Günümüz dünyasında anksiyete bir lüks değil, sanki bir yaşam biçimi haline geldi. Ruhumuz sürekli alarmla yaşıyor, zihnimiz ise durmak bilmeyen bir koşu bandı. Peki, bu çağın karmaşasında gerçekten huzurlu ve sahici bir yaşam mümkün mü?
FOMO (Fear of Missing Out) yani “bir şeyleri kaçırma korkusu”nu ilk olarak 1996 yılında tanımlayan ve araştıran kişi pazarlama stratejisti Dr. Dan Herman’dır. Herman, konuyla ilgili ilk akademik makaleyi 2000 yılında yayınlamıştır ve ilk başta kavram daha çok tüketim davranışları ile ilişkilendirilmiştir. Patrick J. McGinnis ise “FOMO” kısaltmasını (Fear of Missing Out) icat eden ve popülerleştiren kişidir. McGinnis, bu terimi ilk kez 2004 yılında Harvard Business School’un dergisi The Harbus’ta yayınlanan bir köşe yazısında kullanmıştır. Sosyal medya platformlarının (özellikle Facebook’un) yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte bu terim geniş kitleler tarafından benimsenmiş ve popüler hale gelmiştir.
Özellikle sosyal medyada birazcık gezinti yaptığınızda çok genç yaşlarında insanların geç kalmışlığa dair serzenişlerini görüyoruz. İçindeki Kaosu Yönetmek konusunda bütün toplum sınıfta kalmış gibi davranıyor. Bunun neticesinde de kişilerde kontrolü kaybetme endişesiyle beraber anksiyete baş gösteriyor.
Freud’a göre Ego (Benlik), içgüdüsel dürtülerimiz (İd) ile toplumsal kurallar ve ahlaki yargılarımız (Süper Ego) arasında denge kurmaya çalışan bir yöneticidir. Ego, bu baskılarla baş edemediğinde anksiyete ortaya çıkar ve biz bu kaygıyı hafifletmek için savunma mekanizmalarına sığınırız. O sürekli ertelediğimiz işler, bağımlılıklar veya öfke patlamaları; hepsi aslında egonun gerçeği olduğu gibi kabul etmekten kaçınma biçimidir. Ona göre, benlik sürekli olarak içsel çatışmalarla karşılaşır; id’in dürtülerine karşı süperego’nun ahlaki standartları ve gerçeklik ilkesi, bu çatışmaların çözümlenmesinde rol oynar. Özellikle Freud, insan davranışlarının ve kişilik özelliklerinin temelinde, içsel dürtülerin ve bu dürtülerle toplum normları arasındaki gerilimlerin yattığını savunur.
Freud, İd’in sınırsız isteklerini gerçeklik ilkesine göre ertelemesini ve kabul etmesini önerir. Ancak tasavvuf, kabulü daha derin bir boyuta taşır: Rıza (Hoşnutluk) makamı.
Tasavvufta insan benliği, Allah’a olan yakınlık ve teslimiyet bağlamında, nefsin çeşitli halleriyle ilişkili olarak tanımlanır. Nefs-i mutmainne sevgi, razı olma ve kendini Allah’a teslim etme haliyle, saf ve arı bir benlik şeklinde betimlenirken; nefs-i emmâre ise, arzuların ve dünyevi zevklerin esiri olan, nefsânî ve kirli bir benlik yapısı olarak ele alınır. Ayrıca, nefs-i levvâme ise, pişmanlık ve içsel çelişki içinde olan, sürekli kendini sorgulayan ve daha iyi bir varlık olma yolunda çaba gösteren bir benlik hali olarak değerlendirilir.
FOMO bizim nefs-i emmaremizin bir sonucudur. Bizi âleme ve kaderimize hükmetmeye çalışan küçük tanrıcıklar rolüne sokar. Mevlânâ’ya göre, gerçek benlik nefs-i mutmainne seviyesine eriştiğinde, birey kendinde güç görmeyi bırakır ve Allah’a tamamen teslim olur. Bu noktada, benlik dünyadan tamamen arınmış, ilahi iradeye teslim olmuş ve içsel huzura ulaşmış olur. Ayrıca, bu yolculukta insanın kendi varlığını ve iradesini terk ederek, ilahi rahmet ve tevfiğe yönelmesi, esas benliğin gerçek anlamda Allah ile bütünleşmesidir.
Günümüz modern psikolojisi şükür günlükleri, haz ertelemesi önerilerinde bulunur. Haz ertelemesi, egoyu yalnızca geçici olarak yatıştırır. İd’in (ilkel dürtülerin) istediği haz, yalnızca ertelenmiştir, vazgeçilmemiştir. Hazzın sonunda karşılanacağını bildiği için Ego rahatlar. Peki ya ertelediğimiz o “ödül” hiç gelmezse? Ya da Şükr Günlüğü’nde yazacak “iyi bir şey” bulamazsak? O zaman kaygı, kontrolü kaybetme endişesiyle beraber misliyle geri döner.
İşte Rıza Makamı bu noktada modern psikolojinin vardığı sınırları aşar. Rıza, “şükredecek bir şey bulduğum için mutluyum” demek değildir. Rıza, tam tersine, hiçbir şey bulamasanız bile, her şeyin ilahi bir plan dahilinde olduğuna ve şu anki halin adil, gerekli ve mükemmel olduğuna teslim olmaktır.
Bu makamda, kişi kendi kontrolünü (küçük tanrıcık rolünü) tamamen terk eder. Artık nefs-i mutmainne safhasına yaklaşmıştır; ne geçmişin pişmanlığı (Nefs-i Levvâme) ne de geleceği kaçırma korkusu (FOMO / Nefs-i Emmâre) kalır. Çünkü kişi, kendi iradesinden vazgeçerek, kendini sonsuz ve aşkın bir iradenin akışına bırakmıştır. Bu, gerçek, kalıcı ve koşulsuz bir huzurun formülüdür.
Peki, genç bir birey bu iki bilgelik yolunu günlük hayatına nasıl entegre edebilir? Freud’un gözlemini, sûfîlerin teslimiyetiyle birleştiren somut adımları nasıl atar.
- Sosyal medyada bir ‘kayıp’ hissi yaşadığınızda (tatile, umreye gidememek, evlilik gibi olayların gecikmesi, akademik geri kalış, iş bulamama), bu dürtüyü id’in (nefsin) anlık bir talebi olarak etiketleyin. Bu basit teşhis, dürtünün gücünü anında azaltır.
 - Kontrol edemeyeceğiniz, kaçırdığınızı düşündüğünüz şeye karşı gönüllü bir vazgeçiş (bir tür Zühd) pratiği yapın.
 
- Rıza Nefesi: Çok kaygılı hissettiğinizde, sadece üç kez derin nefes alın ve içtenlikle fısıldayın: “Benim için en hayırlı olan, zaten gerçekleşendir. Olanı kabul ediyorum.” Bu, bedenin alarm sistemini (“savaş ya da kaç”) anında devre dışı bırakan güçlü bir teslimiyet anıdır.
 
- Nefs-i Mutmainne’ye giden yol, kişinin kendi benliğinden sıyrılıp daha büyük bir amaca odaklanmasından geçer. Bunun içinde kâmil bir mürşid arayın.
 
- Kendini Unutma: Anksiyete ve FOMO, her zaman benmerkezci düşüncelerin ürünüdür. Bu kaostan kurtulmanın en hızlı yolu, odağı başkalarına çevirmektir. Bir arkadaşınıza yardım etmek, toplumsal bir soruna küçük de olsa katkıda bulunmak gibi hizmet odaklı eylemler, Ego’nun (Nefs’in) kibrini ve kaygısını çözer ve gerçek, sahici bir anlam hissi verir.
 
Freud, bize kendimizi anlamanın zorunluluğunu; tasavvuf ise kendimizden vazgeçmenin yüceliğini göstermektedir. Anksiyete Çağında huzur, içindeki o küçük, hükmetmeye çalışan benliği (Nefs-i Emmâre’yi) teşhis edip, onu ilahi olana (Rıza’ya) teslim etmekten geçer. Huzur bir kazanım değil, bir teslimiyettir.
Sahici ve huzurlu bir yaşam, her şeyi yetiştirmekten değil, yetişemediğini gönül rahatlığıyla kabul etmekten başlar.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
                        
        
        
Mesaj Bırak