Ara

Sorun İslâm’da mı?

Sorun İslâm’da mı?

Bazı İslâmî kesimler veya genelde Müslümanlar, ‘çözüm İslâm’da’ diye slogan atmalarına rağmen Batılılar veya gayri Müslimler çözüm İslâm’da demek bir yana İslâm’ı sorunun kaynağı olarak tanımlıyor ve görüyorlar. İslâm’ın çağa ve modernizme uymadığını hatta 5 yüz yıl geriden geldiğini ileri sürüyorlar. Bu durumda, bizim tezimizle onların iddiaları taban tabana çelişiyor! Doğru, bakılan yere yani konuma göre değişiyor. İki farklı bakış açısı iki dünyâyı temsil ediyor. Hangisinin doğru olduğunu tartışmak yerine ‘İslâm geri bırakır’ veya ‘İslâm çağa uymaz’ tezinin kökenine inmek, kaynağını aramakta fayda var. 

Batılılar ve içimizdeki onların vekilharçları, acentaları, batılılaşmış ideolojik azınlık mensupları kesinlikle İslâm’ın şarkı geri bıraktığına inanırlar. Bu kesimler, vaktiyle hatta Fuad Sezgin gibilerinin de tespitiyle İslâmiyet en az 10 asır boyunca dünyanın önünde gitmiş olmasına rağmen hiç aldırmadan soruya günümüz verileri üzerinden cevap vermeyi yeğlerler. Bir kere kararlarını vermişler ve peşin hüküm üretmiş ve yürütmüşler: İslâmiyet terakkiye manidir. Bunu ilk söyleyenlerden birisi Ernest Renan olmuştur. İslâm’ın bilimin gelişmesini engellediğine ve bilimsel düşünceyi körelttiğine kail olmuştur. Bu söz zamanla ezber haline gelmiş ve herkesin ağzına misafir olmuştur. Müslümanların eski ruhlarını kaybettikleri ve organize olma kabiliyetlerini yitirdikleri varsayılabilir. Bu şarkın bir gerçeği değil şarklıların muvakkat bir gerçeğidir. Bozulmanın bir sonucudur.

Fransızlardan sonra İngilizler de aynı suçlama veya nakaratı tekrar etmeye başlamışlardır. Mütareke günleri İngiliz süngüsünü takip eden Anglikan Kilisesi, Meşihat’a İslâm’la ilgili yüksek perdeden bazı suâller sorar. Yahudilerin Hazreti Peygamber’i (sav) sınamak için sordukları sorular gibi. Ruh veya Ashab-ı Kehf etrafında bazı suâller sormuşlardır. Meşihat dairesi ise bu suâlleri cevaplandırmak üzere İzmirli İsmail Hakkı’yı görevlendirmiştir. Bununla birlikte bu suâllere ihtiyari olarak cevap verenler de vardır. Bunlardan birisi Hilal dergisinin sahibi Abdulaziz Çaviş’tir. Anglikan kilisesine Cevap adıyla bir risale kaleme almış, neşretmiş ve bunu Mehmet Akif Ersoy dilimize aktarmıştır. Anglikan Kilisesi zemin kaybetse de burnundan kıl aldırmaz. Canterbury veya Anglikan Kilisesinin 103’üncü Başpiskoposu olarak bilinen Lord Carey soya çekimle birlikte İslâm’ı eleştirmeyi ve hatta hakaret etmeyi itiyat (alışkanlık) haline getirmiştir. Bu yüzden de Sunday Times gazetesine yazdığı bir makalede saldırganlara karşı Charlie Hebdo’yu desteklediğini ifade etmiştir. Gerekçe olarak da, aksi halde toplumda kasılma olacağını ve oto sansürün gelişeceğini, eleştiri kültürü ve ruhunun köreleceğini öngörmektedir. Hâlbuki Katolik Kilisesinin Başı olan Papa Francis bile saldırıyı sahiplenmemekle birlikte dinle dalga geçmeyi veya alay etmeyi hoş karşılamamış ve ‘anama sövene karşı yumruklarımı çalıştırırım’ şeklinde bir ifade kullanmıştır. Bununla birlikte selefi 16’ıncı Benediktus gibi Dr. George Carey de İslâm’ı aşağılamayı bir görev ve hak olarak görmektedir.

Bu nedenle emekliliğinden sonra sataşmalarını itiyat haline getirmiş İslâm’la alakalı olarak iğnelemelerinde ve dokundurmalarına devam etmiştir. İslâm’ı otoriter ve esnemeyen katı kuralları olan ve kendini yenilemekten aciz bir din olarak tasvir etmektedir. Asra ve asırlara uyabilecek beceriden ve gelişmeden mahrum olduğunu ileri sürmüş ve İslâm’ın yüzyıllardan beri tek bir buluşa ve icada bile imza atamadığını ileri sürmüştür. İslâm’ın otoriter rejimler kuşağına sahip olduğunu ve büyük bir gelenek olmasına rağmen neden solmaya yüz tuttuğunu sormaktadır. Yine Hazreti Peygambere (sav) de inceden inceye dokundurmadan edemiyor ve büyük bir din getirmesine rağmen sonuçta ‘ümmi bir insan olduğunu’ buna mukabil Allah’tan doğrudan mesaj aldığı iddiasını dillendirdiğini söylüyor. Dolambaçlı yollarla şunları da söylüyor: “Meseleye kritik gözle bakan kimi ilim adamları geçen 500 yıl içinde İslâm’ın içten içe modernizme güçlü bir direnme gösterdiğini ileri sürüyorlar…” Bu 16’ıncı Benediktus’un ifadesiyle, ‘İslâm kılıçtan başka ne getirdi?’ söyleminin bir başka versiyonudur. Anlaşıldığı kadarıyla eski din adamı veya emekli başpiskopos Dr. Lord Carey modernizmi zararlı ve faydalı yönleriyle birbirinden ayırmıyor. Modernizme mutlak ve meşrulaştırıcı bir hüküm atfediyor. Bunun üzerinden de İslâm’la hesaplaşıyor.  

İstanbul Meşihatına yüksek perdeden İslâm’ı aşağılamak için sorgu kipinde suâl soran selefleri Anglikan Kilisesi mensupları gibi. Hâlbuki Charile Hebdo kışkırtmasına sahip çıkacağına New York Times’ın Pamela Geller kışkırtmasında yaptığı gibi madalyonun öteki yüzünü temsil eden tarafa da dokundurma yapabilirdi. Lakin yapmamış ve suçu İslâmiyet’e yıkmıştır. Bu vesile ile gönlüne tercüman olmuştur. Bu açıdan bazı değerlendirmelerde Dr. Lord Carey’ın İslâm hakkında Thatcher’dan daha dobra ve açık sözlü olduğu ifade edilmektedir. Ya da Thatcher’in dini veçhesi ve yüzü olduğu kabul edilebilir. Mart 2004 tarihinde Roma’da yaptığı ‘Christianity and Islam: Collision or Convergence?/ Hıristiyanlık ve İslâm: Çatışma mı yakınlaşma mı?’ başlıklı konuşması da Hıristiyan taassubuyla meşbu ve onun tortularını taşıyan sıra dışı değerlendirmelerden birisidir.

Bu hususta İngiltere’de epey taraftarı ve kafadarı var. İngiltere'nin Dış İstihbarat Servisi MI6'nın Başkanı John Sawers da İslâm’ın hem Avrupa’ya hem de asra ve çağa uyumlu olmadığını ileri sürmüştür. İslâm’ın kendini yenilemekten aciz olduğunu da iddia etmiştir. Müslümanların İngiltere’ye entegre olma kabiliyetlerinin olmadığını keza İslâm’ın da çağın değerlerine intibak edemediğini savunmaktadır. Cihadcı John’un kimliği üzerine konuşan MI6 eski Başkanı John Sawers söz konusu kişinin Kuveyt asıllı Muhammed İmvazi olduğuna dikkat çekmiştir.

İngiliz istihbarat kaynakları yaklaşık 700 civarında İngiliz’in Suriye ve Irak’ta İslâm Devletinin saflarında çarpıştığına dikkat çekiyor. Bununla birlikte yine aynı kaynaklar İngiltere’den örgütün saflarına katılan kişilerden 300 kadar savaşçının yeniden İngiltere’ye geri döndüğünü teyit ediyorlar. Bununla birlikte İngiltere’deki güvenlik kaynaklarının endişe ettiği husus geri dönen savaşçıların 7 Temmuz 2005 tarihinde olduğu gibi tedhiş eylemlerine kalkışmaları ihtimalidir. 

Mesele Uyumsuzluk Mu Yoksa Batılı Toplumların Dışlaması Mı?

MI6’in eski Başkanı John Sawers, İslâm’ın çağa ve Müslümanların Batı’ya uyum gösteremediklerini söylemesine mukabil Raşid Gannuşi, Batı’da tutunamayan ve dışlanan Müslümanların kendilerini örgütlere kaptırdıklarını, onların kucağına düştüklerini ifade etmektedir. Burada sorun şu: John Sawers’ın iddia ettiği gibi Müslüman gençler veya genel ifadesiyle Müslümanlar Batı’ya entegre mi olamıyor yoksa Batılılar onları dışlıyor mu? 

Sorun İslâm’da diyenler kendi sorumluluklarını göz ardı ediyorlar. Şiddet şiddeti ve merhametsizlik örgütleri türetmekte, doğurmaktadır. Söz çok ama meali birdir. Temenni edilmez ama rüzgâr eken fırtına biçer.

Haziran 2015

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak