Ara

Siyonist İşgale Karşı İlk Adım: Boykot

Siyonist İşgale Karşı İlk Adım: Boykot

Siyonizm, faşist Yahudi ırkçılığının bir tezâhürü olarak ilk kez 1890’larda Avusturya’da ortaya çıktı. Yahudilerin “seçkin ırk” iddiası yeni değildir. Lâkin bu iddianın modern dönemin siyâsî hareketleri ile şekillenmesi ve faşist bir karakter kazanması 19. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşmiştir. Theodor Herzl, Modern Siyonist hareketin kurucusu kabûl edilir.

Orta Doğu’da yaklaşık bir asırdır süren “Yahudi problemi”, Arap topraklarının sömürgecilik sonrasındaki durumunun belirsizliği ve Yahudilerin Filistin'de gerekirse zor kullanarak bir ulusal devlet kurma karârında yatıyordu. Bu karar Yahudi lobilerinin girişimleriyle yoğun pazarlıklar ve rüşvetler sonucu Londra’da alınmıştı. Bu işgâlin ivmelenmesini sağlayan asıl etken ise 1930’lardan itibâren Almanya’da baş gösteren Nazi devrimiydi. 

Balfour İle Başlayan İşgal

1917 Balfour deklarasyonu yayınlandığı sırada Filistin'de 900.000 Arap ve 85.000 Yahudi yaşıyordu. Aslında iki savaş arasındaki yıllarda Yahudilerin Filistin'den dışarıya göçü gelenlerden fazlaydı. Yahudiler "ulusal yurt" vaadiyle bölgeye taşınırken Balfour Deklarasyonu'nda yer alan "bölgedeki Yahudi olmayan toplulukların sivil ve dînî haklarına saygı gösterilecektir" maddesi Müslümanları aldatmak için kullanılan bir yalandan ibâretti. En başından itibâren bu “ulusal yurt” projesi kanlı çatışmaların yaşanacağı bir işgâl olarak planlanmıştı. (1948 savaşı çıktığında Yahudilerin ağzına kadar silahlandırıldığının anlaşılması bunun açık örneğidir.) Tüm garantilere rağmen Yahudilerin büyük çoğunluğu ilk yıllarda göçe yanaşmadı. Fakat Hitler bu durumu değiştirdi zîrâ Nazilerin 1930’lardan itibâren Yahudilere dönük artan baskıları yüzünden Filistin'e gitmenin yolunu arayan Yahudilerin sayısı ânîden artmaya başladı. Hitler’in de Siyonist planın bir parçası olduğu çok sonraları anlaşılacaktı.

Siyonist ırkçılar daha o dönemde bile Hitler'den çok bölgedeki İngilizleri esas düşman olarak görüyordu. (Tıpkı daha önce Osmanlıları düşman gördükleri gibi.) II. Dünya Savaşı yıllarında Almanların soykırım politikası ortaya çıkmaya başlayınca İngilizlerin göçü kısıtlama çabaları Yahudiler için giderek kabûl edilemez hâle geldi. Bu politikanın bir bölümü olan ülkeyi ikiye bölme teklîfi Araplar tarafından da reddediliyordu. Dünya Siyonist Kongresinde bir milyon Yahudi’nin derhal Filistin'e kabûl edilmesi çağrısı yapılınca sorun daha ciddî boyut kazandı. 

ABD = İsrail

Sovyet hükümeti 1919-1939 arası bölgeyle fazla ilgilenmediği halde, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Britanya'nın Ortadoğu'daki nüfûzuna yönelik saldırılarını artırdı. Sovyetler savaştan sonra Türkiye'ye baskı yapmaya ve bölgedeki en huzur bozucu unsur olan Siyonizm’e gösterişli biçimde destek vermeye başlamıştı. Ne var ki aynı esnâda Amerika'nın bölgeye yönelik politikası İngiliz karşıtı daha doğrusu Siyonizm yanlısı bir hal aldı. 1946'daki kongre ara seçimlerinde Yahudi oyları önemliydi. Demokrat bir başkan anti-Siyonist bir konumda olmayı aslâ düşünemezdi. Britanya Filistin'de 1945'ten itibâren Yahudi terörüyle karşı karşıya kalınca kendini bu kargaşadan kurtarıp Kutsal Toprakları terk etmekten başka yol bulamadı. Çünkü İngilizler artık eski gücünde değildi. Onların yerini Siyonistlerin yeni hâmîsi olan ABD almıştı. 

İngilizlerin çekilme kararının hemen ardından 4 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşu ilân edildi. Karar, açıklanmasından sâdece on altı dakika sonra ABD tarafından tanındı. Onu kısa bir süre sonra SSCB izledi. Bu târihten itibâren hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Amerika'yla Rusya'nın diplomatik desteği ve Amerika'nın özel para yardımı, yoğun silah desteğiyle birleşince, yirmi beş yıl önce hiçbir dayanağı olmayan İsrail işgâl devletinin kuruluşu tamamlandı ancak bunun bedelinin çok ağır olduğu görülecekti. Çünkü bölgede ardı ardına savaşlar başladı ve düşük yoğunluklu da olsa savaş hâli hiçbir zaman bitmedi. Yüzbinlerce insan katledildi, milyonlarcası mültecî konumuna itildi. Sonuçta Dünyanın kalbine ABD ve SSCB tarafından saplanan bu hançer tüm insanlığı tehdit eder hâle geldi.

Özlenen Osmanlı

Sorunun arka planında yüzyıllar boyunca süren ve barış dönemi olarak adlandırılan Osmanlı egemenliğinin dağılması, ardından gelen emperyalist devletlerin çekişmesi, ortaya çıkan iki yeni küresel gücün bunları bastırması, 19. yüzyıl Avrupa milliyetçiliğinin zirve yapan Yahudi nefreti ve sanâyileşmiş ülkelerin petrole bağımlılığının artması yatıyordu. 20. yüzyıl siyâsetinde İsrail'in kurulması kadar tâlihsiz bir başka vaka bulmak zordur. Avrupa Yahudiliği “Holokost” bahanesiyle sona ererken, çeyrek asır boyunca görülen Yahudi göçleri bunu doğruluyordu. Dünya Yahudileri artık bir merkez arayacaksa bundan böyle, -bu devlete bağlanmanın yaratacağı bütün karmaşık sonuçlara rağmen- gözünü İsrail'e çevirmesi gerekecekti. Bu da Avrupa’daki Yahudi sorununun planlı şekilde kıtadan uzaklaştırılarak Müslüman coğrafyaya taşındığı anlamına geliyordu. 

Şimdilerde ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere batılı ülkelerin İsrail’in katliamlarına ses çıkarmamasının ardında bu gerçek yatmaktadır. Yâni Batılı liderler İsrail’in dağılması hâlinde yaşanacak yeni bir Yahudi göç dalgasının kendi ülkelerine yönelmesini engellemek için Gazze’yi ve gerekirse tüm Ortadoğu’yu kurban verme kararlılığındadır. Bakmayın siz antisemitizm sloganları attıklarına… Hâlen dünyadaki en büyük Yahudi karşıtlığı batılı ülkelerde görülmektedir. Batılıların bu Yahudi düşmanlığı yüz yılların bir geleneği olarak âdetâ genlerine işlemiş durumdadır. Batının ikiyüzlülüğünün, pişkinliğinin, ahlâksızlığının bu denli âşikâr hâle geldiği ikinci bir vaka bulmak zordur. Bunun bedelini bir asırdır kanlarıyla ödeyen Müslümanlar ise yavaş yavaş oyunun farkına varmakta ve her ne olursa olsun işgâli sona erdirecek irâdeye adım adım yaklaşmaktadır.

Boykot Hayat Kurtarır!

Müslüman coğrafyada tüketim bilinci olmaması zâlimlerin güç kazanmasının en büyük sebeplerinden biridir. Siyonist İsrail’i destekleyen küresel markaların satış rakamlarına baktığımızda en büyük payın İslâm coğrafyasından geldiğini görüyoruz. Bunun en bilinen örneği, sâhibi ve kurucusu Siyonist Yahudi olan Starbucks firmasıdır. Dünya çapında 33.000 şubesi olan bu Siyonist şirketin Türkiye’de 600, İslam coğrafyasında ise yaklaşık 4000 şubesi bulunmaktadır. İngiltere’nin ardından Avrupa’daki en fazla şube maalesef Türkiye’dedir. Starbucks'un sâhibi Howard Christopher Herman, Yahudi kökenli Siyonist Amerikalı bir işletmecidir. Dünya LGBT-Eşcinsel hareketine en fazla destek veren isimlerin başında gelmektedir. Starbucks, 2013’te (ABD'nin federal olarak tanınmasından iki yıl önce) eşcinsel evliliği destekleyen kurumsal bir duruş sergilemiştir. Schultz serbest piyasanın destekçisi olduğunu iddia ediyor. Buna rağmen, şirket içinde çalışanların sendikalaşma özgürlüğüne karşı çıkmaktadır. 1998 yılında Schultz, 'İsrail'in 50. Yıldönümü Onur Ödülü'nü almıştır. Bu ödülü almasının sebebi ise Siyonist İsrail’e verdiği maddî destektir. Dünyanın en zengin gıda-içecek firması olan CocaCola da benzer bir yaklaşımla Siyonist İsrail’i yoğun olarak desteklemektedir. Firmanın 40 Milyar doları bulan satışının neredeyse yarısı İslam ülkelerinde yapılmaktadır. Türkiye ise bu Siyonist firmanın Avrupa ve Orta Doğu’da en fazla satış yaptığı ve en büyük üretim tesislerinin bulunduğu ülkedir. Ülkemizde de şubeleri bulunan Carrefour, McDonalds, Burger Kıng, KFC gibi firmalar Siyonist rejime açıkça destek veren, işgâlci İsrail askerlerine ücretsiz gıda temin eden firmalardır. Avrupalı Müslümanların açtığı https://boycott.thewitness.news/categories/food isimli sitede İsrail’e açık destek veren firmalar hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Ancak şu kadarını söyleyelim ki ülkemizde en fazla satış yapan pek çok marka bu listenin içindedir. Her eve giren Omo temizlik ürünleri, Nestle çikolata ve kahve ürünleri, Üçü Birarada, Jacobs, Unilever ürünleri (Cif, Algida, Domestos, Doritos, Lays, Cheetos, Pril, Calve, Clear, Elidor, Knorr, Rinso, Vim, Yumoş), Pepsi, Lipton ve elbette IPHONE boykot uygulanması gereken başlıca firmalardır.

Her duyarlı Müslümanın bilinçli tüketim alışkanlığı kazanarak düşmanın maddî kaynaklarına darbe indirmesi bir görevdir. Hiçbir Müslümanın evine bu markaların girmemesi gerekir. Çünkü İslam hayâtın her ânını kuşatan ve her eyleminden, her tercihinden dolayı Müslümanı sorumlu tutan dinamik bir dindir. Bize düşen de İslâm’ın emirleri gereğince düşmanı zayıflatmak, düşmana buğz etmek ve tüm imkânlarımızla Müslüman kardeşlerimize yardım ve destek sağlamaktır.

Aralık 2023, sayfa no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak