Ara

Şeytānı Yenmek

Şeytānı Yenmek

Şeytānın şerrinden Allâh'a sığınılan dindeyiz. Peygamber Efendimiz (sav) bize onun şerrinden Allâh'a sığınmanın yolunu gösterdi. 

Mi'râca ulaşmak, şeytānı yenmekten geçer. Dolayısıyla, Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allah Teâlâ’yı anlamak için, Efendimiz (sav)’i anlamak için, kendimizi anlamak için, mirâcı anlamak için, şeytānın varlığını araştırmamız gerekiyor. 

Şeytan, insanlığa her an, her yerde ve her taraftan saldırır. Dâimâ iş başındadır. Kovsak da dâimâ geri gelir.

Bir gün laîn İblis, Resûlullah Efendimiz’i aleyhi's-salât ü ve's-selâm ziyâret etmişti ve şöyle dedi: “Ben buraya mecbûren geldim. Allah Teâlâ emir verdi: Muhammed’e gideceksin ve Âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın ve onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona.”

Şeytan; Efendimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm'a şöyle dedi: “Yâ Muhammed, Allah'tan diledim ki âdemoğullarını ben göreyim, ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi yerine getirdi. Diledim ki âdemoğullarının kan mecrâlarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim...gezerim...hem nasıl istersem.. Bütün bu isteklerimi verdi.” 

Resûlullah Efendimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm ona, “Halk arasında en sevmediğin kimdir?” diye sorduğunda Şeytan şu cevâbı verdi: “Sensin yâ Muhammed.”

“Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin hâlin nice olur?” “Yâ Muhammed, beni sıtma tutar, titrerim.” “Neden böyle olursun, yâ laîn?” diye suâl buyurduğunda: “Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.” dedi.

“Peki, oruç tuttukları zaman nasıl olursun?” “O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.” “Hac yaptıkları zaman nasıl olursun?” “O zaman da çıldırırım.” “Peki Kur'ân okudukları zaman nasıl olursun?” “O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi.” “Ya sadaka verdikleri zaman hâlin nasıl?” “İşte o zaman hâlim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.”

Şeytan dedi: “Yâ Muhammed! Bilmez misin benim yetmişbin tâne çocuğum var ve her birini bir başka yere tâyin etmişimdir. Sonra o yetmişbin tâne çocuğumla birlikte yetmişbin tâne şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemâya gönderdim. Bir kısmını gençlere, bir kısmını da meşâyihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gāyet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onlarla bizimkiler istedikleri gibi oynarlar.”

Rasûlullah aleyhi's-salât ü ve's-selâm İblis'e kısa sorular sordu: “Yâ laîn senin oturma arkadaşın kim?” “Fâiz yiyen.” “Dostun kim?” “Zinâ eden.” “Yatak arkadaşın kim?” “Sarhoş.” “Misâfirin kim?” “Hırsız.” “Elçin kim?” “Sihirbazlar.” “Gözünün nûru nedir?” “Karı boşamak.” “Sevgilin kim?” “Cuma namazını bırakanlar.”

“Yâ laîn senin kalbini ne kırar?” “Allah yolunda cihâda koşan atların kişnemesi.” “Peki senin cismini ne eritir?” “Tevbe edenlerin tevbesi.” “Peki ciğerini ne parçalar ne çürütür?” “Gece ve gündüz Allâh'a yapılan bol bol istiğfar.” “Peki yüzünü ne buruşturur?” “Gizli sadaka.” “Peki gözlerini kör eden nedir?” “Gece namazı.” “Peki başını eğdiren nedir?” “Çokça kılınan cemâatle namaz.”

“Sana göre insanların en saâdetlisi kimdir?” “Bilerek kasden namazını bırakanlar.” “Peki sana göre insanların en şakîsi kimdir?” “Cimriler.” “Peki seni işinden ne alıkoyar?” “Ulemâ meclisleri.” 

Şeytan dedi: “Allâh'ın hâlis kullarını, evet bunları azdıramam.” Resûlullah Efendimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm sordu: “Sana göre ihlâs sâhibi olan muhlis kullar kimlerdir?” İblis şu cevâbı verdi: “Bir kimseyi görürsem ki dirhemini ve dinarını sevmez, övülmekten ve methedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki ihlâs sâhibidir, hemen onu bırakır kaçarım.” 

Şeytan İslâm'ın nûruna karşı felç olur. Dört halîfe karşısında şeytan tamâmen etkisiz kalmıştır. Şeytānın Rasûlullah Efendimiz aleyhi's-salât ü ve's-selâm'a ziyâretinde: “Ebu Bekir için ne dersin?” “O bana câhiliye devrinde bile itâat etmedi. İslâm'a girdikten sonra nasıl itâat eder?” “Peki Ömer bin Hattab için ne dersin?” “Allâh'a yemîn ederim ki her gördüğüm yerde ondan kaçtım.” “Peki Osman bin Affan için ne dersin?” “Ondan utanırım, hem de çok. Nasıl ki Rahmân'ın melekleri de ondan utanırlar.” “Peki Ali İbn Ebu Talib için ne dersin?” “Ah onun elinden bir kurtulsam, O kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam. O beni bıraksa ben de onu bıraksam. Ben onu bırakırım ama o beni bırakmaz!” 

Nasıl ki şeytan dört halîfe karşısında tamâmen etkisiz kaldıysa, nasıl ki Eyyûb (as) karşısında başarısız olduysa... Filistin halkı da herşeyleri yıkıldığında, sâhip oldukları herşeyi kaybettiklerinde bile, bir insana yapılabilecek bütün işkenceleri görmelerine rağmen, hiç aldırmıyor, dimdik ayakta duruyor, kahramanca bir cesâret ve dayanma gücü sergiliyorlar.

Şeytan iç yıkım yapıyor. İsrail dış yıkım yapıyor. İsrail bu dünyâ hayâtını çalabilir, o da fânî ve bâtıl. Şeytan ise ebedî hayatları çalıyor, bâkî ve hak olanı. İsrail insanları susuz ve aç bırakıyor; şeytan da insanlığı rûhun en temel gıdâsı olan îmandan mahrum bırakıyor. İsrail'in insanların bedenlerine yaptıkları zulmü; şeytan rûha ve kalbe yapar, rûhu çırılçıplak soyar ve yalnızlığa sürükler.

Yaşadığımız şu zamanda, yapılan tüm zulümlere ve işkencelere rağmen, Filistin halkı karşısında şeytānın nasıl felç olduğunu her gün yeniden müşâhede ediyoruz. 

Şeytan, dîni değiştirmek ve yozlaştırmak için dînin kendisini kullanan en büyük düşmanımızdır. Onun en önemli maksadı kalbin hazînelerini, dengesini, güzelliğini ve saflığını çalmak. Kutsal giysilere bürünür, bir dost ve yoldaş gibi davranır, ama aslında şirk dînine hizmet eder. Böylece Nemrud’a, Kâbil’e, Firavun’a hizmet eder. Karanlık dünyâyı insanın gözüne aydınlık gösterir, zehiri de bal, şerbet diye içirir. Efsunlar fısıldar ve büyüleyiverir. 

Her bir mü'min şeytanla nefsin birleşmesinden doğan büyük bir güçle karşı karşıya kalıyor. Şeytan ve şeytānî güçler öyle bir kuvvete sâhiptirler ki bizi sarsıp serseme döndürür, kör, sağır ve bilinçsiz yaparlar. Şuurumuzu o derece çarpıtırlar ki hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterirler. Şeytan şer güçler, sihir fısıldar, nefret tohumu eker, dostu düşman, düşmanı dost yapar, irâdeyi sakatlar, îmânı ve istikāmeti hırpalar, sâlih niyeti yok eder, birliği, kardeşliği bozar ve insanı doğru yoldan alıkoyar. Ebû İbrâhîm Buhārî'nin buyurduğu gibi: “Şeytan dînin perdesidir; onunla iyi geçinen her kimse dînini terketmiştir.” Şeytan duygularımızı, niyetlerimizi zehirlemeye, ahlâkımızı çirkinleştirmeye ve beynimizi vesveseler ile yıkamaya çalışır. Bizimle en küçültücü oyunları oynar. 

Şeytan aşkı reddeden inatçı bir varlıktır. O, Âdem’e inkâr gözüyle baktı. Sâdece çamur gördü. Âdem’deki nûru görmedi. Âdem’e siyah-beyaz bir mantık penceresinden baktı. “Âdem çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten, ben ondan daha üstünüm” diye mantık yürüttü. Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor: “Âdem’i bir beden olarak gören kaçtı da onu mûtî bir nur olarak gören secde etti.” 

Şeytanda aşk yoktu. Bu nedenle, Âdem'in nûrunu göremedi ve ona secde etmeyi reddetti. Aşkın yokluğu şeytānın ilâhî câzibeyi hissetmesini engelledi. 

Hz. Mevlânâ şöyle buyurmaktadır: “Sırlara mahrem olan o tâlihli kişi bilir ki akıllılık İblis’ten, aşk ise Âdem’dendir.” “İblis’in ilmi olmasına rağmen dînin aşk kısmından habersizdi, o sebepten Âdem’de çamurdan bir iz hâriç bir şey görüp sezemedi.” 

Dr. Halûk Nurbâki bu konuya değerli bir yorum yapıyor: “Âdem'in üstünlüğü; insanın üstünlüğü, bütün maddeden üstün olması, sevgiyi bulabilmesidir. Eğer şeytan bu sırrı, Fahr-i Kâinat sırrını keşfedebilseydi, Allâh'ın (cc) O’nu niçin sevdiğini ve aşkın temelindeki câzibeyi anlasaydı, mantığıyla, Allâh'a karşı bir nevî itiraz görüntüsündeki itirâzını yapmayacaktı.” 

İnsanlığın babası olan Âdem, şeytānî tabiatın tam zıddıdır. O; sevgi, hayâ ve tevâzu vasıflarını temsîl ederken; şeytan da haset, kibir ve inkâr vasıflarını temsîl ediyor. Âdem kendi düşüklüğü, kusurları ve hatâlarına karşı tam bir tanıma ve ikrar hâlinde bir şuura sâhip olarak Yaratıcısı’nın Azamet, Kudret ve Celâl’i karşısındaki mutlak yetersizliğini hissediyordu. İşte şeytānı melekî varlığın en yükseklerinden lânetlenmiş şeytanlığa indirip ebedî hüsrâna uğratan mühim nokta burasıdır.

Velâyet eksenli bir varlık, şeytānî varlığın tam karşısındadır. Birbirlerini yansıtırlar. Bir velî mükemmel ihsan ahlâkıyla şeytānın nasıl çalıştığını gösterir. Buna mukābil şeytan da, mükemmel şeytānî ahlâkıyla velîlerin nasıl çalıştığını gösterir. Şeytan hakîkati eğer büker, velî onu olduğu gibi ifşâ eder. Şeytan saptırır, velî irşâd eder. Velî temizler, netleştirir ve ilâhî idrâki artırır; netîce, nurlanmadır. Şeytan ise eğip büker, karartır ve ilâhî idrâki çalar; netîce, mânevî körlüktür.

Şeytānın hîlelerine aldanmada ve onun isteklerini yerine getirmede günümüz insanı kadar hazır olan bir nesil daha gelmemiştir. İnsanların bu derecede dalâlete ve cehâlete düştükleri olmamıştır. Modern insan bâtın boyutunu göz ardı ediyor. Bugün insan, insânî unsurları kendisinden boşaltıyor, fıtratından mahrum kalıyor, insânî değerlerini felce uğratıyor. Ahlâkî yozlaşmalar modern medeniyetin putları olmuş. Bir hak dostu günümüz insanının durumunu şöyle târif eder: “Günümüz insanı için büyük tehlike atom bombasının patlaması değil, insan mâhiyetinin başkalaşması, beşer türünün insansızlaştırılmasıdır”. 

Meşhur bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur: “Âhir zamanda adâletin yerini zulüm, zulmün yerini adâlet alacak.”

Bu yozlaşmalar modern toplumun son derece açık olduğu şeytānın fısıltılarının, vesveselerinin ürünüdür.

İnfak ahlâkı şeytānın üstesinden gelir. Secdenin kudreti şeytānı mahveder. Salavât ve Fâtiha-i şerîfe şeytānı felç eder. Muhabbet-i Muhammed şeytānı perîşân eder. Duā, şükür, zikir şeytānı eritir. Tevbe eden şeytānı çürütür. İhlâslı ibâdet eden şeytānı çıldırtır. 

Şeytānı yenmek; kendimizi kötülükten, şeytānî kuvvelerden, sahte tanrılardan, kalbimizi istilâ edip orada hüküm süren putlardan temizlemek demektir.

Şeytānı yenmek; sahte varlığımızdan vazgeçerek, hakîkî varlığa ulaşmaktır.

Şeytānı yenmek; kendimizi zulümden kurtarmak demektir.

Şeytānı yenmek; nefs-i emmâre’den kurtulmaktır ve özgürlüğe erişmektir.

Şeytānı yenmek; kendi kalbimizin sultānı olmak demektir.

Şeytānı yenmek; Kur'ân'a hizmet etmektir, mahlûkāta hizmet etmektir, İslâm'a hizmet etmektir, ümmet-i Muhammed'e hizmet etmektir.

Şeytānı yenmek; kalpteki putları kırmaktır, ruhtaki perdeleri kaldırmaktır, büyük cihâd etmektir, kendi zulmümüzü kaldırmaktır.

Hayâtımız boyunca korkmamız gereken şey; şeytānın, ehl-i dalâletin ve küfrün zihinlerimizi bulandırmaya ve bizi doğruluk yolu olan sırât-ı mustakîmden saptırmaya çalışmaları olmalıdır. Bilinçaltımıza, kulaklarımıza ve gözlerimize hiç durmaksızın vesvese vererek, cildimizin altına girip damarlarımızdaki kana karışarak, kafamızı, duyularımızı, kalbimizi, bilincimizi tahrip etmeye uğraşarak çalışmaya devâm eden şeytānın gizli işlerinden korkmalıyız. 

Bizler Muhammedîler olarak, Hakk’ı büsbütün ortaya çıkarıp bâtılı yok edecek olan İslâm nûrunun vârisleriyiz. İblisin algılarını mîrâs etmek en büyük felâkettir. O, Âdem aleyhisselâm'a mantık penceresinden baktı, Âdem’deki nûru görmedi ve böylece secde etmedi.

Eylül 2024, sayfa no: 22-23-24-25

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak