Ara

Sınır ve Sinir Savaşları

Sınır ve Sinir Savaşları

Sınır ve Sinir Savaşları

Ferhat Aslan

Âile Danışmanı ve Psikoterapist

Târihin sayfalarını çevirip baktığımızda, binlerce hattâ milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan ülkeler arası savaşların çıkış nedenlerinin ve yine kimi zaman onlarca insanın ölümü ile sonuçlanan, köylüler ve komşular arasındaki kavgaların sebeplerinin hep aynı olduğunu görmekteyiz. Bu durum elbette ki bir tesâdüf değildir. Savaşların müsebbibi insanlardır. Evde çıkan çatışma ile köyde çıkan kavga veya ülkeler arası savaşın baş aktörleri hep insandır. Dolayısıyla sorunun çıkış noktası da insandır ve insanın duygularıdır. Aslında ihlâl edilen şey, tarlanın veya ülkenin sınırı değil, insanın veya insanlardan oluşan milletin onurudur, izzetidir. İzzet ise kutsaldır, peşkeş çekilecek bir değer değildir. Onun içindir ki, “İnsan izzeti için yaşar.” denilir sık sık büyüklerimiz tarafından. İzzeti kıranın kim olduğu çoğu zaman önemli olmayabiliyor. Bir düşman veya eşiniz aynı tepki ile karşılaşabilir, izzetinize saldırmışsa şâyet. Üç dört yaşındaki bir çocuğun, annesinden duyduğu “pis çocuk” suçlamasına, her açıdan ona muhtaç olmasına rağmen annesine “sensin pis!..” diye cevap vermesi, en bâriz bir örnektir konumuza. Zîrâ izzetimiz kişiliğimizdir, kimliğimiz Allâh’ın bir emânetidir bize. Bilinçaltımız bu izzeti savunmakla görevlendirilmiştir, kodlanmıştır. Çocukta da büyükte de sistem aynıdır. İzzetini koruyamayan kişi zamanla yılışık, kişiliksiz ve duyarsız hâle gelir. Ülkenin, köyün, komşunun bir sınırı olduğu gibi, insanın kişiliğinin de bir sınırı vardır. O sınırdan içeri girdiğinizde hemen saldırıya uğrayabilirsiniz. “Benim eşim değil mi, benim oğlum veya kızım değil mi, ona her şeyi söyleyebilirim.” diye düşünürüz kimi zaman bizler. Evet, o bizim eşimiz ve çocuğumuzdur, ama malımız değildir. Onun kendisine âit bir ismi ve cismi vardır; duyguları, düşünceleri, irâdesi, yâni kişiliği vardır. Bütün bunları yok sayarak ona bir robotmuş gibi yaklaşamayız. Bir ülkenin sınırının ihlâl edilmesi ile bir köyün sınırlarının ihlâl edilmesinin hiçbir farkı yoktur. Ülkenin vatandaşı ne hissediyorsa, köyün sakinleri de aynı duyguları hissederler. Zîrâ ikisinde de saldırıya uğrayan sınır ve toprak değil, kişilik ve izzettir. İşte bu hassâsiyet dikkate alınmadığındandır ki, eşler arası sorunlar bir anda patlak veriyor veya çıkan sorunlar çözülmek bir tarafa, daha da büyüyor. Eşinizin yaptığı bir hatâyı düzelteceğim diye onuruna, kişiliğine saldırırsanız, sorunu çözmeyi unutun. Ateşe benzinle gidiyorsunuz demektir. Alevler yükselirse şaşırmayın. İkinizi de zehirleyecek bir atmosfer oluşur bir anda. İşin daha enteresan tarafı şudur ki, hâlâ sorunun çıkış sebebini anlayamayan eş, benzin dökmeye devâm eder. “Sana da bir şey denmiyor. Bu nasıl bir gurur ve kibir ki hiçbir kusûrunu kabûl etmiyorsun, ne olurdu bir kerecik de kusûrunu kabûl etseydin; senin bu enâniyetin yüzünden bu yuva dağılacak!..” gibi, yine kişiliğine saldırıcı ifâdeler kullanırız. Kişilik hedef alındığı sürece, sorun alev alev olur ve bir yuvayı yakar. Hâlbuki karşı tarafın savunduğu şey, kibir ve gurur değil, izzet ve onurdur. Zîrâ sınır ihlâl edilmiş ve kişi vermesi gereken tepkiyi vermektedir. Şâyet bir başka kişi eşine aynı ifâdeleri kullansa, herkesten önce kendisi öne atılacak ve ne pahasına olursa olsun, ”Sen eşime bunları diyemezsin!..” diye muhâtaba saldırmaya başlayacaktır. Her kim olursa olsun; eşimiz, evlâdımız, çalışanımız,.. o tek başına bir insandır. Onun izzeti, onuru ve kişiliği vardır. Ve yine her kim olursak olalım, eş, baba, patron veya müdür; bir yanlışı, bir hatâyı, bir kusûru gerekçe göstererek hiç kimsenin onuruna, izzetine, kişiliğine saldırma hakkına sâhip değiliz. Zîrâ izzet hiçbir şeye fedâ edilemez. Ne para, ne iş ve ne de eş. Ortada bir sorun, bir hatâ ve yanlış varsa, konuşulması, odaklanılması gereken onlardır, hatâya sebep olan tarafın kişilik ve onuru değildir. Hatâ ayrıdır, kişilik ve onur ayrıdır. Sigarayı çok içtiğiniz için akciğeriniz zarar görmüş farz edin. Doktora gittiniz. Şikâyetiniz nedir? diyen doktora anlattınız derdinizi. Doktor ise akciğerinizin, çok fazla ve uzun süre içtiğiniz sigaradan dolayı çok zarar gördüğünü ifâde ettikten sonra: “Kardeşim sen ne biçin insansın, hiç mi kafan çalışmıyor? İnsan bu kadar aptal olabilir mi? Ölsen yeridir. Sen her şeyi hak etmişsin. Sizin gibi insanlara ilaç vermek bile israftır…” gibi sözlerle kişiliğinize saldırsa ne yaparsınız? Çoğunuz hastane kapısını vurur çıkarsınız. “Bedenim ölsün, ama izzetim, onurum yaşasın.” demez misiniz? Doktorun yapması gereken şey, hastaya değil hastalığa odaklanmak ve onu tedâvi etmektir. Şuna benzer yukarıdaki doktorun yaptığı: Kolunuzda alınması gereken bir kitle var, ama doktor sağlam yerlerinizi bıçaklıyor ve lime lime kesiyor. Haliyle sağlam yerler acıyacak ve tepki vereceksiniz can havliyle. Doktorun yapması gereken hastalıklı olan kitleye, yâni yanlışa odaklanmaktır. Doktor, hastanın dostu ama hastalığın düşmanıdır. O yüzdendir ki, her hasta doktordan sevgi ve ilgi bekler. Ve yine o yüzdendir ki, tıp eğitiminde, hastalara iyi ve yumuşak davranılması gerektiği sıkı sıkı anlatılır doktor adaylarına. Hastaya sevgi, hastalığa sevgi değildir. Hastayı sevmek, hastalığı sevmek ve hoş görmek demek değildir. Tam aksine, hastanın hastalığını yenmesi için ona destek olmak, güç ve kuvvet sağlamaktır. Aynen öyle de hatâ ve yanlış yapan eşimizin yanında, ama hatânın karşısında olacağız. Zîrâ hatâ yapan eşimizin yanında yer almazsak, hatânın düzeltilmesi konusundaki inisiyatifimizi kaybederiz. Kimi zaman da şöyle durumlarla karşılaşır eşler, terapilerde sık sık şâhit olduğum üzere: “Hocam ben çoğu zaman ona yardım etmek istiyorum, hattâ iş onun işi olduğu hâlde ondan daha önemsiyor ve iyilik yapmaya çalışıyorum. Ancak bâzen beklenmedik bir anda çok sert tepkiler verebiliyor. Bu yaklaşımı beni incittiği için, ben de çâreyi ona yardım etmemek ve uzak durmada buluyorum...” diyen eşler vardır. Hattâ “Kadın milletine iyilik yaramaz.” diyerek tepki veren bir danışanımdan tam bir gün sonra gelen bir hanımefendi de “Erkek milletine iyilik yaramaz.” diyerek, aynı konuda şikâyetçi olmuşlardı. Evet doğru, iki tarafın da niyeti yardım etmek ve iyilik yapmak. Düz mantıkla baktığınızda bırakın sert tepki vermek, defalarca teşekkür etmesi gerekir karşı tarafın. Ancak hiç de beklendiği ve düşünüldüğü gibi olmuyor. Peki, Neden ve Sorun Nerede? Sebebi aynı, sınır ihlâli. Sınır ihlâli sinir infiâline sebep olur. Sorun, izzet ve onurun dikkate alınmaması. Nasıl yâni? Yardım etmek gibi mâsum bir davranışın karşı tarafın izzeti ve onurunun dikkate alınmaması ile ne ilgisi olabilir ki? Bu ince ve hassas konuyu, bir örnek üzerinden değerlendirmek sûretiyle netliğe kavuşturmak daha kolay olacaktır sanırım. Bugün herhangi bir ülke, hattâ Azerbaycan gibi kardeş bildiğimiz dost bir ülkenin, yüzlerce mühendisi, ustası ve işçisi ile uçaklarına binip, yetkililerimizin bilgisi dışında ve beklenmedik bir zamanda Ankara’ya gelip Ankara’nın göbeğinde bizim için bir hastane yapmak için temel kazma çalışmalarına başladıklarını düşünün. Böyle bir olaya idârecilerimizin verdiği tepkiyi biraz düşünmenizi istiyorum. Evet, niyetleri iyi olabilir, yardım etmek istiyor olabilirler. Ama bir devletin her şeyden önce bağımsızlığı vardır; izzeti ve onuru vardır. İzin istemek, ne yapmak istediklerini önceden haber vermek gerekmez mi? Bizim idârecilerin “Kardeşim anlıyoruz sizleri, ama kural kâide bu değil, bizim onayımızı almadan böyle bir işe girişmeniz bizi yok saymak değil midir?” diye serzenişte bulunmaları normal değil mi? Böyle bir uyarıya karşılık Azerbaycanlı yetkililer alınıp, “Yâhu kardeşim size de iyilik yaramıyor, sizi kardeş ülke bildik yardım etmek istedik, ama meğer yanılmışız…” diyerek küsüp gitseler ne kadar doğru olabilir? Aynen öyle de bizler de eşimize veya bir başkasına, -bu çocuğumuz da olabilir- yardım etmek istediğimizde, kimi zaman aynı hatânın içine giriyoruz. Kişiye rağmen kişiye yardım etmek, kişi istemese de yardım etmekte ısrâr etmek bir sınır ihlâlidir, kişilik hakkına saldırıdır ve beklenmedik bir tepki ile karşılaşmanız yüksektir. Yine doktor-hasta örneğinden hareket edersek; yüzde yüz gerekli ve zarûrî bir ameliyatı bile hastadan veya hasta yakınından izin ve onay almadan yapmazlar. Ve siz izin vermediğiniz sürece zorla müdahale etmezler. Kişinin onayını almamak veya ona rağmen yardım etmeye çalışmak, onurunu ve kişiliğini inciterek yapılan bir eylemdir. Muhâtabınız ise, kişiliğini ve onurunu korumak ve ezdirmemek için, bilinçaltından gelen bir refleks ile tepki verir. Hatâyı düzeltmek de aslında bir iyiliktir, ama muhâtabın izzet ve kişiliğini koruyarak, saygı göstererek ancak hatâ düzeltilir. Duvardan yapılmış bir odaya girerken kapı çalıp izin isteyen insanoğlunun, binlerce duyguları olan bir insanın dünyâsına paldır küldür girmesi ne kadar doğru olabilir? Hâsılı kelâm, hatâyı düzeltmek ve de yardım etmek, kişinin sınırlarına saygı çerçevesinde yapılmadıkça, yersiz ve zamansız sorunlara açık kapı bırakılmış demektir. Bu sizin eşiniz olsa bile…

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak