4 Şubat 1871 târihinde Medîne’de ebedî âleme göç eden, Kafkas halklarının ve İslâm dünyâsının büyük kahramânı Şeyh Şâmil, aradan geçen bunca zamâna rağmen ilk günkü heyecanla anılmaya devâm ediyor. Sultan Abdülaziz’in ricâları sonucu Hac fârizasını yerine getirmesi için -eline silah almaması şartıyla- izin verilen İmam Şâmil bu sırada 72 yaşındaydı ve on yıldır esâret altındaydı. O dönemin en güçlü devletlerinden biri olan Rus İmparatorluğu ordularıyla 30 yıl boyunca savaşan ve mızrak, mermi, şarapnel yaralarıyla vücûdu kaplanmış olan bu büyük mücâhit dünyânın hemen her yerinde saygı görüyor. 400 bin kişilik Rus ordusunun büyük zorluklarla, türlü yalanlarla, hîlelerle, rehin almalarla, aylarca süren iknâ çabalarıyla canlı olarak ele geçirebildiği İmam Şâmil, hayâtıyla mücâdelesiyle İslâm dünyâsına ilham ve moral kaynağı olmuştur. Kafkasyalıların giriştikleri bağımsızlık mücâdelesi hem Türk-İslâm dünyâsında hem de Avrupa’da heyecanla karşılanıyordu. Batıda ve güneyde hızla yayılmakta olan Rusya’ya karşı Kafkas halklarının direnişi takdirle anılıyordu. Örneğin Karl Marks 1843’te şöyle yazmıştır: “Hürriyetin nasıl elde edilmesi lâzım geldiğini Kafkasya Dağlılarından ibretle öğreniniz. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görünüz.” Fransız yazar Aleksandr Dumas da İmam Şâmil’in mücâdelesi hakkında şöyle demiştir: “Bütün Ruslar ve onların hâkimiyetindekiler, Dev Şâmil’e karşı savaştılar.” Ünlü Rus yazarı Tolstoy da “Hacı Murat” isimli eserinde Kafkas halklarının bu kahramanlıklarını büyük bir gıptayla kaleme almıştır.
Gazavât’ın Başlangıç Yılları
Çarlık Rusya’sının XVIII. yüzyıldan itibâren yürütmeye başladığı sıcak denizlere inme politikası ve yeni sömürge alanlarını genişletme planı sebebiyle ilk hedeflerinden biri Kafkasya olmuştur. 1500’lü yıllarda yapılan ilk saldırılarda büyük yenilgiler yaşayan Ruslar istikāmetini Kazan Türklerine çevirmiş ve buraları işgāl etmiştir. Orta Asya’da istediği hedeflere ulaşan Ruslar 18. yüzyılın sonlarına doğru tekrar Kafkasya’ya yönelmiştir. Ruslar Kafkasya’daki hedeflerine ulaşmak için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Rüşvet, iftirâ ve çeşitli hîleler yoluyla bölgede birlik olunmasını engellemeye çalışmışlar, fitne, karışıklık, kan dâvâları, mezhep çekişmesi, menfaat çatışmaları, ahlâkî yozlaşmalar meydana getirerek toplumda “böl, parçala, yut” politikası izlemişlerdir. Uzun müddet sürdürülen bu psikolojik harp yıllarında halk nezdinde saygın olan âlimler, hanlar, zenginler ve toprak sâhiplerini çeşitli maddî menfaatler va'dederek kendi taraflarına çekmiş ve onlar vâsıtasıyla planlarını yürütmüşler, bunda başarılı da olmuşlardır. Halka boyun eğdirebilmek için katliamlar, yerleşim yerlerinin tahrîbi, ambargo gibi her türlü yola başvurmuşlardır. Rusya’nın bu icraatları nedeniyle halk arasında ilk isyan kıvılcımları çakmaya başlamıştır. Türlü ayrılıklar sebebiyle bir süre münferit biçimde süren bu direniş hareketleri zamanla Hâlidî-Nakşibendî sûfîler önderliğinde örgütlenerek genel bir direnişe dönüşmüş ve teşkîlatlı dînî ve millî bir mâhiyet kazanmıştır. Kafkasyalılar'ın “Gazavât” dedikleri bu hareket, daha sonraları batılılar tarafından “Müridizm” olarak adlandırılmıştır.
Çeçenistanlı Nakşibendî lideri Şeyh Mansûr Kafkasya’da Ruslara karşı ilk direnişi başlatan kişidir. Vaazlarıyla kısa sürede destekçileri çoğalan Mansûr, çevresindekilerle berâber Ruslara karşı cihâda başlamıştır. Esir alınıp işkence altında şehit edilmeden önce 1783-1791 târihleri arasında 8 yıl sürdürdüğü mücâdele ile Kafkas halklarının uyanmasına vesîle olmuştur. İmam Mansur’un şehîd edilmesinden bir süre sonra Hâlidî-Nakşibendî sûfîlerden olan İmam Gāzi Muhammed, İmam Hamzat ve İmam Şâmil “Gazavât”ın liderleri olmuştur. İlk iki ismin şehit edilmesinden sonra İmam Şâmil’in 25 yıl sürdüreceği dönem başlamıştır. Bu İmamların önderliğinde, Hâlidî-Nakşibendiyye tarîkatı Kafkasya’da yepyeni bir form kazanmış ve Ruslara karşı direniş faaliyetlerine önderlik etmiştir. Gazavât imamları pek çok milletin desteğini alarak Kafkasya’da otorite kurmuşlardır. İmamlar, bir yandan Ruslara ve onların işbirlikçilerine karşı savaşırken, diğer yandan şerîat kurallarına göre yönetilen, eski âdet ve geleneklerden, sınıfsal farklardan, kan dâvâlarından arındırılmış bir toplum düzeni inşâ etmişlerdir. Şer’î kuralların uygulanması devlet denen siyâsal mekanizmayı gerekli kılmış ve süreç içerisinde Gazavât/Müridizm hareketi kurumsallaşarak devletleşmiştir. Böylece Kuzey Kafkasya Müslümanları târihte ilk kez tek bayrak altında toplanarak bir İslâm birliğini sağlamışlardır.
Şeyh Şâmil’in Hayâtı
26 Haziran 1797’de Gimri’de dünyâya gelen Şeyh Şâmil’in asıl adı Ali’dir. Babası Dengav Muhammed, annesi Bahu Mesedu’dur. Aslen Avar Türkü olan Şâmil’in âilesi hakkında Kumuk, Çeçen, Lezgi olduğu yönünde iddialar da bulunmaktadır. Bu durum bölgede yaşayan halkların Şâmil’i sâhiplenmek istemesinden ileri gelmektedir. Altı yaşına kadar “Ali” ismini taşıyan bu küçük çocuğun zayıf ve çelimsiz olması sebebiyle yörenin âdetlerine uyularak ismi “Şâmil” olarak değiştirilmiştir. Bu yaştan itibâren hızla toparlanan ve güçlenen Şâmil, binicilik, kılıç ustalığı ve savaş sanatlarının yanı sıra ilim alanında da kendisini geliştirmiştir. Yirmi yaşına geldiğinde Şâmil’in dengi olabilecek kimse kalmamıştı. Şâmil’in sekreteri Ali Hacı onun hakkında şunları yazmıştır: “Şâmil bilgili, cesur ve azimli bir adam olmasının yanında iyi bir binici, nişancı, yüzücü, güreşçi ve koşucu idi; kısacası kimse onunla baş edemezdi. Hamzat Beyle berâber iken Dağıstan topraklarını ve halkını çok yakından tanıdı. Aklına yatan herhangi bir şeyi yapmaya muktedirdi.” Kendisinden dört yaş büyük olan kapı komşusu Gāzi Muhammed en iyi arkadaşı ve aynı zamanda ilk hocasıdır. Daha altı yaşındayken Şâmil ondan Kur’ân-ı Kerîm okumayı öğrenmiştir. Daha sonra onunla birlikte Harakanlı Şeyh Said’den ders almış, bunu ulemâ arasında Yukarı Yaragllı Şeyh Molla Muhammed diye anılan Lezgi asıllı Nakşibendî âlimden aldığı tahsil izlemiştir. Diğer mürşidi de Lak asıllı Şeyh Cemâleddîn Gāzi Kumuki olmuştur. Gāzi Kumuki aynı zamanda Şeyh Şâmil’in kayınpederidir. Şâmil; tefsir, fıkıh, hadis, edebiyat, târih, mantık, felsefe ve fen bilgilerini öğrenerek âlim bir şahıs olmuş, aynı zamanda Şeyh Cemâleddin’den Nakşibendiyye usûlünü öğrenerek sûfîlik yolunda ilerlemiştir. Yakın arkadaşı Gāzi Muhammed’in cihad bayrağını açması üzerine onunla birlikte savaşa katılmıştır. Doğdukları kasaba olan Gimri’nin Ruslar tarafından saldırıya uğraması üzerine savunma hattında savaşan Şâmil ağır yaralar alarak kurtulsa da Gazavât’ın ilk lideri ve yakın arkadaşı Gāzi Muhammed burada şehit olmuştur. Şâmil’in bedeninde göğsünden girip sırtından çıkan ve ciğerini parçalamış olan bir süngü yarasından başka, bir düzineye yakın süngü, kılıç ve kurşun yarası bulunmaktaydı. Ayrıca kaburgaları ve sağ köprücük kemiği de kırılmıştı. Uzun süren tedâvi sonucunda tüm yaraları ve kırıkları iyileşmiş, başlarda yirmi beş gün boyunca baygın şekilde yatmıştır. Yirmi beş günün sonunda kendine geldiğinde başucunda annesini bulan Şâmil’in ilk sözleri “Anam, namaz vakti geçti mi?” olmuştur. Annesi oğlunun kaygılanmaması için “Zararı yok kaza edersin.” demiştir. Bu olaydan onun ne kadar ibâdetine düşkün bir insan olduğunu anlıyoruz. Gāzi Muhammed’den sonra liderliğe İmam Hamzat geçmiştir. Şâmil, aylar süren iyileşme sürecinden sonra İmam Hamzat’a katılmış, onunla berâber mücâdeleye devâm etmiştir. İmam Hamzat bir suikast sonucu şehit edildiğinde Şâmil, Hunzah dışında bir akında bulunmaktaydı. Olayları öğrenir öğrenmez yola çıkmış ve birkaç gün içinde Hotsat’a vararak oradaki imamlık hazînesini kurtarmış, ayrıca rehine olarak tutulmakta olan bazı kişileri kurtararak Gimri’ye göndermiştir. İmam Hamzat hayattayken kendisinden sonra imamlığın Şâmil’e geçeceğini açıklamıştı. Bundan dolayı Şâmil’in imamlığa geçişi problemli olmamıştır. Nâibler, müridler ve imâma bağlı Dağıstan halkının tümü Şâmil’in imam olması konusunda birleşmiştir. Böylece 2 Ekim 1834 târihinde Şâmil’in imamlık dönemi başlamıştır.
İmam Şâmil ilk etapta şu dört hedefe varmayı planlamaktaydı: Kafkasya birliğini sağlamak. Açık arâzide savaşabilecek kalabalık ve deneyimli bir ordu kuruncaya kadar Rus ordularına vur-kaç akınları düzenlemek ve böylece onları oyalamak. Dağıstan’da şerîata tam anlamıyla uygun yeni yasalar koyup uygulamak. Allâh’ın elçisinin vârisi olduğunun herkesçe benimsenmesi ve böylece ortaya çıkabilecek anlaşmazlık ve tartışmaları önceden engellemek.
Büyük Cihad Dönemi
İmam Şâmil imamlığa geçtikten sonra ilk icraat olarak yakın çevresinden başlayarak bütün Dağıstan kabîlelerinin çekişmelerine, başıboşluklarına, tek başlarına Ruslara karşı mücâdele etmelerine, kabîle ve soylarıyla övünmelerine, kan dâvâlarına son verdi. Âdet-geleneklere dayalı yasaları ortadan kaldırarak, idâreci ve idâre edilenlerin yasalar karşısında eşit olacağı İslâm hukûkunu uygulamaya koydu. Bu, devlet olmanın en temel özelliğini teşkîl etmekteydi. Bu sâyede 72 millete ayrılmış Kafkas halklarını “İslâm” ve “Cihâd” etrafında toparlayarak aynı hedefe yönelmelerini sağladı. İmam Şâmil örgütlenmiş bir merkezî yönetim anlayışını gerçekleştirmek için bazı kurumsallaşma adımları attı. Kendisine bağlı olan yerlerde ve ele geçirdiği yerlerde “nâiblik”ler kurdu. Vilâyetler 5 nâipliğin bir araya gelmesiyle oluşuyor, başında da bir kumandan bulunuyordu. Ayrıca her avulda(köy-kasaba) bir kadı vardı ve bunlar nâipliklere bağlıydı. Kadılar dirlik düzeni korumak, şerîatı uygulamak, olaylara ilişkin raporlar düzenleyip, nâiplere ve imâma göndermek, imâmın ve nâiplerin buyruklarını îlân etmekten sorumluydular. İmam Şâmil’in çevresinde özel bir muhafız birliği vardı. Bunlar savaşlar sırasında asıl vurucu gücü oluşturmaktaydı. Birlik gerek dindarlık gerekse kahramanlıkta en iyi müridlerden seçilerek kurulmuştu. Genellikle bekârlardan oluşmaktaydı. Evli olanlar da bulunmakla berâber görevli oldukları sürede âileleriyle tüm ilişkilerini kesmeleri gerekiyordu. İmam Şâmil’in büyük önem verdiği bu birlik hem bağlılık hem de yaşayış bakımından herkese örnek teşkîl edecek nitelikteydi. Sayıları 1000 dolaylarında olan bu birliğe bağlı olanlar kalpaklarına iliştirdikleri dört köşe bir bez parçasından tanınıyor, kalpağın üzerine yeşil sarık sarıyorlardı. İmam Şâmil mal-mülk peşinde olan biri değildi. Kişisel hayâtı herhangi bir Kafkasyalı'dan ayrılamayacak şekilde mütevâzı ve sâdeydi. Onu herkesten ayıran tek şey kalpağına sardığı beyaz sarığının bir ucunun beline kadar uzamış şekilde olmasıydı. Süs kullanmaz, âile bireylerinin de kullanmasına izin vermezdi. Yediği yemekler de son derece sâdeydi. Sabah-akşamları ekmekle berâber süt veya çay içerdi. Gündüzleri ise pirinç, bal ya da meyve yerdi. Şâmil’in mütevâzı hayâtı etrâfındaki geniş halk kitlesinin ona bağlılığının artmasında önemli bir yer tutmuştur.
İmam Şâmil, Rusların önce Aşilta’ya, sonra Genup’a yaptıkları saldırıları savuşturdu. Çirkata, İnho, Horota, Karaki ve Unsokul halklarının şerîata dönmelerini sağladı. Hunzah ile mücâdele ederek İmam Hamzat’ı öldürenleri cezâlandırdı. Hunzah ve Ensallıları yanlarına alan Ruslar 1839’da General Grabe’nin komutanlığında Ahulgoh’u muhâsara altına aldılar. Kuşatmayı gerçekleştiren Rus kuvvetleri 25 bin kişi iken Şâmil’in yanında kadın, çocuk ve yaşlılarla berâber toplam 3800 kişi bulunuyordu. Aylar süren direnişin ardından Ruslar ağır bombardımanla ve kaleye giden suyu keserek içeri girebildiler. 1839’da Kafkas Orduları Kurmay Başkanlığına atanan General Milioutine bu muhasarayı günlüğünde şöyle anlatmıştır: “Her taş ev, her mağara silah zoruyla alınmak zorundaydı. Dağlılar artık tamamen yenilmiş olmalarına rağmen teslîm olmayı reddediyorlardı. Kadın ve çocukları da dâhil oldukları halde, kendilerini ellerindeki kinjalleriyle(Kafkas bıçağı) savunuyorlar; bazen de taşları kullanıyorlar ve bir kısmı süngülerimizin ucuna atılırken diğer kısmı da kendilerini uçurumlardan aşağıya bırakıyorlardı. Bu korkunç ve amansız mücâdelenin her sahnesini tahayyül etmek, gerçekten çok güçtü. Analar çocuklarının Rusların eline geçmemeleri için onları kendi elleriyle öldürüyorlar ve tüm âileler evlerdeki yıkıntılar altında can veriyorlardı. Yaralarından dolayı halsiz düşmüş bazı müridler de canlarını pahalıya satıyorlardı. Teslîm olmak ister gibi silahlarını vermeye niyetleniyorlar ve yanlarına yaklaşanları âniden atılarak öldürüyorlardı. Taraseviç de bu şekilde öldürüldü. Koysu üzerinde asılı gibi duran kayalardan ve oyuklardan Dağlıları çıkarabilmek için olağanüstü çabalar sarf edildi. Askerlerin iplerle buralara sarkıtılmaları gerekiyordu. Fakat bu iş hiç de kolay değildi. Çünkü ortalık ölülerin çıkardığı kokular nedeniyle dayanılmaz bir haldeydi. İki Ahulgoh’u birleştiren boğazda adamların her saat başı değiştirilmeleri gerekiyordu. Burada 1000 civarında ceset sayılmıştır. Çoğu da ırmak tarafında sürüklenerek götürüldü. Çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 900 kadar esir alındı. Bunlar bile aldıkları yaralara ve yorgunluktan bîtap bir hâle düşmelerine rağmen en umulmadık umutsuz girişimlerde bulunmaktan kaçınmadılar. Bazıları tüm güçlerini toplayarak askerlerimizin üstlerine atılarak süngülerini kapıyorlar ve onlarla bize saldırarak zillet içinde yaşamaktansa hür olarak ölmeyi yeğliyorlardı. Bu tür patlamalar bazı müridlerin gösterdiği metin, sabırlı kahramanlıklarla bir tezat teşkîl etmekteydi. Ağlayıp haykıran çocuklarla hasta ve yaralıların fiziksel acıları bu korkunç sahneyi tamamlıyordu” Şâmil son anda düşmandan kaçıp kurtulmayı başarmıştır fakat eşi Cevheret iki yaşındaki oğlu Mehmet Sait ve kız kardeşi Mesado şehid olmuştur. Ancak sırtına bağladığı oğlu Gāzi Muhammed’i kurtarabilmiştir. Ruslar ise bu muhasara sırasında 3000 kayıp vermiştir. Ahulgoh savunması Kuzey Kafkasya târihindeki en kanlı ve en hazin sonlu olaylardan biridir. Kaleyi terk etmeyi başarabilen az sayıda kişi dışında kadınlardan küçük çocuklara kadar hiç kimsenin teslîm olmadığı tamâmının şehit düştüğü destansı bir savunma hikâyesidir. Kafkasyalılar'ın vatan sevgisinin, Rusların zālimliğinin en büyük kanıtlarındandır.
Bundan sonra mücâdeleyi daha da hızlandıran Şâmil köyden köye at sürerek şerîatı anlatıp yaymaya başladı. 1840 yılının mart ayında bütün Çeçenistan Ruslara karşı ayaklanmıştı. Böylece Ruslarla çatışmalar yeniden başladı. Dargo dâhil bir dizi savaşta Ruslar ağır yenilgiye uğratıldı. 1841 yılının 2 Temmuz'una kadar General Golovin şu sonuca varmıştı: “Şimdiye kadar Kafkasya’da Şâmil kadar tehlikeli ve kuvvetli bir düşmanla karşılaşmamış bulunuyoruz. Gelişen olayların etkisiyle Şâmil’in hareketi, Muhammed’in (s.a.v) dünyânın dörtte üçünü sarstığı zamanki gibi dînî ve askerî bir yapı kazanmıştır. Şâmil çevresini kendisine körü körüne bağlı kişiler tarafından donatmış bulunmaktadır. Emirlerine karşı en ufak bir itaatsizlikte bulunanı kesin bir ölüm beklemektedir.” Çar I. Nikola bütün bu hezîmetlerden sonra Şeyh Şâmil’in karşısına Napolyon ile savaşmış tecrübeli General Vorontsov’u çıkardı. Çar generale büyük yetkilerin yanında Kafkasya Başkomutanlığı, Umumi Kafkasya Çar nâipliği ve Umum vâliliği gibi unvanlar da vererek onu İmam Şâmil üzerine gönderdi. Ayrıca Çar, “Bütün ordularım ve hazînem bu uğurda fedâ olsun yeter ki Şâmil’i ölü veya diri bana getirin”demiştir. Vorontsov’un emrinde 8 general ve 3 prens vardı. 34 tabur piyâde, 5 istihkâm bölüğü, 8000 Kazak süvârisi, 2000 milis kuvveti ve 50 adet dağ topu ile kendi deyimiyle “Dünyâyı havaya uçuracak kadar barut” ile Şâmil’in üzerine yürüdü. Rusların mevcûdu 400 bini buluyordu. Oysa aynı dönemde tüm Dağıstan’ın nüfûsu ancak 150 bin kadardı. Şeyh Şâmil bu büyük düşman ordusuna küçük müfrezelerle baskınlar yaptırarak ağır kayıplar verdirdi. Buna rağmen eksilen düşmanın yerini hemen yeni birlikler alıyordu. Ruslar son teknoloji ağır toplar eşliğinde saldırıyordu. Oysa Şeyh Şâmil’in erzak ve mühimmâtı sınırlıydı. Kullandıkları silahlar da Ruslara göre iptidâî kalıyordu. Buna rağmen savaşlar yıllarca sürdü. Ruslar iç bölgelere girmeyi başaramadı. Bütün ömrünü Kafkasya’nın fethine ve Şâmil’in ölü ya da diri olarak ele geçirilmesine adayan Çar I. Nikola bu emellerine ulaşamadan henüz Kırım Harbi devâm ederken 1855 yılında ölmüştü. Yerine oğlu II. Aleksander geçti. Deli Petro ve II. Katerina’dan beri Rus Çarlarının en büyük ideali hâline gelen Kafkasya meselesini yeni Çar II. Aleksander da ilk icraat olarak ele aldı. Bunun için hükümdar soyundan gelen Prens Baryatinski’yi generallik rütbesine getirdi. Kırım Savaşı’ndan çıkıp serbest kalan dört yüz bin kişilik Rus ordusunu Kafkasya’ya yönlendirdi ve bu ordunun başına General Baryatinski’yi geniş yetkilerle başkumandan tâyin etti. Uzun süren savaşlar, yorgunluk, ambargo ve Rusların rüşvet teklifleri sonucu Şeyh Şâmil’in çevresindeki bazı nâipler teslîm olmaya başladı. Buna rağmen Şeyh Şâmil ve çevresindeki bir avuç mürîdi savaşı sonuna kadar sürdürmeye karar verdi. Nihâî savaş 1859 yılında Veden’de gerçekleşti. Baryatinski, Şâmil’i sağ olarak ele geçirmek istiyordu. Bu yüzden 25 Ağustos günü genel saldırıya geçmeden önce Şâmil’e son bir kez daha teslîm olması için elçi yolladı. Çünkü Baryatinski ve Çar Aleksander çok iyi biliyorlardı ki Şâmil Dağıstan’dan çıkarılmadığı sürece onun ölüsü de dirisi kadar başlarına dert açacaktı. Bu nedenle ne yapıp edip onu sağ ele geçirmeliydiler. Eğer Şâmil yalnız olsaydı bütün teslîm çağrılarını reddeder, çocukluk arkadaşı Gāzi Muhammed’in Gimri’de yaptığı gibi çarpışarak can verirdi. Ancak kendisiyle birlikte eşleri, çocukları ve Gunib köylüleri vardı. Eğer büyük bir hücum olursa hepsinin öldürüleceği muhakkaktı. Oğullarının da teslîm olmak yönündeki çağrıları onu çok üzüyordu. Yanındaki mâsum kadın ve çocukların katledileceğini bilmek onu düşündürüyordu. Sonunda öne sürdüğü şartların Ruslar tarafından kabûl edilmesi üzerine teslîm olmaya râzı oldu. Kâtip Karakî, teslîm olduğu takdirde Rusların kendisini Müslümanların halîfesine göndereceklerini söylediklerini ve bunun üzerine çevresindekilerin yumuşayıp sulhu kabûl etmesi için ısrâr ettiklerini ve Şâmil’in İstanbul’a yollanılmak ve sivillere dokunulmaması şartı ile yirmi kadar arkadaşı ile birlikte teslîm olduğunu kaydeder. Ancak Ruslar sözlerinde durmayarak Şâmil’in gitmesine izin vermemişlerdir.
Esâreti ve Vefâtı
Rus Çarı, Şeyh Şâmil’e karşı bir kahramâna yakışır şekilde davranmış ve onurunu rencîde edecek her türlü hareketi yasaklamıştır. Bunu yaparken Kafkas halklarının tepkisini çekmemek amacını gütmüştür. Ayrıca kente uğrayan tüm Rus yüksek memur, komutan ve yetkililerin üniformalarını giyerek Şeyh Şâmil’i ziyâret etmelerini ve karşısında selâma durmalarını zorunlu kılmıştır. Bundan sonra Şâmil kendini kitaplara ve ibâdete vermiştir. Şâmil esir olduğunda 63 yaşındaydı ve saçında ak bile yoktu. Yaklaşık 40 yıl boyunca aralıksız şekilde savaşmıştı. Ancak burada kaldığı iki-üç sene içinde saçları beyazlamıştı. Ayrıca buranın havası Şâmil ve âilesine yaramamış, büyük kızı Nefiset ile oğlu Gāzi Muhammed’in hanımı Kerimet veremden vefât etmişti. Cenâzeleri askerî törenle Gimri’ye defnedilmiştir. Şâmil ve âilesine Kaluga’nın havası iyi gelmediği için doktor tavsiyesinden sonra Çar, Şâmil ve âilesini Kiev’e nakletmiştir. Böylece bir on yıl geçmiştir. 1869 Nisan ayında kendisini ziyârete gelen Çar’a hacca gitmek istediğini söylemiş, Çar da yeni bir savaş başlatmayacağı konusunda söz verdiği takdirde oğulları Gāzi Muhammed ve Muhammed Şafi’yi rehin bırakarak hacca gitmesine izin vermiştir. Şâmil şartları kabûl ederek kendisi ve âilesine tahsîs edilen vapurla yola çıkmıştır. Şâmil’in geleceği haberini işiten Sultan Abdülaziz ve İstanbullular onu heyecanla karşılamışlar, Rus vapurunun Dolmabahçe’ye yanaşması sonucu Osmanlı donanması tarafından 30 pâre top atışı yapılmıştır. Saltanat kayıklarıyla Kabataş iskelesine çıkartılan Şâmil ve âilesini bizzat Sultan Abdülaziz sarayın önünde karşılamış ve büyük bir hürmetle “Babam mezarından kalksa ancak bu kadar sevinebilirdim” demiştir. Şâmil İstanbul’da yedi buçuk ay kalmış bu süre zarfında İstanbul’u gezmiş, burada çok iyi ağırlanmıştır. Padişahla bol bol sohbet ederek yaptığı mücâdeleleri anlatmış, fakat Osmanlı yönetiminden yeterli yardım göremediğini de belirtmiştir. Sultan’ın arzularını sorması üzerine Şâmil Medîne’ye yerleşmesine izin verilmesini ve rehin tutulan çocuklarının serbest bırakılmasını istemiştir. Talebi kabûl edilince yola çıkan İmam’a tahsis edilen özel vapur Cidde limanında da büyük bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Mekke Emîri Şerif Abdullah, Hicaz Valisi ve Hicaz’da bulunan tüm ulemâ da bu karşılayıcılar arasındadır. O yıl “Hacc-ı Ekber” olduğu için hacca gelen Müslümanların sayısı çok fazlaydı. Tavaf sırasında İmam Şâmil’in orada olduğunu öğrenen hacıların yoğun ilgisinden dolayı hükümet makamları onu Kâbe’nin üzerine çıkararak insanlarla selâmlaşmasını sağlamışlardır. Hac ibâdetinden sonra Şâmil tahtırevanla Medîne’ye götürüldü çünkü rahatsızlığı nedeniyle başka türlü bir yolculuğa dayanacak güçte değildi. Burada Şeyh Ahmet Rufai’ye tahsis edilmiş konağa yerleştirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kabrini gözyaşları içinde ziyâret ederek hasretini giderdi. 4 Şubat 1871 günü durumu iyice fenâlaşınca Ahmet Rufai’ye haber verdiler. Ahmet Rufai’nin kendisine telkin ettiği kelime-i şehâdeti tekrarlayarak akşam ezanına 15 dakika kala rûhunu teslîm edip ebediyete intikāl etti. Ömrü boyunca yolunda savaştığı Yüce Peygamber’in şehri Medîne’de, 74 yaşındayken bu dünyâdan öbür dünyâya intikāl etti. Genup köyünde bulunan kendi evi, tarlası, bağı ve bahçesinin köydeki yetimler için kullanılmasını vasiyet etmiştir. Şeyhü’l-harem Hacı Emin Paşa bizzat cenâzenin yıkanma ve kefenlenme işi ile meşgûl olmuştur. Cenâzesi yıkanırken vücûdunda 19 büyük yara izi sayılmıştır. Bunların arasında göğsünden girip sırtından çıkan süngünün yol açtığı tahrîbat da vardır. Cenaze namazı Mescid-i Nebî’de bütün Medîne halkı ile berâber kılınmış, tabutu Medînelilerin elleri üzerinde Cennetü’l-Bakî mezarlığında Peygamberimizin hanımlarının medfun bulunduğu yer yakınındaki küçük bir tepeye defnedilmiştir.
Rûhu şâd, mekânı cennet olsun.
KAYNAKÇA
İbrahim Erol, "Şeyh Şâmil’in Nakşibendiliği Meselesi”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 18 (2020): 13-37
Nurhan Aydın-Elif Ergün, Kafkasya Gazavâtı ve Şeyh Şâmil, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 6, Sayı: 12, Kars 2019, S. 87-114.
Mustafa Özsaray, “Osmanlı Belgelerinde Kafkasya 2: Kuzey Kafkasya İmamı Şeyh Şâmil”, İstanbul: Kafkas Vakfı Yayınları, 2021
Kamran Abdullayev, “Şeyh Şâmil’in Yazdırdığı ve Kendisine Gönderilen Mektuplar”, İlahiyat Tetkikleri Dergisi / journal of ilahiyat researches 49 (Haziran/June 2018/1): 131-184
Semiha Babazade, “Müridizm ve Kafkasya Mücâdelesindeki Rolü”(Yüksek Lisans Tezi), Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019
Şubat 2024, sayfa no: 60-61-62-63-64
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak