Ara

Şeytānı Tanımak!

Şeytānı Tanımak!

İblis ve cin olarak da ifâde edilen şeytan veya şeytanlar, insan gibi iradeye sâhip olan, insan duyularıyla algılanmayan, ilâhî emirle sorumlu, inanan ve inanmayanı olan, rûhaniyet tarafı ağır basan varlıklar olarak tanımlanır. İnsanların bu varlıkları, beş duyu organlarıyla veya deneylerle keşfetmesi, tanıması imkânsızdır. Bu yüzden Şeytan adındaki bu varlık, sâdece Yüce Rabbimizin ve Sevgili Peygamberimiz'in (sav) bildirmesiyle tanınabilir. Kur'ân-ı Kerîm’de, şeytanla insan türü arasındaki ilişkiye veya mücâdeleye temâs eden birçok âyet bulunmaktadır. Bu âyetlere göre şeytānın temel özelliği, insanlara karşı hiç bitmeyecek bir “düşmanlık” hissi içinde olmasıdır. Nitekim Kur'ân’da Bakara 2/168, 208-209; Yûsuf 12/5; Yâsîn 36/60-64; En’âm 6/142; İsrâ 17/53; Fâtır 35/6; Zuhruf 43/62 âyetleri başta olmak üzere insanlar, şeytāna itāat etmemek, onun vesveselerine kanmamak konusunda şiddetle uyarılırlar.

Şeytānın Bir Görünüşü Var Mıdır?

Putperest Roma ve Yunan inançlarından etkilenerek yapılan çizimlerde şeytan, genelde boynuzları, kuyruğu ve elinde yabası olan keçiye benzer bir varlık olarak resmedilmektedir. Bu durum, genel olarak şeytānın Kur'ân-ı Kerîm’deki tasvirlerine aykırıdır. Bakara sûresi 34. âyetindeki ifâdeden anlaşıldığına göre İblis/Şeytan, meleklerin arasında yaşayan, onlar gibi çok ibâdet eden ve çok saygın biridir. Onun gerçek yüzü, bir imtihan sonucunda birden ortaya çıkmıştır. Bu durumda şeytānın, bu mitoloji kaynaklı çizimlerle bir ilgisi yoktur. Çünkü âyet ve hadislerdeki tasvirlerden, dış görünüş olarak Şeytān’ın makam sâhibi herhangi biri, sevimli, tonton bir dede yâhut çiçek gibi bir teyzeye benzeyebileceği söylenebilir.

Ancak aşağıda anlatılacağı üzere Şeytan fıtrat/karakter ve iç âlemindeki duygular yönüyle betimlenmek istense, mitoloji kaynaklı bu çizimlerin çok çok üstünde çirkin bir varlık görüntüsünde çıkabileceğinde şüphe yoktur. Çünkü şeytan, kibirlidir, öfkelidir, hırslıdır, yalancıdır, sahtekârdır, riyâkârdır, cimriliği savunur. Kendini önemli ve değerli, çevresindekileri bir o kadar küçük ve değersiz görür. Herkese tepeden bakar. Sıradan olmaktan korkar. Değerli olana, başarılı olana tahammülü yoktur.

İnsanlık târihi itibâriyle, insan-şeytan mücâdelesi, her zaman güncelliğini korumuştur. Konuyla ilgili âyetler tahlîl edildiğinde, Allâh'ın ve Peygamberin istemediği her fiil ve davranış, şeytāna atfedilebilir.

Şeytānın Fıtratı

İnsanoğlunun Şeytan’la ilk karşılaşma ânını haber veren âyetlere göre, Yüce Yaratıcının meleklere ve o anda içlerinde olan şeytāna, Âdem’e secde etmeleri emrini verdiği zaman melekler derhal secde etmişler buna mukābil o kibirlenip ilâhî emre karşı çıkmıştır. Buna gerekçe olarak da kendisinin ateşten yaratıldığı için değerli, Âdem’in (as) ise çamurdan yaratıldığı için değersiz olduğu gibi bir önerme ileri sürmüştür. Söylediği onaylanmayınca da hatâsını kabûllenmeyip suçu (hâşâ) Allâh'a atmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm’de haber verilen bu hâdiseye göre şeytānın fıtratına dâir bāzı özellikleri şöyle sıralanabilir:

  1. Allah Teālâ’nın Emirlerine İtāatsizlik

“Ve o zaman meleklere: “Âdem’e secde edin!” dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi.” (Bakara, 2/34; A’raf, 7/11)

Bunun üzerine Allah Teālâ onu:

“Allah ona “sana ne engel oldu da ben emrettiğimde secde etmemeye cüret ettin!” (A’raf, 7/12) diyerek sorguya çekince, birtakım akıl oyunlarıyla kendini temize çıkarmaya çalışmıştır.

  1. Değerli Olana Tahammülsüzlük

Allah Teālâ’nın bu sorgusuna karşılık Şeytan:

“Ben, dedi, ondan hayırlıyım”. (A’raf, 7/12)

 

Bu âyetin tefsîrinde müfessirler, şeytānın bu emre kadar, kendi duygularına ters gelecek bir emir ve teklifle imtihân edilmediğini ifâde ederler. Dolayısıyla Âdem’e secde emrine kadar isyân etmemesi ve melekler içinde bulunması, o vakte kadar bütün olayların tam da kendi istediği şekilde cereyân etmesiyle alâkalıdır. Ne zaman ki Âdem yaratılıp da ona secdeyle emredilince, Şeytān’ın Allâh'a mâlûm ama diğer varlıklara gizli olan kibri ve azgınlığı ortaya çıkmıştır. “Ben ondan hayırlıyım” sözü, Allâh'ın insana verdiği değere tahammül edemediğini, bunu da insanı değersizleştirerek ifâde ettiğini gösterir. İnsanı kendinden aşağıda görmektedir. Çünkü gerçeği yansıtmayan “Ben ondan hayırlıyım” sözü, onun bu düşüncesini açığa çıkarmaktadır.

  1. Kurnazlık ve Hîlekârlıkla Üste Çıkmak

Orada Şeytan, şeytanlığın iç yüzünü önce bir yalanla öne çıkardıktan sonra buna bir de doğruyu karıştırarak yalan olan iddiasını şöyle güçlendirmek ister:

“Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” (A’raf, 7/12) Bu kıyasla şeytan, kendisinin daha değerli, daha fazîletli, daha üstün olduğunu isbât etmek ister. “Mâdem ki ben daha fazîletli, daha yükseğim o halde böyle olanın, aşağı derecedekine secde etmesi uygun değildir. Şu halde bu emir, akla uygun ve hoş değildir. İşte beni secdeden engelleyen, ondan yüksek olmam ve bu emri uygun görmememdir. Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın.”

Şeytan kendini insandan üstün göstermek için böyle birtakım kelime oyunları ve kurnazlıkla, doğruyu yanlış, yanlışı doğru, beyazı siyah, siyahı beyaz göstermeye çalışmaktadır. Çünkü ben ateşten yaratıldım. İnsan denen varlıklar ise topraktan yaratıldı. Şu halde ateşten yaratılan ben, çamurdan yaratılan Âdem’den hayırlıyım, bunun için secde etmedim. Ben en üstünüm, demek istemektedir.

Peki, ona ateşin topraktan üstün olduğunu kim söyledi? Hâlbuki toprağın olmadığı yerde hayat olmaz. Şeytan işte böyle birtakım söz oyunlarıyla hakîkati maskelemeye ve yaptığı hareketin haklılığına âdetâ hâşâ Allâh'ı iknâ etmeye çalışmaktadır.

Şeytānın bu cümlesinde, aslında hakkında en hayırlısı Allâh'ın secde emrini yerine getirmek olduğu halde bundan geri durmayı uygun göstermek için nasıl da bilgisizlikle bilgiyi, yalan ile doğruyu, kötülük ile hayrı, kibir ile yüze gülmeyi, aldanmakla aldatmayı katıp karıştırarak kendine göre bir mantık oluşturduğu açıkça görülmektedir. Bu çelişkili tutum, şeytānın en önemli özelliklerindendir. O, kişisel gurûrunu karşı tarafa fikir ve zekâ şeklinde göstermek isterken, ortaya bu ahmaklık ve cehâlet durumu çıkmaktadır.

  1. Suçu Kabûllenmemek

Allah (cc) buyurdu: “Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.” Dedi ki: “İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre istiyorum.” “Haydi sen süre verilmişlerdensin.”

Dedi ki: “Öyleyse, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın.”

 

Allah (cc) buyurdu: “Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım.” (A’raf, 7/13-18)

Burada haber verildiği üzere şeytan, hiçbir zaman kendini kusurlu bulmamaktadır. Allâh'a: “Beni sen azıttın. Beni sen yoldan çıkarttın. Ben de beni azıttığın için senin kullarını yoldan çıkaracağım” diyerek şâyet ortada bir yanlışlık varsa bunun suçlusunun aslâ kendisi olmadığını iddia etmektedir.

İnsanın Bozulması: Şeytan Karakterli İnsan

Ulemâ, şeytānın etkisinde kalan, onun ayartmalarına ve aldatmalarına kanan insan karakterine nefs-i emmâre adını vermişlerdir. Allah Teālâ’nın bunlara hayvan-ı nâtık, yâni konuşan hayvan adını bile vermeye râzı olmadığına, “ بل هم أضل= Hayvandan aşağı” (Furkan, 25/44) ifâdesiyle, Allah katında bunların hayvanlardan daha aşağıda olduklarına işâret ederler. Çünkü nefs-i emmâre sâhibi çok kötü bir insandır. Ondan iyilik ve güzellik beklemek muhâldir. Yılandan ve zehirden şifâ beklemeye benzer. Nefs-i emmârenin elinden kurtulmak için îman şarttır. Îmansız ve inançsız insanların kulağına elbette nasihat girmez. Bu gibi insanlar, şehvet, öfke, kibir, haset, cimrilik/buhl, hırs ve gösteriş/riyâ olmak üzere yedi kötü ahlâka sâhiptirler.

Allah rızâsını gözetmezler. Kendilerinden başka kimseyi sevmezler. Vicdanları gelişmediği için çevresindeki bütün insanları bir çıkar unsuru olarak görürler. Evliyse eşini değil, ondaki çıkarını severler. Çocukları varsa onlar vâsıtasıyla belli çıkarlarını elde etmeye çalışırlar. Kibirlidirler. Aslâ hatâlarını kabûl etmezler, özür dilemezler, teşekkür etmezler. Buna mukābil başkalarının hatâlarına karşı çok duyarlıdırlar. Pireyi deve yaparlar. Kendisi için ise deveyi pire olacak kadar bile görmezler.

Son derece alıngan, son derece kırılgan ve çıkarcıdırlar. Sâdece ihtiyaç olduğu zaman duygusaldırlar. İhtiyâcı bittiği zaman sırtını dönüp giderler.

Mütevâzılıkları, yardımseverlikleri, fedâkârlıkları hep takdir, övgü, beğeni almak, ilgi toplamak amaçlıdır. Bütün ilişkileri menfaat üzeredir. Menfaatleri olmayan yerlere de gitmezler. Cimridirler. Para çıkarırken âdetâ canları çıkar. Mümkünse nakit taşımazlar. Eleştiri sevmezler. Kendilerini değerli ve saygın göstermeye çalışırken karşısındakini köle olarak görürler.

Bu Kötü Huyların Islâhı Mümkün Mü?

Nefs-i emmâre sâhiplerinin düştükleri çukurdan kurtulabilmeleri ve başkalarının da bu bataklık çukuruna düşmemeleri için çalışmak, her insan, özellikle “Ben Mü’minim ve Müslümanım” diyen her bahtiyara en büyük bir vazîfedir. Allah celle ve a'lâ tevâzu sâhiplerini yükseltir. Kibir sâhiplerini ise alçaltır ve düşürür. Onun için kibir ve gururdan son derece sakınmak gerekir.

Kalp ehlinin ifâdesine göre eğer kibirli insan gayret ederse kibrin ıslâhı mümkündür. Her huy gibi bu da insana doğuşta verilir ayrıca sonradan da kazanılır. Çocuk büyüdükçe bu huy da büyür. Okudukça ve muvaffak oldukça kibri de artar. Sonra eline imkân geçer bir memur veyahut servet sâhibi olursa artık onun yanına bile varmak mümkün olamaz. Mâdûnu, yâni kendinden aşağı seviyede gördüğü kimseleri haşlamak, dünyâlarını zindân etmek onun için âdetâ bir zevktir. En nihâyet, maazallah bunlar firavunlara eş olarak kendilerinden başkalarını kat’iyyen beğenmezler ve imkân bulurlarsa Firavun’un yaptığını da yapmaya kalkarlar. Bunların ellerine düşen kavim, millet, cemaat perîşan olurlar. Ellerinden gelen ancak ölmeleri için duâ etmektir, bu sûretle ellerinden kurtulabilirler.

Şehvetin önünü almak riyâzetle, hayvanlar gibi yemeyip, aza kanaat etmek sûretiyle mümkündür. Gazabın başı hilm ile kesilir. Kibrin başı tevâzu ile, hasedin başı da itikâd-ı tam ile yok edilir. Mülk Allâh'ındır; bütün mülk O’nundur, dilediğine istediği gibi verir; işinden, yaptıklarından sorulmaz. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, kimseyi işine karıştırmaz. Cimrilik ile hırsın başları da kanaatle kesilip, işin sonunda kazandıklarını başkalarının yiyeceği ve kendisinin de toprağın altında bunun cezâsını çekeceğini unutmamasıyla mümkündür.

İşte bu sayılan ve daha sayılacak olan kötü ve çirkin huylar da meyve ağaçları ve hayvanların aşılanmaları gibi kişilere, riyâzetlerle aşılanır ve zikrullah ile beslenerek kâmil ve olgun bir Müslüman olmak mümkün olur. Yalnız aşıcının usta olması şarttır; yoksa sonra ağacı kurutur. İnsanların da kemâle ulaşması, kâmil ve olgun bir üstâda bağlıdır. Ağaç ve hayvanlar kendi kendine aşılanmadığı gibi, insanoğlunun da öyle kendi kendine olgunlaşması hayâlden ibâret olur.

Not: Bu yazının hazırlanmasında Hak Dini Kur'ân Dili tefsîri yanı sıra M. Zahid Kotku Hazretleri’nin Nefsin Terbiyesi isimli kitabından istifâde edilmiştir.

Kasım 2023, sayfa no: 9-10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak