Ara

Sivas’ta Bir Şâheser: Gök Medrese / Muzaffer İnneci

Sivas’ta Bir Şâheser: Gök Medrese / Muzaffer İnneci

Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi seyahatleri için her seferinde transit geçerek haksızlık ettiğim Sivas’a bu sefer bizzat Sivas’ı görmek için giderek hayli isâbetli bir karar verdiğimi düşünüyorum. Sivas sâdece Sivas’ı görmek için gelecek kadar değere sâhip önemli bir şehir. Şehrin merkezindeki bugün resmî dâirelere ev sâhipliği yapan ihtişamlı târihî binâların önünden gece yarısı sessizliğinde geçerken bile kendinizi büyük bir geçit töreninde hissedebilirsiniz.

Sivas’ı bir günde gezerek şehir hakkında bir gezi yazısı yazmayı düşünürken, Ulu Câmi’de kıldığım bir namaz sonrası Gök Medrese’ye girince zihnimdeki fikir tamâmen değişmişti. Zîrâ Gök Medrese, bir gezi yazısının bir paragrafına sığmayacak kadar değerli olan bu büyük şâheser; tek başına bir yazıyı, hattâ daha fazlasını hak edecek kadar büyük bir târih ve kültür hazînesi olarak olanca zenginliğiyle karşımda duruyordu. Yapının civârındaki zemin seviyesinden ne kadar enginde bulunduğundan tutun, müderris ve talebe odalarının tavanındaki kiremit taşların düzgün geometrik dizilimine kadar ilginç ayrıntılarını dikkatle inceledikten sonra bu kararım kesinleşmiş, zihnimde bir Gök Medrese tanıtım yazısı yazma fikri oldukça belirginleşmişti. Bu düşünceyle ziyâretçilerin ortalama yarım saat süren incelemelerine rağmen Gök Medrese’de 3 saatten fazla kalmıştım. Sivas’a gitmenizi, Gök Medrese başta olmak üzere şehirde bulunan târihî yapıları acele etmeden, ayrıntılarına dikkat ede ede görmenizi tavsiye ediyorum.

Gök Medrese ya da diğer adıyla Sâhibiye Medresesi Anadolu Selçuklu Devleti döneminde, devletin en karışık zamanlarında en önemli kademelerinde stratejik vazîfelerde bulunmuş olan vezir Sâhip Ata Fahrettin Ali tarafından 1271 yılında yaptırılmış. Sâhip Ata devlet idâresinde çalıştığı makamlarda sanatkârlara önem vermesiyle de tanınan bir isim. A. Hamdi Tanpınar Beş Şehir’inde ondan şu ifâdelerle bahseder: “Anadolu’yu bir yığın âbide ile donatan ve şimdi kendi câmisinde yatan sabırlı, hâkim, nikbet (zorluk) anlarında tahammüllü, hâdiselerin azdığı zamanlarda kendini korumayı bilen Sâhip Ata.”

Sâhip Ata Fahrettin Ali, Gök Medrese’yi yapmak üzere mîmar Kaluyan el-Konevî’yi görevlendirmiş. Konyalı Kaluyan Efendi, Hz. Mevlânâ’yı tanımış, onun öğretileriyle sonradan Müslüman olmuş Hristiyan asıllı bir mîmardır. Bu dönemde birisi Gök Medrese ve diğeri de Konya’daki Ilgın Kaplıcaları olmak üzere iki eserde imzâsı bulunmaktadır. Kendine has mîmârî anlayışıyla dikkat çekmiş, kendisinden sonra yapılan bāzı mîmârî eserlerin bezeme ve süslemelerinde onun eşsiz motiflerinin etkileri görülmüştür. 

Gök Medrese’nin karşısında bir müddet oturup ihtişamlı taç kapıyı ve kapı üzerindeki işlemeli motifleri, sağ ve sol yanda bulunan ve kimilerine göre ölümsüzlüğü, kimilerine göre ise ölümden sonra hayâtı (ikinci târif daha uygun gibi geldiğinden ben bunu tercîh ediyorum) temsîl ettiği söylenen hayat ağacı motiflerini zevkle seyrettikten sonra içeri giriyorsunuz. Bu taç kapının köşe sütunlarından birinde yazılı olan ve o anda okumakta güçlük çektiğim kitâbelerden birinde “amel-i Üstad Kaluyan el-Konevî” (Konyalı Üstad Kaluyan tarafından yapılmıştır) yazdığını sonradan yaptığım okumalardan öğrendim. Girişte hemen sağda binânın genel hacmine nazaran oldukça küçük olduğunu düşündüğüm bir mescid bulunuyor. Mescidin hemen iç köşesinden üst kata çıkan merdivenler sâdece bir kişinin inip çıkabileceği genişlikte. Yapı dört adet geniş eyvanla, eyvanlardan kalan bölmelerdeki revakların altında dizilmiş olan hücrelerle ve ortada küçük bir su havuzuyla karşılıyor sizi. Her bir hücre kapısının üzerinde; epeyce yüksekçe sayılabilecek bir konumda bāzı âyet, hadis ve hikmetli sözler Osmanlıca olarak yer alıyor. Bu yazılar Arapça-Osmanlıca bir yazıyı okuyabilenlerin birazcık merakla ve sabırla okuyabileceği kadar açık seçik yazılar.

Bāzı hücrelerde medresenin mîmârî özellikleri ve târihiyle ilgili bilgiler, bāzılarında o dönemde okutulan hem şer’î hem de pozitif ilimlere âit el yazması eserler bulunuyor. Bu el yazması eserler arasında en çok dikkatimi çekenler Cezerî’nin Mukaddime’si ve günümüzde artık değeri astronomik rakamlarla değerlendirilen Vankulu Mehmed Efendi’nin Vankulu Lugati oldu. Yine bāzı hücrelerde Mushaf-ı şerîfler ve edebî eserler, bāzısında Divriği Ulu Câmi başta olmak üzere Sivas’ın muhtelif kazâlarından getirilen, 1300’lü yıllara âit kapı ve pencere kanatları, pirinçten ve bakırdan yapılmış şamdan, buhurdan ve alemler yer alıyor. Diğer ziyâretçilerin alaycı ve küçümseyici bakışlarına aldırmadan camekânın havalandırma açıklıklarına yaklaşarak içindeki neredeyse 800 yıllık eserlerin üzerinde hâlâ taptâze duran ahşap kokusunu almaya çalıştığımı da itirâf etmeliyim. 

Hücrelerin köşesinde bir de abdesthâne bulunuyor. Abdesthâneye dışarıdan giren temiz su içeride iki oluğa ayrılıyor ve temiz su girdiği gibi temiz bir şekilde, el değmeden dışarıya doğru seyrine devâm ederken, kullanılan su ise ayrı bir oluğa nakledilerek temiz suya karışmadan yine kendisi için ayrılan olukla dışarı atılıyor. Medresenin su tesîsâtı krokisinin yer aldığı bir tanıtım görseli karşısında dakîkalarca durmuş, o dönemin teknolojisiyle temiz suyun nereden gelip, kirli suya karışmadan nasıl gittiğini, kirli suyun ise nasıl tahliye edildiğini hayranlıkla izlemiştim.

Medresenin günümüze kazandırılmasında Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer’in çok büyük emeği olduğunu mutlaka ifâde etmeliyim. Hocanın riyâsetinde 2006 yılında yapılan kazı çalışmaları sırasında eserin temeliyle ilgili önemli bir ayrıntı yakalanmış. Binâ aslında 5.5 metrelik bir taş temel üzerine inşâ edilmiş. Çalışmalar sırasında bu taş temelin altında dikey biçimde yere çakılmış ardıç kazıklar bulunmuş. Uzmanlara göre Kızılırmak Deltası’nın alüvyon tabakası üzerinde bulunan bu eserde ahşap kazık temel sistemi kullanılmış, taş temelin altında ahşap kazıklı bir sistem daha yapılarak zeminin hem taşıma hem de gerilme özelliği artırılmış. Bu ahşap kazık temel sisteminde, suya mâruz kaldığında hiçbir özelliğini kaybetmediği bilincine dayanan bir mühendislik anlayışıyla ardıç ağacı tercîh edilmiş.

Batılı gezginler anılarında Sivas ve Gök Medrese’den hayranlıkla bahsetmişler, Sivas’ı Liverpool ile mukāyese etmiş ve şehrin güzelliklerinden övgüyle bahsetmişlerdir. Evliyâ Çelebi ise Seyahatnâme’sinde Gök Medrese gibi bir yapının hiçbir İslâm ülkesinde yapılmadığını ve yapılamayacağını kaydetmiştir. 

Medresenin hücre kapılarının yüksek üst taraflarındaki kitâbelerde Arapça-Osmanlıca alfabeyle yazılmış bāzı yazıların yer aldığını söylemiştim. Bu yazıların tamâmına yakınını biraz sabırla ve merakla okuyabildim ve defterime not aldım. Bunların bir kısmının tercümesini paylaşarak yazıya son verirken Sivas’a gitmenizi, şehrin güzelliklerini tanımak için acele etmemenizi, bu gezi için en az 2 gün ayırmanızı tavsiye ederim. 

- En uydurma ilim dilde kalıp, amele geçmeyendir.

- Malın en temizi onunla âhireti satın aldığındır.

- İlmin en şereflisi gereğiyle amel edilendir.

- Kim cenneti arzuluyorsa hayır işlemeye koşsun.

- Peygamberlere en yakın olanlar onların emrettiklerini iyi bilenlerdir.

- Dinde en üstün olan şey verâ’dır.[1]


[1] Vera’: Harâma düşme korkusuyla şüphelilerden uzak durma, hattâ bāzı helâllere bile temkinli yaklaşma ahlâkı.


Ekim 2021, sayfa no: 62-63-64

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak