Ara

Sırât-ı Müstakîm - III

Sırât-ı Müstakîm - III

Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm’de insana iki yolun da gösterildiğini buyurmaktadır: “Biz ona iyi ve güzel olan yolu da kötü ve çirkin olan yolu da gösterdik.” (Beled, 90;10)

Sırât-ı müstakîmden sapanları, hakîkati görmeyenleri, cehâlet içerisindekileri, yüce Allah Teâlâ bizlere şöyle tanıtır:

“En doğru yol kendilerine ayan beyan açık olduğu halde yok yere hidâyetten yüz çevirenler, şeytânın oyuncağı olmuş ve onun boş vaatlerle kendilerini kandırdığı kimselerdir.” (Muhammed, 47;25)

“Rahmeti sonsuz Yüce Allâh'ı anmaktan yüz çeviren kişiye şeytânı musallat ederiz de onunla yakın bir arkadaş olurlar. Bu kişiler kendilerinin doğru yolda olduklarını zannettikleri halde şeytanları çoktan onları hak yolundan çıkarmış ve sapıtanların bataklığına sürüklemiştir ama farkında bile değildirler.” (Zuhrûf, 43;36-37)

“Onlar akıl nîmetinden yoksun hayvanlar gibidirler. Hattâ üzerlerine düşen vazîfeleri yerine getirmedikleri ve Allâh'ın onlar için takdîr ettiği kulluk yolundan saptıkları için hayvanlardan daha aşağı bir seviyededirler. Çünkü hayvanlar dahî vazîfelerini hakkıyla yerine getirirler.” (Furkân, 25;44) 

Muhyiddîn İbnü’l Arabî doğru ve aydınlık yol açıkça belli iken gaflette olanlara şu uyandırcı sözlerle sesleniyor: “Ey güne gaflet içinde başlayan ve akşamleyin gafletle yoluna devâm eden! Ne zamana kadar kötü şeyleri hoş görmeye devâm edeceksin? Senin durumun şaşılacak şey! Gözün gördüğü halde, apaçık yoldan nasıl da sapıyorsun. Ey binlerce mum olduğu halde yolu karanlık olan. Ey lezzetlerin tadına varan. Bu yudumlama da nedir? Ey tevbeden kendisini uzak tutan! Kalk ve hemen (tevbe) kapısına koş. Günahların çoktur. Onları gözyaşı ile yıka!” 

Sırât-ı müstakîm üzere olan, O’nun nûrunu üzerinde taşıyan takvâ sâhiplerini ise yüce Allah Teâlâ şöyle tanıtır: 

“Onlar, Yüce Allâh'ın kendilerine şerefli nîmetler ikrâm ettiği peygamberler, peygamberlerinin her hâlini tam bir îmanla doğrulayan sıddîklar, Allah yolunda canlarını ve mallarını vermekten çekinmeyen şehitler ve her hallerinde güzel işlerle uğraşan sâlihler ile berâberdirler. Onların bu dostlukları ne kadar da şerefli ve yücedir.” (Nisâ, 4;69) 

“Hayır olarak verdikleri dünyâlık nîmetlere karşı kalblerinde en küçük bir istek duymaz, gözleri arkalarında kalmaz ve böyle bir şeyi içlerinden dahî geçirmezler. Muhtaç oldukları halde başka ihtiyaç sâhibi kardeşlerini kendilerine tercîh ederler.” (Haşr, 59;9) 

 “Allah onlardan râzı oldu, onlar da Allah’tan râzı oldular. Onlar Allâh'ın tarafında bulunan, her dâim O’nun emir ve yasaklarına göre hareket edenlerdir. İşte onlar Allâh'ın, hakîkî kurtuluşa erecek olan has kullarıdır.” (Mücâdele, 58;22) 

Câmi’nin varoluş sebebi namaz kılmaktır. Sırât-ı müstakîm’in varoluş sebebi takvâ sâhibi olmaktır. Sırât-ı müstakîm üzere olmak bizi takvâ sâhibi yapar. Kur'ân-ı Kerîm’de takvâ hakkında “Sizin en üstününüz, en takvâlı olanınızdır.” (Hucurât 49:13) ve “Allah Teâlâ takvâ sâhipleriyle ve güzel huylularla berâberdir.” (Nahl, 16:128) buyrulmuştur. Bu konuda Cafer Sâdık şöyle demiştir: “Takvâ, kalbinde Hak Teâlâ’dan başka bir şey görmemektir.” 

Takvâ sâhibi kişinin kalb gözü açılır, kalbine hidâyet nûru, merhamet ve sevgi tecellî eder. Onun gönlü dâimî secdededir, rûhu dâimâ mîraç’tadır, dâimî vuslattadır, gönlünün Kâbe’sinin gizli sırrını tavâf eder ve şuursuzluktan, duyarsızlıktan ve maddesel bağlantılardan tamâmen âzâde olur. Allâh'ın insana yönelik en övülmüş sıfatı ‘takvâ’dır. Bu sıfat bize sırât-ı müstakîm üzere mükemmel bir şekilde yürüyebilmek için, insanın kendisine en kapsamlı terbiyeyi nasıl yapması gerektiğini anlatır.

Her insan kendi kalbinin bir misâli olan yolda yürür. Bu yol onun kalbinin hâliyle özdeştir. Kalbin hâlinin ne derece önemli olduğuna dâir Fahr-i kâinât Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm şöyle buyurmuştur: “İnsan bir günah işlediğinde kalbinde nokta kadar mânevî bir siyahlık belirir. Bu günaha daha bulaştığında kalbinde kara bir nokta daha oluşur. Bu şekilde devâm ettikçe noktalar tüm kalbini kaplar ve kirden, pastan görünmez bir hâle gelir.” 

Kalbi kirlenmiş bir insan gaflet yolunun üzerinde yaşamaya başlar. Fâtiha sûresinin 5. âyetinde geçen sırât-ı müstakîm için yapılan çağrı, kiri-pası barındıran nifakla dolu bir kalb tarafından aslâ hissedilemez. Hidâyetten yüz çevirenler hakkında Yüce Allah şöyle buyurur: “Allâh'ın yaratmış olduğu varlıklar arasında en şerli ve zararlı olanı; kulağı duyduğu halde hakîkati işitmeye yanaşmayan, konuşabildiği halde dilini Allah için döndürmeyen ve aklı olduğu halde akıl yürüterek gerçeği bulamayan kişidir.” (Enfâl, 8:22) 

Hz. Ali (kv) şöyle buyurmuştur: “Hak yolu gördüğü, hakîkati tasdîk ettiği halde sapıtan, doğru yoldan çıkan kişi; Yüce Allâh'ın sonsuz rahmetinden kaçan ve affından uzaklaşan kişidir.” 

Kalbini kirletmemiş ve böylelikle kalp gözleri açık olan insan ise sırât-ı müstakîm üzerinde en güzel şekilde yaşar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yüce Allah, onların kalplerine güven duygusunu nakış nakış işlemiş, îman nûruna ermelerini istemiş ve onları katından bir ruh/mânevî yardım ile desteklemiştir.” (Mücâdele, 58:22) 

Bir insanın sırât-ı müstakîme dâhil olabilmesi için bir yol üstâdına, bir gönül erinin teftiş ve nezâretine muhtaç olduğu gerçeğini Hz. Mevlânâ eserlerinde sıkça vurgular:

“Pîri bul ki bu yolculuk, Pirsiz pek tehlikeli, pek korkuludur, âfetlerle doludur. Kendine gel! Hiç görmediğin o yolda yalnız gitme, sakın yol göstericiden baş çevirme! Pîr, yaz mevsimidir; halk ise güz ayı… Halk, geceye benzer, pîr aya.” 

“Hak yoluna yalnız gitme, bu yolda yol kesenler çok. Senin bir canın var; ama can düşmanı pek çok. Can düşmanına can ve cihan adı veriyorsun. Bu dünyâda senin gibi ahmak ve câhiller pek çok.”

“Kılavuzsuz yola gidene iki günlük yol, yüz yıllık yol olur. Ustaya mürâcaat etmeksizin bir sanat tutan kişi şehre de alay mevzuu olur, köye de!”  

Hz. Mevlânâ kendisi insanlık için mükemmel bir velâyet örneğidir. Aşkın, insan varlığının ilhâmı olduğunu ve insanı otomatik olarak yaratılış sebebi olan Hz. Peygamber Efendimiz’e kesin bir şekilde çektiğini göstermiştir. “Ben peygamberin yolunun tozuyum” diyerek aşk ve tâkibin hayâtındaki en önemli düsturlardan olduğunu isbât etmiştir. Bütün inananlar bu düstûru hayatlarının merkezi, şiârı yapmalıdırlar. Onun yolu tozu olmak, Allâh'ın yolu sırât-ı müstakîmin en muhteşem târifidir. Bu, İslâm’ın ana mesajıdır.

O’nun, Fahr-i kâinât Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm'ın ayağının izinin tozu olunduğu zaman, ‘Namaz gözümün nûru’ diyen O zâttan ibâdet etme zevkini tevârüs etmiş oluruz. O’nun ayağının izinin tozu olunduğu zaman, “Affet, onlar bilmiyorlar” ve “Ben de sizin gibi bir beşerim” diyerek, sonsuz bir şefkat ve sınırsız bir tevâzuun en güzel örneğini sergileyen O zâttan bu en değerli iç hazîneleri tevârüs etmiş oluruz. O’nun ayağının izinin tozu olunduğu zaman, “Beni Allâh'ın Kulu ve Resûlü olarak anın, böylece insanlar tarafından ilâhlaştırılan kardeşim İsa örneğinde olduğu gibi, bu konuda aşırılığa düşmemiş olursunuz. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler içerisinde benim yerim şöyledir: Bir duvarcı bir duvar örer; bitmesi için tek bir tuğlaya ihtiyaç vardır. İşte ben bu tuğlayım. Benden sonra bir başka elçi veya peygamber gelmeyecek” diyen O zâttan en kıymetli hazîne olan “alçak gönüllüğü” intikâl ettirmiş oluruz. O’nun ayağının izinin tozu olunduğu zaman, “Yâ Rabbî, bize eşyâyı olduğu gibi göster” duâsıyla önümüzde nice nurlu tefekkür ufukları açan o nur kaynağı ve en münevver olan zâtı tâkip etmiş oluruz. 

Velîler, Allâh'a giden gizli yolu bilirler ve insanları Yol’a girmek için teşvîk ederler. Velîler, hakîkat yolunda nasıl yürüneceğini, peygamber ve velîlerin ayak izlerinin nasıl tâkip edileceğini, yoldaki işâretlerin nasıl okunup anlaşılacağını, hakîkat yolunda nasıl cihâd edileceğini, rahmet sarayının nasıl bulunacağını, kapısının nasıl açılacağını ve ona nasıl daha çok pencere açılacağını gösterirler. 

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Sırât-ı Müstakîm bir kıldan ince kılıçtan keskindir. Allâh'ın özel muhafazası altında olanlar hâriç kimse ona temessük edemez. Böyle insanların nurlarına ve esrârına varmak istiyorsan, onların ayak izinden git.” 

İnsan, hazret-i insandır. İnsan halîfedir, kuldur, dervişdir. İnsanın kendi diriliş gücünden, sevme potansiyelinden istifâde edebilmek için Yüce Allah Teâlâ, ‘sırât-ı müstakîm’i tasarlamıştır. Aslında yolun ihtişâmının nûru insanın fıtratındaki hazînesinde mevcuttur. İnsanın ‘ahsen-i takvîm’ olarak yaratılışının sırrı, sırât-ı müstakîmin varoluş sebebidir. Bu sebeple, insanın kendi ilerleme kabiliyetini kullanabilmesi için sırât-ı müstakîm üzere olması şarttır. 

Sırât-ı müstakîmin ihtişâmının nûrundan faydalanmak için dünyevî zevklerimizden, nefsânî sevgilerimizden vazgeçmek gerekir. Kişi bu dünyâda ve onun cezbediciliğinde kaybolduğunda Allah’tan uzaklaşır; kendi arzularına kul, şeytânın elinde oyuncak olur. Kulların sertâcı olan Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm’a soruldu: “Yâ Resûlallah, dünyevîlik nedir?” Saadetle cevap buyurdu Efendimiz: “Seni gaflete atıp Rabbini unutturan her şey.” Dünyâyı boşayıp dünyâya olan bağlılığı kesince daha büyük bir takvâ, aşk hazînesi ve ilâhî farkındalık kazanılır ve böylece kişi sonsuz yolculuğa, Allâh'a kurbiyete, cennete doğru yükselebilir. 

Yüzme bilmeyen adam denize batar, boğulur. Yolu bilmeyen, karanlık içinde kaybolur, yoldan sapar, hakîkati terk eder. Hz. Mevlânâ şöyle buyurur: “Deniz, ölmüş adamı başının üstünde gezdirir. Eğer denize diri biri düşerse, içinde batmaktan nasıl kurtulur? İşte bunun gibi; sen beşer sıfatlarından öldüğün vakit, ilâhî sırların denizi de seni başının üzerinde taşır.” Hz. Şems-i Tebrizî bu konuda; “İlâhî denize teslîm ol. Denize düşen kişi elini, kolunu sallasa ve aslan gibi güçlü de olsa deniz onu parçalar (yok eder). Kendini ölü gibi serbest bırakmak lâzım. Denizin huyu şöyledir: Eğer canlı isen seni yutar ve yok eder. Batınca ve ölünce seni alır ve taşır. Öyleyse önceden bunu yap ki deniz seni taşısın ve sen onun yüzeyinde rahat rahat yüzesin.” buyurmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî ve Şems-i Tebrizî Hazretleri teslîmiyetin zirvesini, ‘ölmeden evvel öl’ sırrını anlatmış oluyorlar. Aynı derecede teslîmiyet gösteren kişi nasıl denizde boğulmazsa sırât-ı müstakîmden de sapmaz.

Temmuz 2023, sayfa no: 22-23-24-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak