Mehmet Paksu
“Büyü” veya “efsun” adına ne dersek diyelim “sebebi gizli ve ince olan bu gizemli işin” asıl adı Kur’ân ifâdesiyle “sihir”dir. Bu işi meslek edinmiş kişilere de büyücü, efsuncu veya sihirbaz denir.
Asıl ismi “nüsha” olan “muska” da menfî yolda kullanıldığı için bir sihir ve büyü âleti olarak kabûl edilir. Sihir ve büyü vardır, haktır, doğrudur, gerçektir ve kabûl edilmektedir.
Kur’ân’ın anlattığına göre eski bir medeniyet merkezi olan Bâbil halkından bâzı insanlar ilham yoluyla Hârût ve Mârût isimli iki melekten birtakım gizli bilgiler ve hârika şeyler öğrendiler.
Bu melekler, insanları uyarıyorlar ve önceden “Biz ancak sizi denemek için gönderildik. Sakın sihir yapıp da kâfir olmayın” demeden kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat bu uyarılara rağmen insanlar meleklerden aldıkları bu bilgileri sihir yolunda kullanmaya başladılar. Zaman içinde başkalarına da öğrettiler, böylece sihri ve büyüyü yaygın hâle getirdiler. Özellikle karı kocanın arasını açarak onları birbirine düşürdüler ve âilenin çökmesine sebep oldular. Çağımızda îcâd edilen atom, dinamit, nükleer enerji gibi insanlığın faydasına yönelik bilimsel verilerin daha sonra savaşlarda kullanılması gibi...
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsirinde genişçe yer vererek belirttiği üzere, ilimler iyiye kullanılırsa zehirden ilaç yapılır, kötüye kullanıldığında da ilaçtan zehir elde edilir. Ancak insanlar herhangi bir yoldan elde etmiş oldukları bilgileri, her ne kadar sihir ve büyü gibi zararlı yollarda kullansalar da Kur’ân’ın ifâdesiyle, “O sihri yapanlar, Allâh’ın izni olmadan hiç kimseye zarar verebilecek durumda değillerdi. Onlar böylece kendilerine fayda veren şeyleri değil de, zarar verecek şeyleri öğrendiler.”[1]
Elmalılı Hamdi Yazır, sihirle ilgili âyeti tefsir ederken, sihrin yanlış yolda kullanıldığını şöyle anlatır:
“Sihir yaparak karı-kocanın arasını ayıranlar/açanlar, bu kadar kuvvetli bir sevgi bağını kıranlar bir topluma daha neler yapmazlar ki? Sihrin en büyük etkisi ruh üzerindedir. Fikirleri bozar, kalpleri çeler, ahlâkı perişân eder, toplumun altını üstüne getirir. Bunun için sihirbazlardan ve büyücülerden uzak durmalı, hiçbir şekilde onlarla biraraya gelmemeli. Fakat bunlar ne kadar zararlı şeyler yapsalar da, Allâh’ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezler. Çünkü gerçek tesir ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatta, ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne de melektedir. Asıl tesir gücü Allâh’a aittir. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O’nun izniyle meydana gelir. O halde, her şeyden önce Allah’tan korkmalı ve Allâh’a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allâh’ın kitabına sarılmalıdır.”
Sihir ve büyü yapmak, insanların arasını bozmak ve dolayısıyla zarar vermek için muska yazmak her hâlükârda İslâm’a aykırıdır, Allâh’a ortak koşmaktan sonra en büyük günahlardan biridir ve haramdır.
Bunun için bir Müslümanın herhangi bir problemini çözmek için sihirbaza ve büyücüye gitmesine müsaade edilmemiş, kâğıt, muska ve büyü ve benzeri yollara başvurmak yasaklanmıştır.
Bir yerde muska ve benzeri büyü malzemeleri bulunsa ve görülse dahi hiçbir şekilde endişeye düşmemeli, bir telâşa ve heyecâna kapılmamalı, morali bozmamalı ve ümitsizlik içine girmemelidir. Bir de başa gelen her sıkıntıyı o muskadan bilme gibi bir hataya düşmemelidir.
Biz mü’min olarak inanıyoruz ve biliyoruz ki her şeyin dizgini ve idâresi Allâh’ın elindedir. Bundan dolayı muhtemel zararlardan ötürü doğrudan doğruya Allâh’a sığınmalı ve O’na yönelmelidir.
Bu açıdan büyücülere gidip onlardan bir şey beklemek, şifâ aramak, onlara akıl danışıp onların söylediklerine kulak vermek bir çâreden öte çâresizliktir, dermandan ziyâde derde dert katmaktır. Çünkü işin istismarcısı ve tüccarı olan bu kişiler, insanın moralini bozmaktan başka bir şey yapmazlar.
Her Müslümanın bilmesi gereken bir gerçek varsa o da her şeyin takdîrinin Allâh’ın meşîetiyle (dilemesiyle) olduğudur. Kur’ân’ın bildirdiği gibi, bir yaprak dahi Allâh’ın izni olmadan yere düşmez ve kıpırdamaz.
Bir ağacın yaprağı kendi kendine hareket etmiyorsa, nasıl olur da bir insanın başına gelen ve gelebilecek bir olay Allâh’ın ilmi ve takdîri dışında cereyân edebilir? O her şeye hükmünü geçirir ve O’nun her şeye gücü yeter.
Bunun için insanlar büyü yapabilir, çeşitli yollarla başkasına zarar verebilir; elinizde, avucunuzda ne varsa hepsine göz dikebilir, sizi bulunduğunuz konumdan ve durumdan düşürebilir ve hattâ sizi felâketten felâkete sürükleyebilir, daha ötesi hayatınızı bile ortadan kaldırmaya teşebbüs edebilirler.
Fakat insanların bu düşündüklerini yapma ve gerçekleştirme güçleri ne kadardır? Her istediklerini yapma imkânına ne kadar sâhiptirler? Eğer böyle bir şey söz konusu olsa, dünyâda müsbet anlamda hiçbir şeyin yapılmamış olması gerekirdi. Oysa durum öyle değil. O kadar engellemelere, o kadar müdahalelere ve o kadar düşmanlıklara rağmen dünyâda yine de güzel, olumlu ve faydalı işler çoğunluktadır ve her şeye rağmen insanların ekserisi rahat ve huzur içinde yaşıyorlar. O kadar krizlere, yolsuzluklara, darlıklara ve sıkıntılara rağmen iş hayâtı ve ticârî işlemler devâm ediyor, başarılar elde ediliyor.
Bunun için inanan insan öncelikle elinden geleni yapmalı, aklını, bilgisini ve tecrübesini kullanmalı, eksiksiz olarak görevini yerine getirmelidir. Ondan sonra yola koyulmalı, sonuçları beklemeli ve hiçbir şekilde de işin ucunu bırakmamalıdır.
Âyetin ifâdesiyle insana ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalışmasının sonucunu da yakında görecektir. Bir başka âyette de yer aldığı üzere, “Benim başarım Allah’tandır.” Dilimizdeki söylenişe göre, “Allah çalışana verir.”
Bunun yanında her müsbet davranışın karşısına çok engeller çıkar, hayırlı işlerin çok muzır mânileri olur. Bütün bu mânilerin karşısında yılmayıp yıkılmamalı, enerjimizi tüketmeden, hızımızı kesmeden devâm etmeliyiz, ihlâsı ve Allah rızâsını esas almalıyız.
Zâten büyünün asıl etkisi insanın moralinin bozulması, heyecânının bitmesi, ümîdinin azalması, geleceğini karamsar görmeye başlaması, kendi eliyle kendi önünü tıkamasıdır.
Çok yaşanan bir meseleyi de bu vesîleyle hatırlatmakta fayda vardır.
İnsanın sağda solda, evinde işyerinde, cebinde çantasında, yatağında yastığında “büyü” parçaları görmesi, onları ciddiye alarak başına gelen her şeyi bundan bilmesi, bir an için paniğe kapılması zâten onun içini kemirmeye yetiyor da artıyor bile...
Tedbir ve çâre olarak yapılacak tek şey vardır. O da “Allah dilemedikçe kimse bana zarar veremez. Rabbim de benim zararıma olan bir şeyi yaratmaz. Şer gibi görünen, zarar gibi görünen şeylerde bile bir çeşit hayırlı sonuç vardır” inancını sağlam tutmaktır.
Diğer bir önlem de, Kur’ân’ın öğrettiği ve Peygamberimiz’in (sav) tavsiye ettiği gibi zararlı şeylerin ve zarar vermeye çalışanların şerrinden Allâh’a sığınmak, O’na yalvarmak, O’na dua etmek, O’na olan yakınlığımızı arttırmak, O’nu her yerde hâzır ve nâzır görerek, huzûrunda olduğumuzu fark etmektir.
Peygamberimiz’in (sav) uyguladığı ve tavsiye ettiği gibi Felak ve Nâs Sûreleriyle birlikte Âyetü’l-Kürsî gibi duâları mânevî bir siper ve koruyucu olarak görmelidir. Özellikle Peygamberimiz’in özel bir duâsı olan Cevşenü’l-Kebîr’i de okumayı ihmâl etmemelidir.
[1] Bakara Sûresi, 102.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak