Ara

Sırât-ı Müstakîm - IV

Sırât-ı Müstakîm - IV

Sırât-ı Müstakîm bizi, Allâh'ın ilâhî sıfatları olan bizim asil karakterimizin Kemâl ve Cemâl sonsuzluğuna götüren bir nûr yoludur. Rabbü'l-Âlemîn Kur’ân-ı Hakîm’de: “İşte bu vahiy Benim en doğru yolumdur.” (En’âm, 153.) “Size, Yüce Allâh'ın katından bir nûr/ışık ve apaçık bir kitap/Kur'ân geldi. Yüce Allah, kendi rızâsını arayanları bu kitap vesîlesiyle esenlik ve güzelliklerin bulunduğu yollara ulaştırır. Ve yine kendi irâdesiyle onları nankörlük karanlıklarından kurtarır, îman nûruna kavuşturur. Ve onları en doğru yola ulaştırır.” (Mâide, 15-16.) buyurmaktadır.

Sırât-ı Müstakîm’den sapmak kendi ilâhî kökünü tanımamak, kişinin içindeki ilâhî hazîneye karşı gaflet hâlinde kalması demektir. Rabbu'l-Âlemîn Kur’ân-ı Hakîm’de: “Allâh'ı unutan ve bu yüzden Allâh'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimseler.” (el-Haşr, 19.)

Allâhu Azîmüşşân: "Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!" (Hûd, 122.) buyurmaktadır. Rivâyete göre Aleyhissalâtuvesselâm Efendimiz kendisine uygulanması bundan daha zor gelen bir âyet inmediğine işâret etmek üzere, “Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. Sûrenin nesinin kendisini ihtiyarlattığı sorulduğunda, “Sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” meâlindeki âyetin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir. 

Peygamber Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm'ın dört seçkin ve büyük halîfesi olan Hazret-i Ebû Bekr Sıddîk, Hazret-i Ömer'ül Fâruk, Hazret-i Osman-ı Zin-Nûreyn ve Hazret-i Ali Kerremallâhu veche efendilerimiz ise, sırât-ı müstakîmin âdetâ dört büyük şeridi gibidirler. Bu dört büyük halîfede öne çıkan sadâkat, adâlet, hayâ, ilim ve cesâret gibi nice güzel özellikler, hayat denen bu yolculukta sırât-ı müstakîm üzere olmak için yerli yerince göstermemiz gereken en güzel davranış biçimleridir. 

Erham-ür-Râhimîn olan Rabbimiz kâinâtı yaratmadan önce nûr-i Muhammedî’yi var etti. O bu nûrdan yakîn ağacı denen bir ağaç husûle getirdi. Nebevî nûru tavuskuşu şeklinde beyaz incilerle süsledi ve onu bir ağacın üstüne yerleştirdi. Allâhu Teâlâ daha sonra bu mübârek kuşa dört cenaha bakmasını emretti ve yaratılan dört ışığı görüp göremediğini sordu. Bunlar, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin nurları idi. İşte bu yüzden onların makamları bizim anlayışımızın ötesindedir. Fahr-i kâinât Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm ve Enbiyâ'dan sonra onlar, kâinâtın en şerefli mahlûklarıdır. Münevver ahlâklarıyla kıyâmete kadar tüm nesilleri hakîkate ulaştıracak seçilmiş kimselerdir. Onlar ferâgat-ı nefs kahramanlarıdırlar. 

Bir gün laîn İblis, Resûlullah Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm'ı ziyâret etmişti. Peygamberimiz ona bazı sorular sordu: “Ebûbekir için ne dersin?” İblis buna şu cevâbı verdi: “O bana, câhiliyet devrinde bile itâat etmedi… İslâm’a girdikten sonra nasıl itâat eder?” “Peki, Ömer bin Hattab için ne dersin?” İblis buna da şu cevâbı verdi: “Allâh'a yemîn ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım”. “Peki Osman bin Affan için ne dersin?” “Ondan utanırım… hem de çok… Nasıl ki, Rahmân’ın melekleri de ondan utanırlar..” “Peki, Ali bin Ebû Tâlib için ne dersin?” İblis onun için de şöyle dedi: “Ah, onun elinden bir kurtulsam… O, kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam… O, beni bıraksa… ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım, ama o beni bırakmaz!” 

Hazreti Ebûbekir halîfe seçildiğinde şöyle buyurdu:

“Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halîfe seçildim. Ancak Kur'ân nâzil olmuş, Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm dînin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber’in yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey îcâd edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırât-ı müstakîmden kayarsam beni düzeltiniz. Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allâh'ın affını talep ederim.” 

Kur'ân-ı Kerîm’e ve Peygamber Efendimiz (sav)’e dâimâ sâdık olan Ebûbekir Sıddîk (ra), Âlemler Sultânının halîfesi olarak yolda olmayı hayâtıyla bütünleştirmiştir. Yol ise Hazret-i Peygamberin yoludur. Ebûbekir (ra) Hz. Muhammed Mustafa aleyhis-salât-ü-ves-selâm'a gösterdiği sadâkatle bu yola, sırât-ı müstakîme gösterdiği sadâkati bir görmüştür. Bu çabasında Müslüman kardeşlerinden dâimâ kendisine hakkı tavsiye etmelerini istemiştir. 

Adâletiyle ün salmış Hz. Ömer (ra) kendi öz oğlunu bile hiç iltimas geçmeden cezalandırmış ve âdetâ Kur'ân-ı Kerîm’de adâleti anlatan âyetlerin yeryüzündeki canlı örneği olmuştur: “Ey îmân edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şâhitler olarak adâleti ayakta tutun…” (Nisâ, 135.) Hz. Ömer Efendimiz adâletin timsâli olarak bizlere yol gösteren bir rehberdir. “Fırat kıyısında bir kuzuyu kurt kapsa, Ömer’den sorulur.” veciz ifâdesiyle adâleti tesis etmenin ve adâletle hükmetmenin önemini anlatmıştır. 

İffet ve hayâ timsâli olan Hz. Osman (ra) hilâfetinin son zamanlarında ortalığı karıştırmaya çalışan isyancılara boyun eğmemiş, fitne ve karışıklığın büyümemesi için şehâdet şerbetini içmeyi tercîh etmiştir. 

Peygamber Efendimiz (sav) Ğadîr-i Hum hutbesinin özetinde: “Ey insanlar, biliniz ki, yakında ebedî âleme döneceğim. Size doğru yolda muhâfaza edecek iki şey bırakıyorum. Bunlardan birincisi kâinâtın nûru olan Kur'ân, ikincisi de, Ehl-i Beyt’imdir. Sonra Ali bin Ebî Tâlib'in elini tutup havaya kaldırarak: “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allâh'ım ona dost olana dost, düşman olana düşman ol!” buyurdu.” 

Hazreti Ali daha on üç yaşındayken Peygamber Efendimize sevgisini şöyle haykırdı: “Canım canına, kanım kanına, herşeyim sana fedâ olsun, Yâ Resûlallah!” Ali bin Ebî Tâlib muhabbet-i Muhammedî’yi yaşantısıyla göstermiş en yüce zât-ı kirâmdır. Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ı öldürmek için geleceklerini bildiği halde O’nun yerine yatağına girerek uyuması da buna delildir. Hakîkî dost odur ki, ölüm yatağına dostunun yerine yatar. 

Mübârek zâtlar dört seçkin halîfe öyle bir yüce infak ahlâkı taşırlar ki insanoğlunu kurtarmak için cehenneme girmeye râzı olurlar. Hep bir ağızdan aşkla ve şevkle: “Malım, mülküm, makamım, ailem, çocuklarım, canım sana fedâ olsun Yâ Resûlallah!” diye haykırdılar. Hz. Ebû Bekir cehennemdeki dehşet anlarını gördüğünde dayanamayarak Allâh'a haykırdı: “Yâ Rabbi! Vücûdumu o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım. Oraya bir başkası girmesin!” 

Bir gün, Resûlullah Efendimiz (sav) Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve Hz. Aişe ile oturmakta idiler. Rasûlullah Efendimiz birden şiddetle ağlamaya başladı ve buyurdular ki: “Ümmetimin önünde uzun ve zor bir yol, omuzlarında ağır bir yük ve birçok da ma'sıyetleri bulunmaktadır. Âhirette azâba girerlerse ben nasıl ağlamıyayım!” Hz. Ebû Bekir bundan duygulanarak: “Yâ Rasûlallah! Sen gönlünü hoş tut! Allah bana izin verirse kıyâmet gününde ümmetinin âsîleri hakkında durum vahimleşirse günahlarını taşımalarını hafifleştirmek için onların günahlarının yarısını yüklenirim.” 

Rasûlullah Hazreti Ali'ye ikbâl ederek şöyle buyurdu: “Yâ Ali! Ümmetimin günahkârları hakkında sen ne yapacaksın?” O şöyle cevap verdi: “Allah izin verirse, ben elimden gelen bütün iyiliği yapacağım. Yarın kıyâmet gününde Sırât köprüsünün her iki tarafını tutup âsî ümmetinin cehenneme girmesine mâni olacağım. Durum şiddetlenirse, onların her birinin yerine ben ateşe gireceğim!” 

Sonra Peygamber Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm: “Yâ Ömer! Günahkâr ümmetim hakkında sen ne yapacaksın?” “Yâ Rasûlallah! Ebû Bekir'in yapmayı va'd ettiği kadarına benim gücüm yetmez. Allah Teâlâ bana izin verirse, ben de ümmetinin günahlarının üçte birini yüklenirim.” Hz. Osman: “Yâ Rasûlallah! Ben Hz. Ömer'in yaptığı kadarını yapamam. Allah bana izin verirse, ben ümmetinin günahlarının dörtte birini yüklenirim.” Sonra Rasûlullah Efendimiz aleyhis-salât-ü-ves-selâm Hz. Ebû Bekir'i, Hz. Ali'yi, Hz. Osman'ı, Hz. Ömer'i senâ, tahsin ve taltif buyurarak dua etti. 

Dört seçkin halîfe, Hz. Muhammed Mustafa aleyhis-salât-ü-ves-selâm'a gösterdiği muhabbeti ve sırât-ı müstakîme gösterdiği ihlâsı bir görmüştür. 

İbn Cerir et-Taberi sırât-ı müstakîmin tefsîrini yaparken şöyle demektedir: “Ey Allâh'ım! Beni hem râzı olduğun şeye, hem de kendilerine nimet vererek muvaffak kıldığın kullarının söz ve fiillerini yapmaya muvaffak kıl. İşte sırât-ı müstakîm budur. Çünkü kendilerine nimet verilen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerin muvaffak kılındıkları şeye muvaffak olmak, bir bütün olarak İslâm’a muvaffak olmaktır, bütün peygamberlerin mesajlarını tasdîk etmektir, Allâh'ın kitâbına sımsıkı tutunmaktır, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından da kaçınmaktır, Peygamberimizin yoluna, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere bütün sâlih kulların yoluna tâbi olmaktır ki bütün bunların hepsi sırât-ı müstakîmdir.” 

Şems-i Tebrizî Hazretleri muhteşem öğütte bulunuyor: “Fakr tamam olunca Allâh'ı bulursun” sözünün anlamı; "her kimin nefsi ölürse şeytan da ölür, kişi kötü huylardan temizlenerek Allâh'a kavuşur" sözündeki mânâ gibidir. Ama bu kavuşma, hâşâ, Allâh'ın Zâtına kavuşmak değil, belki O’nun yoluna girmektir. Kul, Allâh'ın Kendisine kavuşmadığını, ancak Allah yoluna girdiğini anlar. Aksi halde Allah yolundan sapmış olur. Ondan sonra da nefsi de dirilir, şeytan da… 

Allah yoluna girmeden, Allah yolundan sapmış oluruz. Allah yoluna girmek için, nefsimizin zulmünden kurtulmak gerekir. 

İki cihan güneşi Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm bize şeytânın şerrinden Allâh'a sığınmanın yolunu gösterdi. O yol üzere iç mücâdeleyi ve savaşmayı öğretti. Adâletli olmak için zulümle, hukûku elde etmek için anarşiyle, medeniyete varmak için vahşîlikle, mâneviyatı kazanmak için maddiyatçılıkla, ehl-i sünnetten olabilmek için bâtıl mezheplerle savaşmak gerektiğini öğretti. İçimizdeki putları yıkıp, şirkten kurtulmak ve ulaştığımız tevhîd nûruyla, hakkı bâtıla üstün kılmaya çalışmak olduğunu öğretti. 

Bu yol şeytânın kurduğu sayısız hîle, gurur, kibir ve azamete düşürücü tuzaklar, tehlikeler ve engellerle doludur. Bu yoldaki zorluklar ve engellerden kurtulmak için, Yaratılanların en hayırlısı Efendimiz (sav)'in buyurduğu “Cihâd-ı Ekber”, “İç Cihâd” ile şiddetli bir nefis mücâdelesi vermemiz gerekir. Sırât-ı müstakîm üzere olmak için çaba gösteren, mücâdele veren, ter döküp zahmetler çeken, canları ve mallarıyla Allah yolunda cihâd edenler, O'nun cennet ve cemâliyle mükâfatlandıracağı kimselerden olabileceklerdir. 

Hakîkat bedelsiz verilmez. Bu yol imtihan yoludur. Ancak imtihânı kazanmaya çalışmakla bu yolda ilerlenebilir. Başımıza gelen her bir zorluğa sabır ve metânetle göğüs germenin, yolda ilerlemenin bir vesîlesi olacağını bilmemiz gerekir.

Ağustos 2023, sayfa no: 22-23-24-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak