içermeye devam ediyor. Bu durumda insan organizması üzerinde tesir gösteren, kimyâsal maddeler değil onların zararlı elektromanyetik frekansları oluyor. Pozitif ve negatif duygular ve fikirler, cesaretlendirici veya felç edici kelimeler bile, suyun yapısını etkiler. Japon su araştırmacısı Dr. Masaru Emoto bunu çok etkileyici kristal fotoğraflarıyla ispatlıyor.   SUYUN VÜCÛDUMUZDAKİ VAZÎFELERİ Su her bir vücut hücremize nüfûz eder ve ilk önce çeşitli hücre birliklerinin arasındaki haberleşmeyi sağlar. Organizmamızın bütün fonksiyonlarını düzenler; vücut teşkili, hazım, kalp-damar (dolaşım) fonksiyonları ve daha niceleri. Su aynı zamanda şuurumuzdan da mesûldür; fikir süreçlerimiz, hislerimiz ve ruh hâlimizin sağlığında payı vardır. Bütün vücut ve ruh fonksiyonlarımızın taşıyıcısıdır. Kimyâsal olarak bakıldığında su çözücü, taşıyıcı ve temizleyici olarak görev yapar.   Vücuttaki toksinlerden arınmayı teşvik eder, besin maddelerini taşır nakleder, metabolizmamızdaki yapım-yıkım işleri netîcesi ortaya çıkan atık maddeleri ortadan kaldırır, hücrelerin osmotik basınçlarını dengede tutar ve vücut sıcaklığını düzenler. Vücuttaki bütün metabolizma süreçleri yalnız suyun yardımı ile gerçekleşebilir.   Yine, böbrekler, bağırsaklar, deri ve akciğer yoluyla zehir maddelerinin vücuttan atılması işlemleri de su vâsıtasıyla gerçekleştirilebilir. 24 saat içinde beynimizden 1400 litre kan akıp geçer, aynı süre içinde böbreklerden geçen kan miktarı 2000 litredir. Böylece günde 1,5 ilâ 2,5 litre suyu vücuttan atarız. Bu kaybedilen sıvı, içmek yoluyla tekrar yerine konmalıdır. Günde iki litreden fazla sıvı alınmalıdır ki organlar vazîfelerini yerine getirebilsin. Pratik bilgi: Vücut ağırlığının her kilosu başına günde 30ml su içilmelidir.   Vücutta su kıtlığı çekildiği durumlarda metabolizma süreçleri ve diğer vücut fonksiyonları yavaşlar, hücreler kurur (dehidrasyona uğrar) ve yaşlanma süreci hızlanır. Zehir maddeleri birikir; eklemlerde, damarlarda veya bağ dokusunda depolanır ve baş ağrısı, eklem ağrıları gibi şikâyetlere sebep olur. İranlı hekim Faridum Batmangelic, vücudun kurumasını birçok kronik hastalığa sebep olarak görüyor. Onun parolası şöyle: "Hasta değilsiniz, susuzsunuz."   EN KALİTELİ SU Yalnız içmemiz gereken günlük su miktârı değil, içtiğimiz suyun kalitesi de önemlidir. Vücûdumuzdaki vazîfelerini yerine getirebilmesi için su olgun, saf, zehir ve kirlerinden arınmış, bir miktar minerallerle zenginleştirilmiş, lezzetli; enerji ve bilgi dolu olmalı. Bugün bu özelliklere sâhip suyu çok zor ve çoğunlukla dağlarda bulabiliyoruz. Buralardakiler artezyen kaynaklardır, bunların suları yeraltından kaynar. Yeraltındaki yüzyıllar boyu seyahati esnâsında su zehirlerden temizlenir ve minerallerce zenginleşir. Menderes Nehri gibi kıvrımlı hareket netîcesi kazandığı kuvvetle su, olgun bir kaynak olarak 2000 metre yükseğe, gün ışığına kadar da ulaşabilir. Olgun suyun kristal yapısı çok karakteristiktir ve bu su yüksek derecede kendi kendini temizleme gücüne sâhiptir. Böylece, mevcut bakterilerin bu suda neden çoğalamadıkları açıklanmaktadır. Olgun sular âdetâ sınırsız bir dayanıklılığa sâhiptir. Yüzey gerilimi düşüktür ve bundan dolayı temizleme ve çözme kuvveti çok yüksektir. Kaynaktan taze doldurulan olgun ve saf su, en iyi ve sağlıklı sudur.   ŞEKİLSİZ SU Litre başına 1 gramdan daha az minerale sâhip olan suya kaynak suyu deniyor. Maalesef, iyi kaynak sularına bile ticârî sebeplerle çoğu zaman karbondioksit ekleniyor. Bu yolla kaynak suyu doğal oksijeninden mahrum bırakılıyor ve suya yapay azot (nitrojen) katılıyor. Lezzet olarak değişme olmuyor ve bu şekilde mikroplar ölüyor, su daha uzun ömürlü oluyor. Ama mikroplar sâdece, kaynak suyu henüz olgun değilken ve henüz geometrik bir yapı oluşturmamışken suda bulunurlar. Su olgunlaşma sürecine, yalnız bu yapıyı oluşturana kadar ihtiyaç duyar. Mikroplar, virüs, mantar ve bakteriler suda, sâdece suyun henüz bir geometriye sâhip olmadığı sırada çoğalabilirler. Piyasada bulabildiğimiz suların çoğu olgun değildir ve bu yüzden uzun ömürlü hâle getirilmeleri zorunludur. Bu olgun olamama yalnız karbondioksit katılmasının değil ozonlama işleminin de netîcesidir. Burada en büyük oranda hasar gören, suyun frekans desenleridir. Böyle sular, ölü sular olarak tanımlanabilir. Ölü sular en temel bilgi muhtevâsını kaybetmiş durumdadır. SUYUN KALİTESİ Maalesef çoğu insanların kaynak sularının tadını çıkarması mümkün olamıyor. Kaynak suları giderek daha fazla oranda, bilhassa yoğun bulundukları bölgelerde kirli yer üstü suları veya tarım ve endüstri dolayısıyla kirletiliyor ve bu yüzden tadları kaçıyor. İyi içme suyu hazırlanması artık bir problem hâline gelmiştir. Suyumuzun içindeki adını ve miktârını bile bilemediğimiz pestisitler ve fungisitler ile yaşıyoruz. Hattâ geçmişte, pestisit ve fungisitlerin izin verilen limit değerleri aşıldığında; yasa koyucu bu limit değerleri daha yukarı çekti ve suyun içinde varlığı araştırılan maddelerin sayısını bayağı azalttı.   SUYUN KUVARS (QUARZ) KRİSTALLERİYLE CANLANDIRILMASI İçme suyunun kuvars kristalleri kullanılarak canlandırılması tabiî, çok etkili ve uygun bir metoddur. Bir avuç kuvars kristali, meselâ dağ kristali, pembe kuvars veya ametist taşı akşamları bir cam sürahiye musluk suyu içine konur ve işlenmiş bir su elde edilir. Kuvars kristallerinin trigonal yapısı, suyun esnek yapısını kısmen tekrar düzenleme ve suya kaybettiği yapıyı sağlama durumundadır. Birçok su canlandırma cihazı üreticisi de bu metodu kullanır, bu cihazlarda çoğunlukla kuvars kumu kullanılır. Gerçi biyokimyâsal olarak su yine aynıdır, belki zararlı maddeler ihtivâ etmeye devâm eder çünkü bu durumlar kristallerle değiştirilemez. Fakat suyunuza en azından düzenli kristal bir yapı kazandırabilirsiniz. Kaynak: http://www.zentrum-der-gesundheit.de/wasser-ia.html#ixzz2l6uOclb3   [1] (Barbara Hendel'den)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak