Ara

Şeyhi’l-Muhakkıkīn, el-Âlimü’l-Fâzıl Şeyh Ahmed Gülşehrî

Şeyhi’l-Muhakkıkīn, el-Âlimü’l-Fâzıl  Şeyh Ahmed Gülşehrî

“Gülşehrî, Anadolu’daki Türk edebiyâtının kuruluş evresinin 

sanatkârlık ītibârıyla Yûnus Emre’den sonra en önemli ismidir.” 

Kemal Yavuz

13. asrın ikinci yarısı ile 14. asrın ilk yılları Türkçe şiir bakımından önemli zamanlardır. Bu dönemde üç büyük şâirle karşılaşırız. Bunların başında ise Yûnus Emre gelir. Hem tasavvufî düşünce hem de Türkçe söyleme hassâsiyeti açısından önemli olan diğer isim ise Âşık Paşa’dır. Bu zincirin üçüncü büyük halkası ise Gülşehrî’dir. Bu yüzden de adı Yûnus Emre çevresi içinde anılması gereken bir şahsiyettir.

Gülşehrî Kimdir, Nerelidir?

O yüzyıllardaki pek çok isim gibi Gülşehrî hakkında bildiklerimiz de oldukça sınırlıdır. Eserlerinden özellikle Mantıku’t-Tayr’daki bāzı ifâdelerden çıkarabileceğimiz bilgilere göre o, Hārizm’den gelip Kırşehir’e iskân edilmiş Oğuz boylarından birine mensuptur. Asıl adının Ahmed veya Süleyman olabileceği ihtimâlinden söz edilmekle birlikte o zamanlar adı Gülşehrî olarak şöhret bulmuştur. Ona neden bu isim verilmiştir? Bu konuda iki görüş vardır. Bunlardan ilkine göre Kırşehir’in adı önceleri Gülşehir’dir. Diğer bir görüşe göre Gülşehir, Nevşehir’in önceden Arapsun şimdi ise Gülşehir adını taşıyan ilçesidir. Hattâ bu konuda şöyle bir hikâye de anlatılmaktadır: “Ahmed-i Gülşehrî hocası Ahî Evran Velî’yi memleketi Arapsun’a dâvet eder. Hocası bu dâveti kabûl eder. Birlikte yola koyulurlar. Arapsun'un yakınında bulunan Hırka Dağı’na geldiklerinde mola ihtiyâcı duyarlar, dağın Arapsun’u gören cephesinde bir yere otururlar. O esnâda hava hafif hafif esmeye başlayınca berâberinde etrâfa güzel gül kokuları yayar. Ahî Evran Velî Arapsun’a doğru dönüp: “Ne güzel gül kokusu geliyor, bu şehrin adı Şehr-i Gül ola” der. O târihten sonra Arapsun’a Gülşehir denilmiş.”

Durum böyledir ya da değildir. İşte bu durumdan dolayı Gülşehrî’nin Kırşehirli mi yoksa Nevşehir (Gülşehirli) mi olduğu tartışma konusu olmuştur. Ağırlıklı görüş, türbesi Gülşehir’de bulunduğu için oralı olduğu şeklindedir. Fakat Kırşehir’de Ahmed-i Gülşehrî Parkı içinde Gülşehrî adına 1972 yılında yaptırılan sembolik bir mezar da bulunmaktadır.

Gülşehrî’nin meşhur eseri Mantık’ut-Tayr’ın baş tarafındaki “şeyhi’l-muhakkıkīn mürşidi’t-tālibîn el-âlimü’l-fâzıl eş-Şeyh Ahmed el-Gülşehrî” ifâdesi hem asıl adı hakkında bilgi vermekte hem de onun bir şeyh olduğunu göstermektedir. Onu kimi bu eserde yer alan “Şeyh Mevlânâ Celâleddindurur/Kim cihanda bir aliy’yüt-tayidurur/Görmedik bir er cihandan gitmedi/Ol Celâleddin cihandan gitmedi” sözlerinden dolayı Mevlevî ve Kırşehir’de yaşaması ve kaleme aldığı Ahî Evran menâkıbnâmesinden ve bu kitaptaki “Ahî Evren kim Hak'ka irmiş idi/Tanrı'nun dîdârini görmiş idi/Doksan üç yıl dünyede oldı temam/Ne helâl öginde geçdi ne haram/Gönlünü avret odına yakmadı/Kimsenün ağzın yüzine bakmadı/Terbiyelerim teninde cân idi/Ahîlere beylere ol sultân idi/Mustafâ'nın ol alemdârı idi/Murtazâ'nın sevgili yârı idi” ifâdelerinden dolayı da Ahî kabûl eden görüşler de mevcuttur.

Eserleri

Gülşehrî’nin eserleri, hem eski Anadolu Türkçesi, hem de tasavvuf açısından büyük önem taşımaktadır. Ortaya koyduğu eserler onun İslâmî ilimlere vâkıf olduğunu, bunun yanı sıra matematik, mantık ve felsefe de bildiğini göstermektedir. Edebiyatla da yakın ilgisi dolayısıyla kendinden önce yaşamış ve kendi zamânındaki şâirlerin şiirlerinden haberdar bir isimdir. Şâir olarak etkilendiği isimler en çok Mevlânâ, Attâr, Senâî, Sa‘dî ve Nizâmî’dir. 

Gülşehri, bir mutasavvıf-şâir olarak geride eserler bırakmıştır. Bunlardan ilki ve en meşhûru Mantıku’t-tayr’dır. Ferîdüddîn Attâr’ın aynı addaki eserini esas alarak meydana getirdiği bu mesnevî alegorik bir eserdir. Gülşennâme adıyla da anılan eserin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında değişmektedir. Aruz vezniyle yazılan bu eserde vahdet-i vücut inancı, çeşitli türden kuşların hüdhüd kuşunun başkanlığında pâdişahları Simurg kuşunu aramaları hikâye edilir. Kuşların başından pek çok mâcerâ geçer ve sonuçta pek azı Simurg’a ulaşır. Ona ulaşan kuşlar, onda kendilerini, kendilerinde de onu görürler. Sembolik olarak kuşlar, insanları, Hüdhüd kuşu aklı, Simurg da Allâh’ı temsîl eder. Bu ana hikâyenin yanı sıra arada kuşların ağzından çeşitli manzum hikâyeler de anlatılmaktadır.

Gülşehrî’nin, İlhanlı Hükümdârı Gazan Han adına Farsça olarak yazdığı Feleknâme adlı bir eseri daha vardır. Bu eserde ise insanoğluna nereden geldiği ve nereye döneceği anlatılmaktadır. Eser, tasavvufî mâhiyeti yanında ahlâkīyönüyle de dikkati çeker. Bir de Kerâmât-ı Ahî Evran adında 167 beyitlik Türkçe bir mesnevîsi bulunmaktadır. Yine Risâle-i Arûz ve henüz nüshasına rastlanmayan Kudûrî Tercümesi adlı eserlerinin olduğu söylenilmektedir. Bir fikir vermesi açısından şu şiirini buraya alalım:

Bahâr oldı vü bûstânlarda bülbül

Kılur gül aşkına feryâd u gulgul

Bu ömr ile çemende hîç inanma

Ki bir haftadan artuk dirile gül

Gülün ömri azına gözüm ağla

Yazun tîz geçdigine ağız aç gül

Kime bir âfiyet geldi cihânda

Kim ana irmedi yüz bin tezelzül

Bu dünye izzetine garre olan

Delim tarta temennâ vü tezelzül

Cihânun ârzûsı cânun almak

Senün fikründe esbâb-ı tecemmül

Çegâne ölüm anup eyde ten ten

Karâbe ömre gülüb kıla kâl kul

Ola Gülşehrî gâfil kendüden kim

Anun zikrinde kılmagıl tegâfül

Bize kim gerekise cevr kılsın

Bizüm teslîm geldi vü tecemmül

Türkçe Hassâsiyeti

Türkçe ve Kırşehir isimleri her ne kadar önce Âşık Paşa’yı düşündürse de Gülşehrî de aynı bağlamda anılması gereken bir isimdir. Nitekim Mantık’ut-Tayr biraz önce de söylenildiği gibi İranlı büyük şâir Ferîdüddîn Attār’ın bir eseri olmakla birlikte, Gülşehrî aynı hikâyeyi Türkçe yazarak Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceğini ortaya koymak istemiştir. Bu bakımdan bu mesnevîyi tercüme bir eser değil telif bir eser olarak görmek gerekir. Onun eserinden bahsederken söylediği “Anı Türkî sûretinde biz dakı/Söyledük bülbül gibi Tanrı hakı/Türk dilinçe dahı tâzîden latîf/Mantıku’t-tayr’ı eyledük ana harîf/Ben bu Türkî defterin çün dürmeyem/Pârisîçesi-y-ile degşürmeyem” ifâdeleri de Türkçe konusundaki bu bilinçli tutumunu ortaya koymaktadır.

Bir diğer önemli eseri ise Arûz-ı Gülşehrî adını taşır. Eser, çeşitli aruz kalıplarının terkip ve teşkîlinden örneklerle bahseden teknik bir kitaptır. Ayrıca Ahî Evran-ı Velî’nin kerâmetlerinden bahsedilen “Kerâmât-ı Ahî Evran” adında 167 beyitlik kısa bir mesnevîsi de bulunmaktadır. Gülşehrî’nin ayrıca çeşitli edebî kaynaklarda yer alan kasîde, gazel ve beyit şeklinde bāzı şiirlerine de rastlanmaktadır.

Yûnus Emre ve Gülşehrî

Gülşehri’nin doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemel târih ise 1240-1250 arasındadır. Vefâtının ise 1317’den sonra olduğu sanılmaktadır. Bu bilgileri doğru kabûl edersek Yûnus Emre’yle hemen hemen aynı yıllarda yaşadığı, dolayısıyla çağdaş oldukları söylenebilir. Fakat aralarında bir görüşme/konuşma olmuş mudur, bunu bilmiyoruz.

Bu iki isim arasında şüphesiz en önemli ortak payda hem mutasavvıf hem de şâir oluşları ve Türkçe hassâsiyetleridir. Gülşehrî de Yûnus Emre gibi şuarâ tezkirelerinde ve diğer Osmanlı kaynaklarda adından söz edilmeyen bir şâirdir. Modern dönemde Yûnus Emre gibi onu da ilim ve edebiyat dünyâsına Köprülüzâde Mehmed Fuad taşımıştır ve: “Sultân Veled’in Yûnus Emre ile muasır ilk muakkıbı ‘Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ını -muhtelif menba’lardan ve bunlar arasında bilhâssa Mesnevî’den aldığı hikâyeler ve ayrıca zamânına âit birçok hasb-i hâller ve şikâyetlerle- tevsî eden Şeyh Gülşehrî’dir ki oldukça şahsî bir mâhiyet verdiği bu büyük eserinde cidden iyi bir nâzım ve çok kıymetli bir san’atkâr olduğunu göstermiştir.” ifâdesiyle onun sanat gücüne dikkat çekmiştir.

Bir başka özellik olarak da şu söylenmelidir: Bilindiği gibi Anadolu’daki Türk edebiyâtının inşâ yıllarında Türkçe olarak üç büyük mesnevî yazılmıştır. Bunlardan birincisi Yûnus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’sidir. 1307 yılında yazılan bu eseri 1317 yılında Gülşehrî’nin yazdığı Mantıku’t-tayr adlı mesnevî izlemiştir. Üçüncü eser ise 1330 yılında Âşık Paşa’nın yazdığı Garib-nâme olmuştur. 

Sonuç olarak; Şeyh Ahmed Gülşenî hem bir mutasavvıf hem de Türkçe hassâsiyeti olan bir şâir olarak, Yûnus Emre ve Âşık Paşa ile birlikte Türkçe tasavvufî şiirinin 13. Asır en önemli isimlerinden biri olarak anılmalıdır.

Kaynakça

Kemal Yavuz, Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı (Gülşen-nâme) -Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma-, Ankara 2007

M. Fatih Köksal, Gülşehri Hakkında Notlar, Tullis Journal /Turkic Language And Literature Surveys Cilt:1-Sayı:1-Haziran 2016 / Volume:1-Number:1-June 2016

Mehmed Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1966

Mustafa Özkan, Gülşehrî. İslâm Ansiklopedisi, C. 14. İstanbul 1966

Tuncay Bülbül, 14. Yüzyıl Şâiri Gülşehrî’nin Adı, Memleketi ve Türbesi ile İlgili Düşünceler, II. Uluslararası Nevşehir Târih ve Kültür Sempozyumu, 2-3-4 Mayıs 2016

Kasım 2021, sayfa no: 46-47-48-49

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak