Ara

Son Dönem Ulemâsının Sünnetle İlgili Görüşleri

Son Dönem Ulemâsının Sünnetle İlgili Görüşleri
Bediuzzaman Said-i Nursi hazretlerinin Risâle-i Nur’daki sünneti seniyye ile ilgili görüşleri: “Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vâcib kısmında ittibâ mecburiyeti var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibâyla mükelleftir. Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî (mubahlık ifâde eden emir) ile yine ehl-i îman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibâında azîm sevaplar var ve tağyir ve tebdîli bid’a ve dalâlettir ve büyük hatâdır. Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise hikmeten, maslahaten, hayât-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimâiye itibâriyle onu taklid ve ittibâ etmek, gâyet müstahsendir. Çünkü her bir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-ı hayâtiye bulunduğu gibi, mutâbaat etmekle o âdâb ve âdetler ibâdet hükmüne geçer. Evet mâdem dost ve düşmanın ittifâkıyla, Zât-ı Ahmediye (sav) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve mâdem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve mâdem binler mu’cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehâdetiyle ve mübelliğ ve tercümân olduğu Kur’ân-ı Hakîm’in hakâikının tasdîkiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve mâdem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemâl, merâtib-i kemâlâtta terakkî edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel numûnelerdir ve tâkip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihâz edilecek en muhkem kânunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyâde ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik eder ise hasâret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise cinâyet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise dalâlet-i azîmedir. “Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resûl-i Ekrem’in (sav) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre-miskal o sünnetlerde inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara nıel’ab, evhâma merkeb ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklen matiyye olacaktır.” “Sünnet-i Seniyye, edepdir. Hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resûlü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fermân etmiş: “Allâh’a ve Resûlüne itaat eden kimseler; nebîler, sıddîklar, şehitler, sâlihler ve Allâh’ın kendilerine in’am ve ihsanda bulunduğu kimselerle berâberdirler. Onlar ne güzel arkadaşlardır.” “Her kim Resûle itaat ederse Allâh’a itaat etmiştir.” “Eddebenî Rabbî bi-ahseni te’dibî” Yâni: “Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsân etmiş, beni edeplendirmiş.” Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen kat’iyyen anlar ki: Edebin envâını Cenâb-ı Hakk, habîbinde cem’etmiştir. Onun Sünnet-i seniyyesini terk eden, edebi terk eder.” “Sizden Allâh’ı ve âhiret gününü dileyen ve çokça Allâh’ı hatırlayanlar için Resûlullâh’a tâbi’ olmakta güzel bir istikâmet vardır.”1 Mevdûdî sünnete teslîm olma konusunda şu ifâdelere yer verir: Hazret-i Resûl’ün (sav) sünnetinden bir santim bile ayrılmak, Allâh ve Resûlü tarafından daha az sevilmeye sebep olabilir. Aşk ve sevginin ilk şartı kayıtsız şartsız teslîmiyettir. Resûlullâh’ı seven O’na tüm olarak teslîm olmalı, itaat etmelidir.2 Seyyid Kutub’a göre sünnete bağlılık: “Allâh sevgisi, ne laftan öteye geçmeyen bir iddia ne de insanın vicdânında kalan bir aşktan ibârettir. Bu sevgi, Allâh’ın Resûlüne bağlılık, O'nun gösterdiği yolda yürüme, O'nun yaşam biçimini gerçekleştirme ile ortaya konur. Îman da söylenen sözler, coşan duygular, yerine getirilen sembolik ibâdetler değildir. Îman; ancak Allâh’a ve Resûlüne bağlılık, Peygamberin getirdiği Allâh’ın buyruklarına göre hareket etmedir. İmam İbn-i Kesir tefsîrinde otuzbirinci âyetle ilgili olarak diyor ki: "Bu âyet-i kerîme, Allâh’ı sevdiğini iddia ettiği halde Muhammed'e tâbi olmayan herkese karşı kesin bir hükümdür. Böyle bir iddiası olan kişi tüm sözlerinde ve eylemlerinde Muhammedî yaşayışı ve O'nun tebliğ ettiği dîni izlemediği sürece, bunun yalancı olduğuna hükmedilir. Nitekim Sahih (hadiste) sâbit olduğuna göre Resûlullâh (salât ve selâm üzerine olsun) `Kim bizim emretmediğimiz bir işi yaparsa o iş reddedilmiştir' buyurmuştur..."3 Ömer Nasuhi Bilmen’e göre sünnet: “Resûl-i Ekrem hazretlerinin mubârek sözleri, fiilleri ümmet için en güzel bir imtisal numûnesidir. Nebiyyi Zîşân’ın dînî hükümlere âit olan bütün sözleri, birer vahyi ilâhî netîcesidir. —Resûlullâh havadan söylemez, onun sözü ancak kendisine tebliğ olunan bir vahy-i ilâhîdir.4 — buyrulmuştur.” Resûlullâh’ın mubârek sözleri birer sünnet olduğu gibi zât-ı nebevîlerine mahsus, hasâisi nebeviyyeden mâdut olmayan ve kasd ve ihtiyâra müstenid bulunan fiilleri de birer sünnettir. “Nebiyyi Zîşan’dan kasden sâdır ve teheccüd namazı gibi kendi hasâisi seniyyelerinden gayri mâdud olan bir fi’l Rasûl-i Ekrem hakkında farz ve vacip ise ümmeti hakkında da farzdır, vâcibdir. Hazreti Peygamber hakkında müstehab veya mübah ise ümmeti hakkında da müstehabdır veya mubahtır. Böyle sıfatları mâlûm olan fi’llerin hükümleri, Rasûl-i Ekrem ile ümmeti arasında müşterek bulunmuş olur. Böyle bir fi’lin sıfatı bilinmezse ibahaye haml olunur; bize de ittibâı câiz olur; çünkü bu halde müteyakkan olan budur: “Rasûl-i Ekrem’in sünnetleri pek mühimdir, dînî esasların pek mukaddesidir; bunlara ittibâ etmek, ümmet için bir vecîbedir.” Meselâ: “Sahihi Buhârî’de İbni Ömer’den şöyle rivâyet vardır: “Nebiyyi Ekrem (sav) altından bir yüzük takmıştı. İnsanlar da altın yüzük takmaya başladılar. Nebiyyi Ekrem(sav): ‘Ben altından bir yüzük edinmiştim’ deyip onu terk ettiler ve ‘Ben onu ebediyen takınmayacağım’ diye buyurdular, nâs da hatemlerini terk ediverdiler. İşte bu, bir senet ile, bir an’ne ile ve ahad tarîkile rivâyet edilmiş bir sünnettir. Hem de sünneti fi’liye ile sünneti kavliyeyi camidir. Nâsın hatemlerini parmaklarından çıkarıp terk edivermelerine karşı Rasûl-i Ekrem’in sükût buyurmaları da bir sünneti takririye kabîlinden sayılabilir. Bu sünneti nebeviyye Resûl-i Ekrem’in ef’âline iktidâ ve ittibânın lüzûmunu da göstermektedir.5 Sünnet: İslâm toplumunun yâni ümmetin oluşması için Hz. Peygamber'in usûlünün esas alınması ve peygamberî usûlü ittifakla tâkip eden sahabi cemaâtının yolunun izlenmesidir. İslâm toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allâh’ın Kitâbı ve Hz. Peygamber’in sünnetidir. Bunun için Allâh Teâlâ, Kur’ân ile birlikte Peygambere tâbi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. "Allâh, önceleri açık bir şaşkınlık içinde olan inananlara, Allâh’ın âyetlerini okuyan, onları kötülükten arındıran, Kitâbı (Kur’ân) ve hikmeti (sünnet) öğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de öğreten bir Peygamber gönderdi".6 Kötülükten arındırmak (tezkiye), haram ve helâli Kur’ân’dan öğrenmek ile tefsir edilmiş, hikmet ise ittifakla "sünnet" olarak kabûl edilmiştir. Kur’ân farzı, vâcibi tâyin etme, helâli haramı belirleme açısından Allâh’ın hükmü ile Rasûlünün hükmünü iki temel esas kabûl etmiştir. "Allâh ve Rasûlü’nün yoluna aralarında hüküm vermesi için dâvet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar".7 Hz. Peygamber (sav), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur8. Sünnete bağlılık, dînî bir zorunluluktur. Kur’ân bize yeterlidir düşüncesiyle sünneti ihmâl etmek târih boyunca bütün bid'at fırkalarının ortak özelliği olan gizli bir hıyânet çeşididir. Hz. Peygamber (sav) bu durumun ileride ortaya çıkacağını haber vererek, dînî hiçbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur’ân yeterlidir; Kur’ân neyi helâl kılmışsa onu helâl bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların çıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur’ân ile birlikte (hüküm bakımından) onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir."9 İmrân b. Husayn (r.a.), ‘bize Kur’ân yeterlidir, sünnete gerek yoktur’ diyen bir adama şöyle seslenir: "Ahmak herif; sen Kur’ân'da öğle namazının dört rekât olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hükmünü bulabilir misin? Kur’ân bize çok şeyleri müphem bırakmış, sünnet onları açıklamıştır." Abdullâh b. Mesud (r.a.) "Allâh’ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lânet ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur’ân’da var mı?" diye sorar. Abdullâh b. Mesud şöyle der: "Var tabii, sen şu âyeti okumuyor musun? ‘Rasûlullâh size neyi emrederse onu yerine getiriniz, neyi yasaklarsa ondan kaçınınız.’”10 Hz. Peygamber kendi sünnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashâbına da uyulmasını emir buyurmuştur. Ashâbı, kendilerine uyulduğu takdirde, insanları doğru yola götüren gökteki yıldızlara benzetmiştir. "İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şâhit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halîfelerin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdetâ dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır."11 Dipnotlar: [1] M Kırkıncı,www. Sorularla İslamiyet.com 2 Agy 3 Fizilalil Kuran,2/258-259 4 Necm/ 3-4 5 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiye ve İslahatı Fıkhıye Kamusu, 1/134, 1985, İst. 6 el-Bakara, 2/151 7 en-Nûr, 24/5 8 Müslim, 412, İbn Mâce, Mukaddime, 1 9 Ebû Dâvûd, Sünne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131 10 el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sünnetü'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'ân, s.54 11 Ebû Dâvûd, Sünne, 5,B TOPALOĞLU (EHLİ SÜNNET) www.sevde.de Servet Yalçın

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak