Ara

Seyahati İbâdet Bilinciyle Yapmak

Seyahati İbâdet Bilinciyle Yapmak

Gecesi ve gündüzü ile insan, sürekli bu gezip-dolaşma eyleminin içerisinde yer almış, yeryüzünü, altını üstüne getirircesine dolaşmış… Yeni yerler, yeni ve hızlı ulaşım araçları keşfetmiş… Yerin üstü yetmemiş yerin derinliklerine inmiş, metrelerce derinliklerde dolaşmış… Deniz üstleri yetmemiş deniz altlarına dalmış… Bununla da yetinilmemiş geliştirilen yeni araçlarla bu sefer göklere uzanan bir yolculuk başlamış… İnsanoğlu gezip dolaşmaya o kadar düşkün olmuş ki, gezip göreceği yerlerin çokluğu ve gezip görme hırsı ve gezip göreceği yerlerin normal ömür zamânına sığmayacağı endîşesiyle, karada-denizde ve havada, saatte şu kadar hızla giden araçlar geliştirmiş ve onların sırtında yoluna devâm etmiş.

Yaya yürüyüşü az gelmiş, bir takım binek hayvanları ehlîleştirilmiş onlarla yolculuk devâm etmiş… Ama onların hızı yetmemiş, yeni arayışların içine girilmiş, bu meyanda tekerlek keşfedilmiş… Fakat ulaşım araçlarındaki gelişim durmamış daha da hız kazanmış. Tekerleğin dönüş hızı süratle artmış, arabalar önce kuşların, böceklerin hızına ulaşabilme arzusu ile dönüşünü hızlandırmış… Daha ileri aşamalarda sanki sesin, ışığın, Burak ve Refref'in hızına ulaşabilme arzusu ile karada, denizde ve havada giden çeşitli araçlar yapılmış.. Fezā füzelerinin sürati bile insanın seyahat hızının gerisinde kalmış ve bu konuda daha ileri düzeydeki arayışlar bugün de devâm etmektedir.

İnsanın bu seyahat aşkı yalnızca uyanıklığı ile sınırlı kalmamış, uykuda rüyâ ālemlerindeki yolculuklarla aralıksız sürmüştür. Bugün çocuklar için hazırlanan çizgi filmler bile, uzayın derinliklerine yolculukları işleyen kurgulardan oluşmaktadır. Yāni insan ulaşabildiği yolculukları eylem planında gerçekleştirirken, ulaşamadıklarını da hayal âleminde geliştirdiği kurgularla ifâde etmeye ve sonrakileri bu konuda tahrik etmeye devâm etmiştir. Çünkü bugünün teknolojik gelişmelerinin temelinde, dünün yönlendirici ve tahrik edici kurguları bulunmaktadır.

Sosyal bir varlık olan insan hemcinslerini görmek, onlarla tanışmak, anlaşmak, anlaşamadığında savaşmak, kendi doğrularını başkalarına aktarmak, birbirleriyle çeşitli sahalarda yarışmak tutkuları ile donatılmış bir varlıktır. O, bu tutkularını gidermek için çok ağır meşakkatlere katlanma pahasına olsa bile çok uzun yolculuklara çıkmaktan geri kalmamıştır.

 

İmam Şâfiî, Dîvân’ındaki şu dizeleriyle seyahate çıkmanın önemini veciz bir biçimde anlatmaktadır:

 

"Akıl sāhipleri için bir yerde oturup kalmakta rahat yoktur. O halde odunu ocağını bırak da gurbete çık.

Yolculuk et, ayrıldığın bāzı şeylere karşılık yeni ve güzel şeyler bulursun.

Yorul, çünkü hayâtın tadı çekilen yorgunluktadır.

Ben durgun suların bozulduğunu bilirim. Ama su, akarsa temiz ve güzel olur.

Aslan bile inini terk ederse avlanır.

Ok, yayından ayrılmadan hedefini bulabilir mi hiç?

Güneş, yörüngesinde hareketsiz dursaydı, insanlar bıkardı ondan!

Yerinde, yatağında duran altın topraktan farksızdır.

Ûd yerinde kalsaydı bir çeşit odun olarak kalırdı.

Yurdundan yuvandan ayrılırsan, işte o zaman murâdına erer altın gibi azîz olursun.”1

İnsan için ilk yaratıldığı Cennette başlayan bu yolculuğu, Allâh’ın onun hizmetine sunduğu dünyâ hayâtında devâm etmektedir. Ama onun yolculuğu dünyâda, dünyâ hayâtı ile bitmeyecektir. Çünkü insan dünyâda sonsuza dek kalıcı değil, gidicidir. Yerin dibine, fezānın derinliklerine de gitse, bu dünyâ ona ebedî yurt olamayacaktır. İnsana verilen en uzun bir ömür bile onun evreni gezip dolaşma tutkusunu gidermeye yetmeyecek, ama onun dünyâ hayâtından ayrılışı da yeni bir yolculuğa çıkışı olacaktır. Bu yolculuk ise Âhiret yolculuğudur. Bu mānâda ölüm de yeni bir yolculuğa çıkmak demektir.

Çocukluğundan itibâren hayâtı seyahatlerle dopdolu olarak geçmiş olan Peygamberimiz de bu gerçeği şöyle ifâde eder:

"İşte benimle dünyânın hâli: Bir ağacın gölgesinde birazcık mola verip sonra orayı (dünyâyı) terk ederek yoluna devâm eden bir yolcu gibidir!”2

İşte bu yüzden bir adı da yol oğluna (İbn Sebîl) çıkmış olan insanoğlu târih boyunca çeşitli gāyeler uğruna çeşitli yerlere seyahat etmiş; bunun sonucunda ise yolculuk, târih ve edebiyatın yarıştığı geniş bir alan olmuştur.

Yolculuk, ilk insanın yeryüzüne inişi demek olan hayat yolculuğu ile başlamış ve insanla özdeşleşmiş, sonuçta insanın ayrılmaz bir parçası olmuştur.

“De ki: "Yeryüzünde gezin, bakın Allah yaratmağa nasıl başladı, sonra Allah, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah, her şeyi yapabilendir.”3

“Sizden önce de yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da gerçeği yalanlayan günahkârların sonunun nasıl olduğunu görün.”4

Dikkat edilirse bu âyetlerde yeryüzünde gāyeli gezip dolaşma emredilerek insanlar seviyeli bir seyahate yönlendirilmiştir.

Özetleyecek olursak, seyahat, çok yönlü, ayrıntılı, sentez kābiliyeti ve alanı geniş bir süreçtir. Yeter ki bilinçli, baskı ve yanlış yönlendirmelerden uzak olarak huzur ve güven ortamı içerisinde yapılsın. Yeter ki ‘yol’dan çıkmadan yolculuk yapılabilsin. Yeter ki insan yaptığı yolculukları değerlendirebilsin. Ve yeter ki seyahatin bu çok yönlü kazanımlarının önündeki engeller kaldırılsın. En önemlisi de her seviyedeki tüm insanların seyahat nimetinden yararlanabilmelerine imkân tanınsın.5

 

Ötelere Seyahat

Kur’ân-ı Kerîm’de oruç ibâdeti için savm-sıyam, sâimûn-sâimât kelimeleri ile bu kökün fiil kalıbı kullanılmıştır. Tutma anlamına gelen savm, kişinin kendini tutup yönetme sanatıdır. Hayat Düstûrumuzda bu ibâdet için bir de Sâihûn ve sâihât kelimeleri kullanılır.

Yüce Rabbimiz, Tevbe sûresinin 111. âyetinde mallarını ve canlarını Allah yolunda fedâ ederek kutlu ve kazançlı bir alışveriş yapan mücâhid mü’minlerden bahsettikten hemen sonra bu gerçek mü’minlerin temel özelliklerini sayarken şöyle buyurur:

 

Allâh’a tevbe eden, devamlı kullukta bulunan, O'na sürekli hamdeden, oruç tutan, rukû’ ve secde eden, iyiliği buyurup fenâlığı yasak eden ve Allâh’ın yasalarını koruyan mü’minlere de müjdele.6

Yine Peygamberimize eş olmaya lâyık hanımların özellikleri sayılırken şöyle buyrulur:

Ey Peygamber'in eşleri! Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona; sizden daha iyi olan, kendini Allâh’a veren, inanan, boyun eğen, tevbe eden, kulluk eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.7

Âyette Peygamberimize eş olmaya lâyık hanımların en temel özellikleri sayılırken oruç tutanlar oluşunun zikredilmesi de bu ibâdetin ne kadar önemli olduğuna işâret eder. Tabiîdir ki namaz, sâdece kılındığı seccâdede kalmayan, rûhuyla hayâta yansıyarak devâm eden bir ibâdet olduğu gibi; oruç da yalnızca tutulduğu günde sınırlı kalmayan, rûhuyla hayâtı kuşatan bir ibâdettir. Onun için âyette namaz kıl; muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve fenâlıktan alıkoyar8buyrulmuştur. Kişinin namaz içerisinde ahlâksızlık yâhut kötülük yapması mümkün olmayacağına göre bu, namazın namazdan sonraki hayâtında, sāhibini istikāmette tutacağının ifâdesidir. Benzer şekilde Oruç ayı Ramazan, on bir ayın sultânı sayılmıştır. Sultan yönetici demektir. Buna göre Ramazan rûhu, diğer on bir ayı yönetmelidir.

Sâihûn kelimesinin Allah yolunda hicret eden, cihâda çıkan yâhut ilim yolculuğuna çıkan yolcular olduğu söylenmişse de çoğu müfessir bu kelimenin oruç tutanlar anlamına geldiğini söylemiştir. Nitekim Bir hadislerinde Peygamberimiz, sâihûn oruç tutan kimselerdir buyurur. Hz. Aişe annemizden gelen bir rivâyet ise şöyledir: “Benim ümmetimin seyahati oruçtur.” Şimdi oruç tutanlara niçin sâihûn denilmiştir konusu üzerinde duralım:

Seyahat kökünden gelen sâih yolculuk yapan demektir. Oruç tutan kimse süfliyattan ulviyâta, insâniyetten melekliğe yolculuk eden kimsedir. O, Rabbinin emriyle ve O’nun rızāsını kazanma adına yeme-içme gibi nefsî isteklerini terk edip mānevî bir yolculuğa çıkmıştır. Zâten oruç ibâdeti insanın rûhî derinliklerine ve ötelere yolculuk değil midir? Zîrâ tokluk mānevî sırlara engel olurken, açlık mānevî sırların açılmasına sebep olur.

Buna göre mü’min namaza dururken elinin tersiyle dünyâ ve içindekileri arkasına atar ve tekbirle Huzurda durur. Bu yönüyle namaz ibâdeti de bir çeşit mānevî yolculuktur. Tıpkı bunun gibi oruç ibâdeti de bu dünyâda yaşarken ötelere yapılan bir yolculuktur. Tasavvuftaki seyr-i sülûk ve seyr ilellah gibi makamlar da ötelere yolculuklardandır.

Evet, misâfir olarak geçici bir süre için geldiğimiz şu dünyâda hepimiz yolcuyuz. Dünyâda yaşarken de yolculuklarımız, kısa mesâfe-uzun mesâfe, maddî ve mānevî olarak devâm eder. Önemli olan yolcu olduğunun bilincinde yolda olduğunu bilmek, yoldan çıkmadan, yola devâm edebilmektir. Unutmayalım ki yol da O’nundur, yolcu da O’nundur, gerisi ise angaryadan başka bir şey değildir.

Dipnotlar:

[1] Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî, Divân, Beyrut, 1974, s, 26-27

2 Tirmizî, Zühd 44; İbn Mâce, Zühd 3; Ahmed, I, 301.

3 29 Ankebût 20.

4 3 Alu Imran 137, 6 En’am 11, 16 Nahl 36, 27 Neml 69, 30 Rum 42.

5 bkz. Akpınar Ali, Kur’ân Aydınlığında Seyahat, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1998.

6 9 Tevbe 112.

7 66 Tahrîm 5.

8 29 Ankebût 45.

Mayıs 2022, sayfa no: 12-13-14-15

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak