Ara

Sırât-ı Müstakîm - II

Sırât-ı Müstakîm - II

Sırât-ı müstakîm üzere olmak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitâbını işitmek, bu çağrıya icâbet edip, tüm yaşantımız ile “Evet” cevâbını vermeye çalışmaktır. 

Yaşantımızın her ânı sırât-ı müstakîm üzere olması gereken bir adım anlamına gelir. Bu adımların doğru yönde atılabilmesi için, Allâhu Teâlâ’nın hidâyet nûru ile görmeye, basîreti ile duymaya ve yine O’nun verdiği hikmetle akletmeye ihtiyâcımız vardır. Allâh'ın kulunun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olmasının bir anlamı da budur. İnsan bu yolda kendi yürüyemez; Allah (cc) tarafından yürütülür. Bize düşen samîmî bir niyetle, Allâh'ın muhabbet ve yardımını celbedecek gayretler içerisinde bulunmaktır.

Hayâtımızda ne ölçüde ilâhî mübâdeleye girersek, Allâh'ın (cc) huzûrunda ne kadar yetim ve kul olursak, hakîkatin peşine düşersek, asıl vatanımıza dönersek, muhabbet uğruna cihâd edersek, şirkten kurtulursak, kutsal emâneti taşırsak, bütün peygamberlerin izinden gidersek Allah da bizi o kadar hakîkat içinde diriltir ve o kadar sırât-ı müstakîm üzere yaşamış oluruz. 

Sırât-ı müstakîm üzere ne kadar zorluk çekersek, ne kadar mücâdele edersek ve ne kadar imtihân olursak, o derece hakîkî mü'min, kâmil insan, sâdık kul olur ve halîfelik mertebesine ulaşırız.

Sırât-ı müstakîm üzere mücâdele eden mü'min, kazanılabilecek en yüce mükâfâtı elde eder, sonsuzluğa ulaşır, ölümsüzlüğü tadar, ebedî hayâtı yaşar, diriliş gücünü elde eder. Böylece Allâh'ın, karşılığında canını ve malını kendisinden satın aldığı cennete erişir. 

Bu yol terbiye ve şifâ bulma yoludur. Şifâ istemeyen terbiye alamaz, terbiye alamayan bu yolda yürüyemez. Şifâ arzusunda bulunmak içinse öncelikle hasta olduğunu fark etmek gerekir. Hasta olduğunu bilen kişi ancak, şifâyı cân u gönülden arzu eder. Böylece hikmet hastanesinde tedâvi görmeye başlayan hastanın şifâya kavuşması mümkün olabilir. 

Takvâ sâhibi olmak sırât-ı müstakîm yolunun hem pusulası hem de bu yolda ilerleyebilmek için gereken en önemli araçtır. Ancak hakîkî takvâ sâhipleri bu ihtişamlı yolun hakkını verebilir. Kur'ân-ı Kerîm’de Rabbimiz bize şöyle buyurmaktadır: “İşte bu, o kitaptır ki, onda şüphe yoktur. Takva sâhipleri için bir yol göstericidir.” (Bakara, 2.) Hz. Ömer, kendisine “Takvâ nedir?” diye soran kişiye: “Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?” diye soruyla karşılık verdi. Soran kişi “Evet!” deyince Ömer: “Peki nasıl yürüdün?” dedi. Adam: “Kendime dikkat ediyor ve etrâfımdaki dikenleri hiç hafife almıyordum” dedi. Ömer (ra): “İşte takvâ böyle kendini sürekli kontrol altında tutmaktır. Takvâ sâhibi olan kimse kin gütmez, intikam peşinde koşmaz, her bir düşünce, hareket ve sözde nefsini hesâba çeker. Söyleyeceği her söz için nefsiyle hesaplaşır.” 

Sırât-ı müstakîm Kur’ân yoludur, vahiy yoludur. Rabbimiz Kur'ân'ın âyetlerini yaşamak için sırât-ı müstakîm yolunu tasarlamıştır. Bu yolda "yaşayan Kur'ân" olmak üzere ilerlenir. Nitekim Yüce Allah: “İşte bu vahiy benim en doğru yolumdur.” (En’âm, 6:153) “Size, Yüce Allâh'ın katından bir nur/ışık ve apaçık bir kitap/Kur’ân geldi. Yüce Allah, kendi rızâsını arayanları bu kitap vesîlesiyle esenlik ve güzelliklerin bulunduğu yollara ulaştırır. Ve yine kendi irâdesiyle onları nankörlük karanlıklarından kurtarır, îman nûruna kavuşturur. Ve onları en doğru yola ulaştırır.(Mâide, 5:15-16) buyurmaktadır. Ne kadar îmânımızı hayâta taşırsak o kadar Kur’ân âyetlerini yaşamış oluruz. Ve o derece sırât-ı müstakîm üzere yaşamış oluruz. Nihâyet hedefimiz; yaşayan Kur'ân olabilmektir. O zaman sırât-ı müstakîmin hakkını vermiş oluruz. Sırât-ı müstakîm sırf hayâtı yaşamak değil; hayâtı okuyarak yaşamaktır. Sırât-ı müstakîm sırf Kur'ân’ı okumak değil, Kur'ân’ı yaşayarak okumaktır. Kur’ân’ın hakîkatine yaklaşabilmek ve onu idrâk edebilmek için onun hakîkatini yaşamaya mecbûruz. Vahy-i ilâhî'den tahsîl ettiğimiz ilmi 24 saatlik yaşam döngümüzde nasıl rutine dâhil edebileceğimizi öğrenmeye gayret göstermek gerekir.

İslâm dîninde bilgilerin ortaya konduğu sahne bütünüyle canlıdır. Aktarılan hiçbir şey kuru bir târih dersi veya yavan bir bilgi kırıntısı değildir. Muvahhidler, bir silsile hâlinde devâm eden o rûhânî aydınlanma geleneğinin izini sürebilirler. 

Kur'ân’ın hakîkatini barındıran Fâtiha-i Şerîfe’nin üç son âyeti bizlere sırât-ı müstakîmden bahseder: “Bizi doğru yola eriştir.” “O kendilerine nîmet verdiğin huzurlu olanların yoluna.” “Gazaba uğrayanların ve yoldan sapanların yoluna değil.” Son iki âyet bizlere Hak yolunda hakîkî yolcu olabilmek için en büyük şart ve göstergeye işâret etmekte; kiminle birlikte olmamız ya da olmamamız gerektiğini açık bir şekilde vurgulamaktadır. Hem gönlümüzde hem de günlük yaşantımızda kimlere muhabbet ettiğimiz ve kimlerle birlikte olduğumuz, sırât-ı müstakîm üzere olup olmadığımızın isbâtıdır. Nisâ Sûresi'nde Rabbimiz bizlere kimlerle birlikte olmamız gerektiğini şöyle buyurmaktadır: “Her kim, Allâh'a ve peygambere itâatkâr olursa, işte onlar Allâh'ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihler ile birliktedirler. Bunlar ise, ne güzel arkadaş!” 

Bu yoldan sapmamak, huzur, sevinç, güven ve gönül rahatlığıyla ilerleyebilmek için, câhiller ve ahmaklar yerine tevhîd ehli ve kâmil insanlarla birlikte olmayı Allah’tan çokça niyâz etmek gerekir. Çünkü kişi kimlerle birlikte olursa onların hâline bürünür. Allâh'ın tevhîd ehli kulları, bu yolda hakîkat peşine düşer, dünyâyı boşar ve ölümün en güzel dosta kavuşmak olduğunun sevinci ile yaşarlar. Yoldan sapmış kullarsa menfaat peşine düşer, dünyâyı arzular ve ölümden korkarlar. 

Bu dünyâ hayâtında, bizi doğru yoldan alıkoyacak her şeyi terk edip kaçmalıyız. Kur'ân-ı Kerîm’de buyrulur: “(Ey Resûlüm, de ki:) "Öyleyse Allâh'a koşun (kaçın, sığının), gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.” (Zâriyât, 50.) İnsanoğlunun apaçık bir düşmanı olarak ilân edilmiş şeytan bizi sırât-ı müstakîmden alıkoymak için her şeyi yapmaya hazırdır. Ettiğimiz her bir niyet ve kalkıştığımız her bir amelde dahî şeytan kıyâmete kadar yol kesicilik yapacağını söyler: “Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." (A’râf, 16.)

Muzaffer Ozak Hazretleri bu hususda şöyle buyurmaktadır: “Ey mü'minler! Bilhassa dikkat ediniz. Şeytan, insanları hak yolundan çeviremedi mi âilesini kandırıp, âilesi vâsıtasıyle o kimseyi Allâh'a karşı isyankâr yapar. O halde seni Allah yolundan her ne şey alıkoyarsa; en yakının, âilen, evlâdın dahi olsa, bilmiş ol ki o, senin düşmanındır. Hz. Âdem'e şecere-i memnûa'dan yediremiyen İblis, Hz. Havva anamız vâsıtası ile li-hikmetillâh yedirmeye muvaffak olmuştu.” 

Yolcu olanlar sağa ve sola bakmak, önünde ve ardında olanlara ilgi duymak yerine; yukarı ve aşağıya bakmaya çalışmalıdır. Nasıl ki gökyüzündeki yıldızlar yolumuzu aydınlatıyorsa, başta ‘sirâcen münîrâ’ olan Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm olmak üzere, O’nun yolundan giden cümle peygamberler, ashâb-ı kiram Efendilerimiz ve hakîkî kullar, evliyâlar, şehitler bizim yolumuzu aydınlatan ve bu yolda yürümeyi bizlere öğreten yol göstericilerimizdir. Yolda ilerlemeyi onlardan öğrenme iştiyâkı içerisinde olmalı, mürîd sıfatını kuşanıp, bu nurlu yolun tâlibi olmalıyız. 

Yolda aynı zamanda aşağıya bakarak muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidermenin câzibesine kapılmalıyız. Garipler, kimsesizler, fakirler, muhtaçlar, mültecîler ve zulüm altında inleyenlere, zayıflara merhamet etmeliyiz. Hem maddî hem de mânevî ihtiyaçlarını giderme çabasında bulunmalıyız. Ancak bu şekilde Rabbi'l-Âlemîn’in af ve merhametine erişebilir ve ancak böylece yolda ilerlemeye imkân bulabiliriz. 

Nübüvvetin son halkası, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm'ın getirdiği şerîat, zaman ötesi, kıyâmete kadar geçerli olacak ve tüm insanları Allâh'a ulaştıracak tek doğru yol olan sırât-ı müstakîm’dir. Şerîat-ı Ahmediyye, İslâm dîninin en yüksek ahlâkî boyutunu temsîl etmektedir. Peygamberimiz Efendimiz aleyh-is-salât-ü-vesselâm kendisiyle gönderilen Şerîat’i azîm ahlâkıyla, sözleri ve bütün tatbîkatlarıyla kuvvetlendirmiş ve sağlamlaştırmıştır. Sırât-ı müstakîm yolunda dosdoğru ilerleyebilmek için şerîat taşları eksiksiz döşenmiş olmalıdır. Şerîat bu yolun başı, ortası ve sonudur. 

Her yolun bir girişi, bir kapısı vardır ve yine her yolun bir sonu, ulaştığı bir kapı vardır. Kurtuluşa giden yolun girişi de yolun sonundaki kapının kendisi de Muhammed Mustafa'dır aleyh-is-salât-ü-vesselâm. Yolun kendisi de O'dur. O olmadan ne doğru yola girilebilir, ne o yolda yürünebilir ne de vuslat-ı ilâhî'ye varılabilir. 

En yüksek insanlık sırrı Ahlâk-ı Muhammedî’deki hikmetleri bilip yaşamaktır ve sırât-ı müstakîm de bunu anlatmaktadır. İnananlar Onun, aleyh-is-salât-ü-vesselâm'ın asil ve azîm ahlâkına dâir bilgiyle mücehhez olup onu amele dökmedikleri sürece Sevgili Efendimiz’in aleyh-is-salât-ü-vesselâm tâbilerinden olamazlar. Aşk ilimden değil, Efendimiz’in hayâtını samîmiyetle taklîd edip tahkîke ermemizden gelir, çünkü O, aleyh-is-salât-ü-vesselâm, canlı Kur’ân idi. O’nu taklîd ise sâdece zâhirini taklitle değil, öğretilerindeki hikmetleri anlamaya çalışmak ve derûnî hallerine de bürünmeye gayretle olur. Bir kimse Peygamber Efendimiz’in ayak izlerini tâkip ettiği zaman iki cihanda Allâh'ın nûru ona rehber olur ve o iki cihanda da ne yanar ne kör kalır. 

Ancak mahviyetin, alçak gönüllülüğün kemâline erenler sırât-ı müstakîmin hakkını vermiş olurlar. Bütün zenginliğini, malını mülkünü, makamını, şöhretini ve hattâ arkadaş, aile ve çoluk-çocuk bağlarını ve nihâyet kendi nefsini gönlünden tamâmen silip atabilmiş kişi sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. Ancak kendi nefsini tamâmen arındırmış ve dünyâyı boşayarak onun tüm bağlarından âzâd olmuş bir kimse sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. Allâh'a olan muhtaçlığını ve bağımlılığını kâmilen fark etmiş kişi sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. “İyyâke na’budü ve iyyâke nesta’în” sırrına ererek bu dünyâya karşı ölü gibi olup ebedî zenginlik bulmuş biri sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. Kalbinde Allah aşkından gayrısını taşımayan kişi sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. Ancak cihadda uzmanlaşmış ve nefis düşmanına dâim galebe çalan bir kişi sırât-ı müstakîm'in hakkını vermiş olur. 

Hak yolunda hakîkat peşine düşmeliyiz. Can alıcı nokta ise şudur: Hakîkat arayışına girebilmemiz için birilerinin bizi bilinçsizlik uykusundan uyandırması gerekmektedir. Hakk’a olan iştiyâkımızı, hakîkate olan susamışlığımızı hissedebilmemiz için, nefsimizin örtülerinden, tortularından arındırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde o muhteşem sırât-ı müstakîm yoluna koyulabilir, ilâhî sırların kokusunu almaya başlayabiliriz.

Haziran 2023, sayfa no: 34-35-36-37

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak