Ara

“Soframız Bir Üniversiteydi”

“Soframız Bir Üniversiteydi”

Muhterem Ali Ramazan Dinç Efendimiz ile Seyr TV stüdyosunda Hacı Hasan Efendimiz (ks) ve Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (ks) Üstâzımıza dair konuştuğumuz bir röportaj gerçekleştirdik…

Röportaj: Hasan Hafif

 

Muhterem Efendim ilk olarak, Hacı Hasan Efendimiz’in öğrencileri gözettiğini, onlara yardım ettiğini biliyoruz, duymuştuk. Hacı Hasan Efendimiz’in (ks) sizi okutmadaki azmi neydi (nasıldı)? Bu soruyla başlamak istiyoruz.

Çok sıkıntılı bir devrede yaşamışlar. Okumanın okutmanın tam yasaklandığı zaman. Kur’ân-ı azimüşşânın okunmasının ve okutulmasının.

Böyle bir devirden geldiği için bunun acısını, ızdırâbını duymuş. Meselâ dedem rahmetullâhi aleyh Hazretleri ilim ehli bir kimse. Evlâdını okutmak için biz âlet kitâbı deriz, emsile binâ izhar kafiye elfiye, bu kitabı çıkarmışlar. Bir yabancı da değil, aynı mahallede dedemin hocası olan bir kimse diyor ki: “Hasan’ı mı okutuyorsun yoksa?” Bunu iyi bir niyetle söylemiyor. Neden okutuyorsun diye. Böyle bir devir. Dedem rahmetullâhi aleyh, “bir mesele olmuştu hocam da ona baktım”, “haa öyle mi?” diyor. Eğer okutuyorum dese gidip şikâyet edecekler. Böyle bir sıkıntılı zamandan geldiği için Üstâzımız Hazretleri İmam Hatib’in meselâ açılmasına çok yardımcı oldu. Öyle kendisinin levha yazarak geçimlerini temin etmiş ama, Rabbımıza karşı ağır gelecek bir söz söylemekten O’na sığınırım, Rabbımız korusun, öyle bir geliri yok. O levha yazmak sûretiyle geçimini sağlamış ama buna rağmen, zenginler listesi yapmışlar, ne kadar cömertse mürşid-i kâmilimiz, o zenginler listesinin en üstünde üstâzımız var, en çok yardım edenler listesinde. İmam Hatib’e değer veriyor, o günlerde o var. Sonra Develi’de açılacak orada bulunuyor. Tomarza'da açılacak orada bulunuyor.

Diyorlar ki, Hacı Hasan Efendimiz hangi okulun temel atma töreninde bulunmuşsa o okul o sene bitti. Şimdiki gibi değil, şimdi kolayca bir binâ dikiliveriyor. Hazır beton var. O zaman öyle değildi çok zorluklar vardı buna rağmen temeli atıldığı sene okul açıldı. O da herhalde onların bir himmeti olsa gerek manevî cihetleri ile Allâh'ımız ihsân ediyor, ikrâm ediyor.

Meselâ mucize anlatılır, peygamberlerde. Kerâmet kimlerde? Velîlerde

Belkıs'ın tahtının getirilmesinde Süleyman Aleyhisselâm Âsaf bin Berhıya’ya değer veriyor. İlim ehli bir kimse ama peygamber değil. Ama tahtı bir anda getiriyor biiznillâhi teālâ. Bu böyle olunca, onlar Rabbımızın lütuf ve keremiyle bunu yapamaz diye hiç birşey yok. Eğer duymuşsanız Lâdik’te bir kuyuyu çokça haber veriyorlar, orada bulunanlar bilirler onu. Hızır aleyhisselâmın o kuyuyu çok kısa bir zamanda biiznillâhi teālâ yaptığını söylüyorlar. Bir de okumuştum, İstanbul'da Bâyezid Câmiinin yapımında bizzât Hızır (as) bulunmuş. Orada bütün işçilere para veriliyor fakat bir işçi para almıyor. Bir de onun bulunduğu yerde iş hemen tamamlanıyor. Onun bulunduğu yerdeki duvar ânında yapılıyor. Diyorum ki Hacı Hasan Efendimiz Hazretlerinde kerâmet de vardı. Onun kerâmeti ile de yapılabilir Allâh’ın izni ile.

Efendim, Hacı Hasan Efendimiz sizin okumanız için özel bir gayret gösteriyordu, okullarınızda ziyâret ediyordu. Üstâzımız Hazretlerinin ziyaretlerinden bahseder misiniz?

Bu hususu çok iyi tespit ettiniz yalnız duygulanacağımız bir konu. Okulda Kayseri’nin çok soğuk kış günlerinde, ayağımızdaki meste kadar düşünür. O giyeceklerimize kadar düşünüyor. Duygulanıyorum tabii. Geldi, hemen bizi alışveriş merkezine götürdü. Mestler aldı, sonra kış gününde üşümememiz için kalın paltolar temin etti sevgili Efendimiz.

Okulda birinci sınıf Allâhu a’lem, geldiler, 1-c sınıfıydı. Orası eski İmam Hatib’e ek olarak yapılmıştı, sene 50'lerde yapılmış zâten. Geldi, zil çaldı, talebeler bir kısmı içeride bir kısmı dışarıda, öğretmen de yoktu. Masaların sıraların arasına durdu, aynen bugünkü gibi Rabbımızın izni ile hatırlıyorum. “Evlâtlarım, nasıl biz karanlık gecede yıldızları müşâhede ediyorsak melâike-i kirâm da yeryüzündeki ilim halkalarını öyle görüyor.” dedi ve bir hadîs-i şerif okudu: “Ümmetimin en şereflisi Kur’ân’ı hâfız olan ve gece ashâbı.” Gece yârânı. Biz bunu gece namaz kılan deyip bırakamayız çünkü sâdece namazla değil, tecelliyâta mazhar oluyor -olanlardır. Esrârın açıldığı bir vakit gece vakti, gece halvet olunan bir zaman. Rabbi zül-Celâl'imizin aşkıyla, muhabbetiyle, Fahr-i Kâinat’la (sallallâhu teāla aleyhi ve sellem). Sâdât-ı Kirâm ve meşâyıh-i ızam ile bir araya geldikleri zaman diyebiliriz, daha neler ve neler. Bunu ifâde ettiler.

Târih tekerrür derler. İmam Hatib’i bitirmişiz İslâm enstitüsünü bitirmişiz. Vâizlik dönemimizi bitirmişiz. Artık belli bir vakte zamâna gelmişiz. Yalnız yaşlandık diyemeyiz, bu dînimiz için yaşlanma diye bir şey yok. Azmimiz ve gayretimizle Allâh'ın izniyle yirmi bir yaşında İstanbul'u fetheden fâtihin aşkıyla dolacağız.

Kastamonu'ya gitmiştik, orada yetmiş üç yaşında bir pîr vardı, çok da yaşlı sayılmaz. İnsan yaşı ilerleyince yaşları küçük mü görüyor ne yapıyor bilmiyorum. Fakat Necip Fazıl'ı hatırlarım rahmetullâhi aleyh, “Bende şu anda bir acelecilik var. Acaba bu yaşımdan mı ileri geliyor?” diyor. Bir azim, gayret çaba gösteriyor. O yetmiş üç yaşında, dedi ki: “Ben yirmi bir yaşında delikanlıyım.” Bu din için şiddetlendi ve çok da mücâdeleler vermiş.

Günler geçti yaşımızı başımızı aldık biiznillâhi teālâ, hep imam hatib’i görüyorum rüyamda. Yāni bu yaşta varıp da sınıfa giriyorum, bir öğrenci gibi sırada oturuyorum. Fakat Mürşid-i Kâmilimiz, bāzı tembihatta bulundu bozulmamamız için. “Yanında bulunduğun kimsenin dizini, eğer temâs ederse Sâmî Efendi Hazretlerinin dizi gibi kabûl et.” dedi. “İstanbul'dan manevî bir tel kalbine takılmış gibi bil evlâdım.” Hep böyle korumaya çalışıyordu. Duygulanacağım husus dediğim buydu. İmam Hatib’i bitirmişiz, Hacı Hasan Efendimiz elimden tuttu, Sâmî Efendi hazretlerine: “Efendim devrin fitnesinden korkuyorum, yavruma bir ders verseniz.”

Herhalde bugünleri görseler nasıl tahammül ederdi onlar, Allâh'ımızın varlığının tartışıldığı bir devir. Ve verdiler, on bir istiğfar on bir tevhid on bir salâtu selâm çekiyorum. Rûhâni bir alâka olmalı ki o zamanlarda biraz daha yaşımız ilerlemeye başladı, akıl bâliğ olma dönemi. Niğde'den bir arkadaşımız bizi aldı Gümüşler kasabasına götürdü. Konuştuğu sözler pek uygun değil. Gece Sâmî Efendi Hazretleri geldi (ks) sandalyede oturuyor, biz de sandalyenin kenarında. Baktı ama tebessümle bakmadı, derhal hatırıma geldi dün o konuşmaları nasıl dinledim diye.

Üstazımız hazretleri orada konuştu. Rüyamda görüyorum, sık sık görmeye başladım. Bu işte bir iş var deyip İmam Hatib’e gittim. Orada sevgili bir kardeşimiz İbrahim Şimşek müdür olmuştu, onu da tebrik edeyim dedim.

Hayret ediyorum Hasan Efendi, oraya vardığımda öğrenciler müdürün odasını olduğu gibi doldurdular. Dedim ki: “Burada ders almıştım o dönemde. Siz de bu evrâdı ezkârı okuyun.” diye gönlümden öyle geldi.

Bakın 1-C sınıfında zil çalmış, bunu ayarlayayım desem mümkün değildir. Ya vâsıta ışıklarda durup kalacak ya başka -inşâallâh olumsuz bir durum olmaz- bir engel çıkabilirdi. Hālikımız ayarlamış, aynı sınıfa aynı durduğu yere. Rabbımız lütfetti ihsân etti.

İlim ehline verdiği önemden de bahseder misiniz Efendim?

Zâten kendisi ilim ehliydi. Efendimiz için ne diyoruz (sav), Muhammedinin-nebiyyi ümmiyyi, okumamış.

Bir mektebe oldu ki müdâvim

Allâh idi zâtına Muallim.

 

Öğrencileri koruyordu. Erzurum'da o devre okuyanlar vardı, onlara harçlıklarını gönderirdi. Nasıl bulur nasıl ederse biiznillâhi teālâ. Şimdiki gibi değil şimdi her şey kolaylaştı, ânında o yardım ulaşabiliyor, o târihte öyle değil.

Meselâ Sâmî Efendi Hazretleri, belki 80’inini geçiyor. Bir hocamız, “Bize para gelirdi Şâm-ı şerif’te okurken. Bu araştırdığımızda anamızdan, babamızdan, komşumuzdan değil. Mahallemizin büyüğüdür vesâirdir, bir zengin vâsıtasıyla değil, nereden geliyor derdik” diyor. Öğrendik ki Sâmî Efendi Hazretleri bir liste yaptırmış Şâm-ı Şerif’te kimler okuyor. Bizim listemizi almış ona göre diyor yardımda bulunuyor.

Sivas'ta İsmail Hakkı Hazretleri vardı. Bunlar çok sıkıntılı zamanlar geçirmişler. Öyle olmuş ki yiyecek içecek bulamamışlar. O Hazretimizin de evlâtları çok çay içer. Çayı gördüm, çok çay dediğimiz bardağın küçükleri var, onu da çok doldurmuyorlar. Diyorlar ki işte yirmi bardak içerler otuz bardak içerler. O bardaklarla 40 bardak bile içilir. Yalnız çok güzel latîfeleri var. Evlâtlarını bir ziyâretimde cemaat geliyor. Dediler ki “çay hazırlayacağız”, biri “altı boş” dedi. “Şimdi çay içireceksiniz ama biz yemek yemedik, evvelâ bir karnımızı doyuralım” dedi o da çok güzel bir tebessüm ve çok güzel bir anlaşmaya vesîle oldu, sevgiye medâr oldu. Onların latîfeleşmeleri de çok tatlı.

Konya’dayım bir düğün münâsebetiyle, orada çok kıymetli bir insan ile bulundum. İsmi Halis Kestâne. Mübârek bir zât. Manevî hizmetlerinin olduğunu evlâtları da anlatıyor bilenler de mevcut. Bāzı muharebelerde bulunduğunu sıkıntıda olan kimselere imdat eli-ehli var. Konu çok geniş. Bāzan ıslak elbiselerle ve kanlı elbiselerle de geliyor geceleri, böyle bir kimse. Çay getirildi. Mübârek hazretin tabii şeker atıldı çayını karıştırdım.

“Halis amca bunun bedeli var. Bunu karıştırdım ama bedelini öde.” Orada bir tânesi ya anlayamadı, “ben bedelini fazlasıyla öderim” dedi. Biz o şekilde değil latîfe niyetiyle. Halis amca güldü zâten. Bunun bedelini ödeyeceksin bak karıştırıyorum diye bir de ulu orta latîfeler yapılmaz.

Cenâb-ı Hak Habîbi’ne (sav) bile latîfe yapıyorsa Mirac hâdisesinde salâtü selâmlar, başta tahiyyat. Dil ile olan tazim beden ile olan tazim, mal ile olan tazim. Cenâb-ı Hakk üç kelâm-ı ilâhî ile Peygamberimiz ümmetimin salihleri üzerine de olsun deyince Allâh, “Cebrail’i (as) bile geride bıraktım yâ Muhammed, aramıza nasıl girdiriyorsun ümmetini?” deyince, Peygamberimiz: “Gamım ve kederim ümmetim için.” Daha doğduğunda ümmetim diyor.

Bu latîfeleri mürşid-i kâmilimiz de yapardı. Bir çayı anlatırken tavşan kanı çay derdi. Nereden buldu nereden bildi bunları diyorsunuz, söylediği şeyleri uzun yıllar sonra muteber kitaplarda buluyorsunuz.  Sâmî Efendi Hazretleri oradaki öğrencilere yardımda bulunuyor, mürşid-i kâmilimiz de öyle. Sonra ilim ehillerine gerçekten çok saygı duyuyordu. Birisini gördüm, gayretine dokunuyor insanın evlâdı yaşında. Böyle eğilir bir vaziyete geldi kendileri ilim ehlidir diye. İlim ehilleri öyle herkesi dinlemezler. Ama üstâzımızda da Sâmî Efendimiz’de de gördüm.

Suadiye'de, Göztepe ve Bostancı bu çevrelerde insanların göremeyeceği, çok fark edemeyeceği yerlere geçiyorlardı çünkü nerede namaz kılıyorsa oraya akın ediyorlardı. Çünkü bir evliyaullâhın bulunması bir mescidde ne demek. Kayseri'ye geldi mürşid-i kâmilimiz. Namaz kılınacak câmide, emîn olun ehlullahtan birisi vardı yanımda. Dedi ki: “Câmi fuyûzât-ı ilâhiyeden çatlayacak onun burada bulunmasıyla.” Kayseri meşhur Câmi-i Kebir’de vâizin birisi, Abdullah Develioğlu öyle bir vaaz ediyor ki diğer yaptığı vaazlardan çok farklı. Birisi diyor ki: “Bu Abdullah Develioğlu'nun bereketi değildir, Sâmî Efendi Hazretleri içerideydi.”

Gerçekten büyük tesiri oluyor, bulundukları yer nur oluyor. Bir gün bir bahçedeyiz, Feyzül Kadir eseri daha yeni gelmişti elimize. Bir tânesi, “O oturduğumuz yer hakkında bir hadîs-i şerife bakayım” dedi. Biz ‘bulunduğumuz yer ile ilgili bakalım edelim’i doğru bulmayız ama bu öyle değildi. Açtı, Hızır aleyhisselâmın oturduğu yer yeşeriyor. Ehlullâhın, bir mürşid-i kâmilin bulunduğu yerde mutlak hak ve hakikat doğuyor. Bir güzellik zuhur ediyor. Oradan geçmişse o geçtiği yerden bereketler, belki o târihte olmayabilir ama yıllar sonra görülüyor.

Mâlûm, Hacı Hasan Efendimizin (ks) kasetleri var. Orada, ilim ehillerine yapmış olduğu sohbetlerin diğerlerine göre bambaşka olduğunu görüyoruz. Özellikle de ilim ehillerini istediğini duymuştuk. İlim ehillerinden onu kimler ziyâret ederdi Efendim?

O târihte Diyanet reisi Lütfü Doğan hocamız, çok da severdim, onunla geçen bir hātırası var. Hacda, Lütfü hocamızın başındaki tüyler dökülmüş. Hac da çok sıcak, tepesine vuruyor, ihramlı da başına da bir şey giyemez, hep şemsiye arıyor. Üstazımızda da şemsiye var. Efendimiz diyorlar ki: “Bacımızın su böreğine şemsiyeyi veririm.” Lütfü Doğan hocamız bunu ağlayarak anlatıyor: “Buna da muvaffak olduk, Ankara'ya geldi.” Aslında istediğinden değil o, zâten rahatsızlıkları var. Ama nasıl gönül alıyor. Orada âyet okusaydı, hadîs-i şerifler okusaydı, ilmî mesâile dalsalardı belki onu hatırlayamayacaklardı ama o şemsiyeyi verirken kardeşimizin böreğine tâlip oluyor.

Şunda da ağlıyor, “Ben bir gün Tâhir hocamıza geldim” diyor. Yolda konuşmuşlar bāzı konuları. Mürşid-i kâmilimiz sanki aralarında gelmiş gibi, Rabbımızın izniyle konuştukları her şeyleri haber veriyor. Ve mürşid-i kâmilimiz konuşurken onlar birbirlerine bakıyorlarmış Efendi Hazretleri nasıl haberdâr oldu diye. Bir çorba hazırlanmış. İnşâallah hayattadır, zevce-i muhteremelerini de kaybetti. Çok bakmak lâzım, tarîkatta tasavvufta çok önemli bu. Yalnız kalmışsa ona hizmette de bulunulur öyle olması lâzım. Çok hizmet ehli bir insan, düşmanına bile kendisini alkışlattı o. Öyle bir çevreler var ki o çevreler bile hocam diye alkışladılar. Onun o mehâbeti o duruşu o ağırlığı onlara bile tesir bırakıyor. Böyle bir kimse. Çorba yapılmış, o çorbanın tadını unutamam diyor.

Meselâ Tâhir hocamız geliyordu, mürşid-i kâmilimiz hemen birisinin kulağına: “Bizim koyunlardan bir tânesini hemen boğazlayın.” Kimse öyle yapmaz onu. Hemen hazırlanıyor, başka yiyecekler hazırlanıyor. Yāni onları mesrûr edecek her şeyi düşünüyor. Hem sohbetini yapıyor hem yemeğini veriyor. Meselâ o zaman müftülerin her ilçede bir toplantıları oluyordu. Vilâyetin ilçelerindeki müftülerin kazâdaki toplantısını üstâzımız kendi evine aldı.

Bakın iltifâtına, lavabo var ama yorulmasınlar diye bir leğen ve ibrik hazırlandı, sofraya gelmeden önce ellerini yıkadılar. Oraya kadar gitseler ne olacak hem de genç kimseler. Bu kadar şefkat ve merhamet ve ince bir düşünce var.

Sonra geldi. Anamız Adanalı bizim, müstesnâ bir anne. İslâm annesi. Çok güzel köfte yapar, o köfteyi tutturamazlar o bulgurdan. Şimdi öyle görmüyorum nasıl yapıyorlarsa. Onu et ile dövüyorlar, onun bozulmadan yapılması öyle kolay değil, fakat anamız becerisiyle biiznillâhi teālâ içini kıymalarla, ince ince soğanlar biberlerle vesâirelerle dolduruyor. Üstâzımız onlara yemeği târif ediyor. Kim yapar bunu böyle söyleyin. Köfte şöyle yenecek, bu şefkat ve merhamet Muhammedî ahlâktan başka bir şey değil. Evvelâ hafifçe bir delik açılır oraya bir limonu sıkın ki o yağın ağırlığı geçsin. Yiyorlar tavşankanı çay da içiyorlar, emin olun doyamıyorlar. Onların doyamadığını bilirdi, şunu derdi Efendimiz: “Helâl yemek olduğu için kalkınca doyarsınız.”

Efendimiz bakıyor, yoğurt geliyor ânında yoğurt nasıl bitiyor bilmiyorum, çorbalar ânında bitiyor. Birinde buyurdu ki “kalkınca doyarsınız”, yoksa doymuyorlar acıkıyorlar. Meselâ bir gün İbrahim Eken Hoca geldi. “Yeminle söylüyorum, Hacı Hasan Efendi’nin sofrasında benim karnım doymadı yediğim halde.” dedi. Helâl taam. Yediğini eritiyor. Hazım için bāzı meşrubatlar oluyor yemek sanki hazım. Devâ için biiznillâhi teālâ yiyen olurdu. Hastalığı geçsin diye. Dedem de öyle dermiş: “Rızkı helâl olanların yemeğini ye hastalığın tedâvi olunsun.” Es’ad-ı Erbilî Hazretlerinin dergâhında bir hafta yemişler de, bunu demekten hicâb ederim, ihtiyaç için çıkmamışlar. Sıkıntıları da yok. Birisi demiş ki; “herhalde karnımızda durgunluk oldu, gidelim müshil ilacı alalım.” Müshil ilacı dışarıya çıkmaya vesîle olacak bir ilaç.

Bunlar çıkmışlar bakkallara dükkanlara girecekler çünkü bir haftadır çıkamıyorlar. Oğulları denk gelmiş Ali Efendimiz rahmetullâhi aleyh: “Hocalar nereye?”

Böyle bir durum var demişler. “Dergâhın yemeği cennet taamıdır, dönün!” demiş.

Meryem vâlidemizin bir sırrıdır, ruhu şâd olsun, nûr olarak indiğini görürmüş inen taamı. Ama Rabbımızın bildiğini düşünerek yiyor. İkrâmı boldu ve sofra aynen bir üniversiteydi. Mürşid-i kâmilimizin sofrası āile fertlerini itikâdî, ibâdî, ahlâkî ve muamelata āit konuların işlendiği bir üniversite ama böyle bir üniversite görülmemiş hem yiyecek hem de can kulağıyla dinliyor.

Efendim, kıymetli bir hocamız vardı İstanbul'da, irtihâl etti. Öğrencilik yıllarında Hacı Hasan Efendimiz’i ziyâret edip bir mantı yemeği yemiş. Hiç unutamamış.

Metin Balkanlıoğlu mu?

Evet Efendim. Bunu çok anlatırdı bize.

Bildiğim yok, sabah geldim sarmalar da var sofrada. Peynir olur, zeytin olur, çay olur. Belki bir omlet gibi bir şey. Orada öğrencilere târif ediyor. “Böyle iki parmakla değil, bu kibre işâret eder, üç parmakla alalım” diye tembih ediyor. Orada yemenin hedeflerini de öğretiyor. Mürşid-i kâmilimiz istirahat odalarında. Herhalde işaret buyurdular geldi, bunun gönlünde kerâmet varmış, rûhu şâd olsun diye anlatıyor. Çünkü çok temizdi.

Bu Elif Efendi Dergâhı’nda oturduğum yere koşarak geldi, arada mesâfe de az. Bu sevgiden başka hiçbir şey değil, o kapıdan buraya koşarak gelir mi insan?

Bir de dedi ki, “Seni Hacı Hasan Efendimiz'in rûhâniyetine şikâyet edeceğim.” Öyle bir yerden tutturdu ki. “Niye?” “Sen benim yüzüme az baktın” dedi. Böyle çok latîfeli, çok tatlı bir kimse. Bunun gönlünde kerâmet mevzuu varmış. Mürşid-i kâmilimiz kerâmeti anlattı. Orada Kur’ân-ı azimüşşân'dan okudu. O huzurda okuması bir tat getirdi. Üstâzımızın huzurunda. Oradan bu âyet-i celîleyi alayım dedim, bereket oldu bir Kutbu Cihân'ın huzurunda okundu diye. Bunun üzerinde durayım dedim. Biiznillâhi teālâ günlerce işlendi o âyet-i celîle.

Efendim, hemen her sohbetinizde Sâmî Efendimizden Hacı Hasan Efendimizden anlatıyorsunuz, bahislerinin geçmediği sohbetinize neredeyse şâhit olmadık. Sâmî Efendimizden (ks) bahsedebilir misiniz?

Elif Efendi Dergâhı’nda Muhammed Abi vardı. O üstâzımızdan anlatırdı. Sâmî Efendi Hazretlerine gelince derin derin düşünürdü, konuşmazdı. Yanına da pek yaklaşılamıyordu, kızıyor da. Dedim ki Muhammed ağabey, bize Sâmî Efendimiz Hazretleri’nden anlat. Patron diye konuşurdu. “Patron” dedi, “o bir sırdır”.

Dedim “Yabancı değilim. Onun belki nesl-i pâkinden gelmedim ama inşâallâh rûhu pâkinden gelmeyi murâd ederim.” Anlattı. “Patron” dedi, “Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz geliyordu. Sağ koluna Sâmî Efendi Hazretleri girdi, sol koluna ben girdim.” Bir de acaba hatırlar mısınız zamânın imâmını çok konuşurdu. “Kâbe-i muazzama’nın saat bir gibi, birden sonra bāzı kimseler gelirdi. Ağız kısmında kalın bir örtü, dünyânın masivası bile benim içime girmesin diye hassas hareket ediyor. Kâbe-i muazzama’nın üstüne bir örtü atıldı.” Orada bulunduklarını anlatıyordu.

Sâmî Efendi Hazretleri’yle olan münâsebetimiz, biz biiznillâhi teālâ içselleşmiştik onunla. Nasıl târif edeyim? Okul döneminde İmam Hatip’deyim, sınıfı geçmek istiyorum hiçbir ikmâle kalmadan, şimdi buna bütünleme diyorlar. Bizim yaylalarımız var, ikmâle kaldığın zaman ne o soğuk sulardan içebiliyorsun ne de o havayı teneffüs edebiliyorsun. Dağ ama güzel bir havası var. Öyle gizli yerlerde problem çözüyorsun. Eğer fizikse, güç kuvvet enerji onunla meşgulsün. Eğer matematik ise onda da bir bilinmeyenli iki bilinmeyenli denklemlerle kök almalarla. Geometriyse sinüs kosinüs. Bunlarla meşgûl olup duruyorsun. Dedim ki, Allâhım lütfet de sınıfı direkt geçeyim. Yaylanın bize önemi, mürşid-i kâmilimiz var orada, onun yanında bulunmak istiyorum, orayı bile şenlendirirdi, şanlandırırdı biiznillah.

Yanımda bir arkadaşım var mütâleada, “seni Hacı Hasan Efendimiz istiyor” dedi. Nasıl gideceğiz dedim. Bak hafta içi hafta sonu değil. Vâlilikten soğuk tatili çıktı. Öyle bir derece ki, yaklaşık -35 idi.

Vardım, mürşid-i kâmilimiz “seni bekliyorum oğlum” dedi. Gece Sâmî Efendi Hazretleriyle konuşuldu. Hocalardan birisi konuşuyordu, ne konuşuyorsun hocaefendi deyince: “Evlâdınızdan anlatılıyor. Sınıfı direkt geçsem diyormuş.” Müjde veriyor korkmasın sınıfı geçecek diye inan. Tahtaya çıkıyorum. Hocaların sorduğu sorular biiznillâhi teālâ gönlüme geliyor. Direkt geçtik tabi. Yaylalarda mürşid-i kâmilimizin huzurunda bulunduk. Orada da durmuyor, irşâdımız için şiirler yazıyor.

Salih sohbetine alış,

Kâmil mü’minlerle buluş.

Leylü nehar ilme çalış

Mesleğinden bezme kuzum.

Efendim, Hacı Hasan Efendimiz'in şiirlerine baktığımız zaman hakikaten her biri müstesnâ. Zâten edebiyatta da Sehl-i Mümteni deniyor buna. Okunması kolay ama yazılması neredeyse imkânsız şiirler. Bizlerin irşâdı için yazmış olduğu şiirleri ele aldığımızda âyet, hadis hepsini görmek mümkün. Bu hususta neler demek istersiniz?

Geçen Elif Efendi Dergâhı’ndaki görüşmemizde şunu dedim, bir nefyu ispat târifi var bir de murâkabelerin târifi var. Bunu nasıl mürşid-i kâmilimiz bir dörtlüğün içerisine girdirmiş hayran kalmamak mümkün değil. Halbuki bu nefyu ispat üç-beş sahife yer tutar. Anlatılması kolay değil, sadra yazılıyor tabii kalemle değil kudretten yazılıyor. Bizim orada Dikme diye bir köy var, en çok Ağrı’dan hicret etmişler herhalde. Bir hasta ziyâretiydi Allâhu a’lem, hatâ ettirmesin Cenâb-ı Hak zâten kusurlar var.

Orada otururken bir levha gördüm. Bir Alman, hastasını muayene ederken göğüs kafesinde tevhid görüyor. Lâ ilâhe illallâh Muhammedur-Rasûlullâh. Zâten bu kelime-i tevhid öyle okunur nefessiz, nefes göbeğin altına alınarak. Ve altına bir âyeti celîle konmuş.

Allâh'ımız Yüce kudretine delâlet eden işaretleri hem zâhirde hem bâtında, hem dışta hem de içte gösteriyor.

Tv’lerden birinde bir sunucu kardeşimiz bu hakikati ifâde etti. Bir tasavvuf hocasıydı, direkt geçtiğine üzüldüm. Ama onu her yerde de haykırıyorlar çok şükür. Ama öyle belki zaman itibâriyle olmuş olabilir diyelim kötü zanna kapılmayalım.

Dedi ki, hocam Hacı Hasan Efendi’nin şiirleri Yûnus Emre şiirleri gibidir.

Orada nefyu ispat konusuna hayran kaldım.

 

Bundan sonra nefyu ispat

Gelir tevhîd gider zulmet

Lâkin çok istermiş gayret

Fikren buna devam lâzım.

 

Nefesini çeken içe,

Tek olacak varın üçe

Yirmi bir'e yol aça,

Maksut, matlub, rızâ lâzım.

İzahına girsek bitmez, böyle müstesnâ.

Velhamdülillâhi Rabbil âlemîn…

Muhterem Efendim, bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim.

Değerli okurlarımız, bu röportajın video kaydını Yediulya Youtube (https://www.youtube.com/yediulyaa) kanalından izleyebilirsiniz…  

 Haziran 2022, sayfa no: 14-21

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak