"Mekke'nin fırınında pişmeyenler, Medine'ye talip olmasınlar."
Hicret, insanın bir yerden başka bir yere intikal etmesi, beden ülkesini terk edip, ruhlar âlemine göçmesi, fenâ ahlâktan güzel ahlâka geçmesi şeklinde, değişik anlamlar verilerek tanımlanır. Bütün varlık âlemi hicret hâlindedir. Semâvât ve arz, ikisinin arasında bulunan her şey; ay, güneş ve bütün gök cisimleri bir hareket halindedir. Bütün felekler, sürekli kendi yörüngesinde dönüp dolaşmaktadır. Dünya ve güneş sistemi, her sene, bir önceki sene bulunduğu yerden beş yüz milyon kilometre uzaklaşmaktadır. Bu hareketiyle Dünya, süratle bir boşluğa doğru gitmektedir. Taş, toprak, içindeki bileşikler, bitkilere nüfuz etmek suretiyle devamlı bir gelişim sürecinde. Toprağa atılan tohum, yerin altında döllenerek filizlenir, büyür, gelişir, dal-budak olur, yapraklanıp meyveye durur. Bu hâliyle o, bir ilerleme içindedir. Kaynağından çıkan su, deryaya kavuşuncaya kadar seyr ü seferdedir. Sıcağın tesiriyle buharlaşan sular, bulut olup, üzerimize rahmet şeklinde dönmektedir. Hayvânât ve insanlar, ana karnında tek bir hücredir. Hücreler bölünerek çoğalır ve et parçası haline gelir. "Sonra nutfeyi alaka, aşılanmış yumurta yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline getirdik. Bu bir parçacık eti, kemiklere, iskelete çevirdik. Bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah (c.c.) pek yücedir." (Mü'minûn, 23/14) "Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kuvvet sahibidir." (Rûm, 30/54) Hicret, sadece Efendimiz (sav) ve ashabının, inandıkları hayatı yaşama geçirmek için Mekke'den Medine'ye yaptıkları yolculuk değildir. Hicret:
a. Âdem (as)'in, cennetten yeryüzüne inerek, peygamberlik nûrûna nail olması, b. Gece-gündüz kavmini Allah Teâlâ'ya davet eden Nuh Peygamber (as)'in, kendisine inananlarla, her tarafı suların kaplaması neticesinde denizde yapmış olduğu sefer de, c. İbrahim (as)'in Bâbil'den Hicaz'a gelerek burada, tevhid inancının simgesi olan Beytullah'ı binâ etmesi, Hak Teâlâ'nın kullarını bu mekâna daveti ve, d. Musa (as)'nın ana kucağından saraya ve inançlarını yaşamak ve yaşatmak için Mısır'a kadar gitmesidir. Nebîler gibi sâdıkların, şehitlerin ve sâlihlerin, Allah Teâlâ yolunda mallarını, canlarını feda ederek bir karış da olsa inançları uğruna yapmış oldukları göç, hicrettir. Ashâb-ı Kirâm'ın, Ashâb-ı Suffe'de yaptıkları tâlimle, hicret, ilimdir, mektebdir. Peygamberimiz (sav) ve ashabının Kuba köyüne ayak basar basmaz mescid inşa edip insanları Allah Teâlâ'nın emirlerine davet etmesiyle hicret; tebliğdir, mabettir, cemaattir. Ensârın muhacirine (hicret eden âshâba) bağrını açmasıyla hicret; dostluktur, kardeşliktir. Malını-mülkünü, yerini-yurdunu dîni uğrunda terk eden muhacirinin göstermiş olduğu samimiyetin, kahramanlığın adıdır hicret. Maddi âlemde hicret (seyr) olduğu gibi, mânevi âlemde de bir hicret hadisesi vardır. Hayvanı hayvan, bitkiyi bitki yapan özellikler olduğu gibi, insanı, zâhiri (dış görünümü) itibariyle insan yapan özellikler vardır. İnsan, bu nitelikleriyle beşerdir. Bu özellik, inanan ve inanmayan için de geçerlidir. Melekî, rûhî, kalbî yönüyle insan âdemdir. Topraktan halk olunan insan, madden ve mânen, Hâlik'ının emirlerine riâyetle âdemiyyete, ahlâkî güzellikleri elde ederek de en güzel kıvama, biçime, "ahsen-i takvîm" mertebesine hicret eder. Boyu-posu, âzâsının birbirine uygunluğu ve rızkının temizliğiyle hayvanlardan üstün olan insanın; dili ile ikrar, bedeni ile İslâm'ı yaşamak, kalbiyle marifete ermek, Allah (c.c.)'ın isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini tanımak suretiyle mü'min olma vasfını elde etmesidir hicret. Kesin olarak inandığı esasları yaşamak sûretiyle, îmandan İslâm'a; kalb gözlerini açıp, basiret nuruyla Rabbimizi müşahede ederek emr-i İlâhîyi yerine getirmek suretiyle de ihsan mertebesine erişmektir hicret. Asıl hicret, Kur'ân-ı Kerîm'e ve Resül-i Ekrem (sav)'e tâbi olmaktır. Hak Teâlâ'yı tanıyan kullar (Ârifân-ı İlâhî), dînimizin dış ve iç yönüne âit kâide ve usulleri yerine getirerek şeraîte hicret ederler. Allah Teâlâ'ya kavuşmak için emr-i İlâhî'yi takva esasına göre icra ederek İmam-ı Azam (r.a.l gibi tarikata hicret ederler. Hak Teâlâ'nın iradesini kendi iradesine tercih ederek hakikate hicret ederler. Cenâb-ı Hak tarafından gönlüne inen nûr ile marifete hicret ederler. Kuran-ı Kerim'de geçen, ilmin aşamalarını (Kâria, /5-7); mukarreb, Allah u Teala'nın muhabbetine erişen kulların sınıflarını (Vâkıa, 56/7-12), zatında yok olmanın (fenâ) mertebelerini (Haşr, 59/9; Nisa, 4/69-70; Ahzab, 33/6; Bakara, 2/165), saymakla tükenmez hal ve makamları (Leyl, 92/6; En'am, 6/91; Hacc, 22/74; Zümer, 39/67) anlatmaya bu yazının hacmi yetmez. Mekke'den Medine'ye hicret etmek isteyen, maddî ve mânevi yolculuğu gerçekleştirmek arzusunda olanların, rûhlarında şu yolculuğu gerçekleştirmeleri gerekir: 1. İlim ve takva:"Kulları içinden, ancak âlimler, Allah (cc)'tan gereğince korkar." (Fâtır, 35/28) 2. Dost ve düşmanı tanıma:"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudur. (Hep birlerini tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah (cc), zâlimler topluluğuna yol göstermez. (Mâide, 5/51) 3. Samimiyet ve ihlas:"(İblis) De ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna." (Hicr, 15/39-40) "Halbuki onlara ancak, dini yalnız O (cc)'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur." (Beyyine, 98/5)
"İblis, Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlasa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım, dedi." (Sâd, 38/82-83) 4. Cenâb-ı Hakk a kavuşmanın yollarını arama:"Ey iman edenler! Allah (cc)'tan korkun, O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide, 5/35) Asıl hicret, çorağı giderilen toprağın münbit hale gelmesi; dağdan kesilen ağacın fırınlanıp gönyeye girmesi, mobilyaya dönüşmesi; dağın altından çıkarılan şekilsiz taş parçalarının fabrikada işlenip; içindeki demir, bakır, gümüş ve altının ayrıştırılması; güllerin ezilip süzülüp, esans haline gelmesi; dalından koparılan üzümün tekneye doldurulup çiğnenmesi, şırası ateşte kaynatılarak pekmez olması; fidanların aşılanıp en güzel ürünün alınması gibi mükerrem olarak yaratılan insanın, aldığı evrad ve ezkârla, rabıta ve murakabeyle, bir mürşid-i kâmilin muhabbet potasında benliğini eritmesi; kardeşlerini sevmesi ve bütün insanların hidayeti için çalışması; Allah ve Râsûlü (sav)'nün aşkında yanıp kül olması, şu âyet ve hadisin sırrına ermesidir:"Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad yapanlar, işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Bakara, 2/218) "Asıl muhacir, nefsinin fena arzularından kaçandır." (Buhârî.îmân 4, 5, Rikak 26) Hicret, çile ve aksiyon, davanın gerçekleşmesi için enerji ve bir diriliştir. Hedefi ve gayesi belli olan bir seyirdir. Toprakta, tohumun kabuğunu çatlatıp filizlenerek toprağı terk etmesidir. Hicret, zamanla ve mekânla kayıtlanmadan mücerret manasıyla kavranmalıdır. Mekke, bir fırındır. Mevlana (ks)'nın, 'Hamdım, Piştim, Yandım' dediği gibi, Mekke'nin fırınında pişmeyenler, Medine'ye talip olmasınlar.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak