Rabbimiz, atamız Âdem’in(as) yaratılmasını murâd edince meleklere şöyle buyurdu: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım/yapacağım" (Bakara, 2/30). Allâh’ın kānunlarının tatbîki konusunda vekîl olan Âdem’e(as), hilâfetini gereği gibi yapabilmesi için de bütün isimleri cümleten öğretti (Bakara, 2/31). Kıyâmete kadar Âdem’e(as) halef olup aynı görevi icrâ edecek olanlar konusunda da: “Sizi yeryüzünde halîfeler yapan O’dur.” (Fâtır, 35/39) buyurdu. Rabbimiz, halîfesi olarak Âdem’in(as) yeryüzünde icrâ edeceği hâkimiyetini insanların tanımaları için Elest Meclisi’ni kurmuş ve kıyâmete kadar dünyâya gelecek kadın-erkek her kişinin, bütün insanların ve meleklerin huzûrunda, herkesi şâhit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Ârâf, 7/172) diye sormuştu.
Elest Meclisi’nde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilâhî hitâbı müfessirler tarafından iki şekilde tefsîr edilmektedir. Birincisi; Allâhu Teâlâ, insanlar dünyâya gelmeden önce onları Âdem’in sulbünden çıkararak zerreler hâlinde yaratmış ve onlara hitâp ederek, kendilerinin Rabbi olduğuna şâhitlik ettirmiştir. Allah, bedenlerden önce ruhları yaratmış ve onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurmuş, onlar da “Evet! Şâhit olduk” demişlerdir.1
İkinci tefsîre göre, Allâhu Teâlâ, Âdem’den(as) zürriyyetini/çocuklarını babalarının sulblerinden çıkarmıştır. Şöyle ki Allâhu Teâlâ, onları nutfe/meni olarak çıkarıp annelerinin rahimlerine koymuştur. Sonra onları mudga, alaka yapmış, daha sonra tam bir insan hâline getirmiş ve yaratılışlarını tamamlamıştır. Bunun üzerine onları, kendilerinde/nefislerinde oluşturduğu delillerle Kendisinin varlığına, birliğine, yaratmasının hayranlık verici ve sanatının akıl almaz olduğuna şâhit tutmuştur. Bu şâhitlikle onlar, dil ile ifâde etmeseler de, sanki “Evet!” demişlerdir.2
Elest Meclisi veya halk arasında “Kālû Belâ” diye bilinen ruhların ictimâsı/toplanması ve hep bir ağızdan “Evet, elbette Sen bizim Rabbimizsin” cevaplarının sağlaması, Âdem(as) ve Havva vâlidemize, cennet yurdunda; “Ve ey Âdem! Sen zevcen (Havvâ) ile cennete yerleş; artık dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!” (A’râf, 7/19) emr-i ilâhîsiyle yapılmış, “yeryüzüne inin” (Bakara, 2/36) âyet-i kerîmesiyle de bütün insanlığın sadâkat imtihânının menzili olarak dünyâ seçilmiştir.
Melekler vâsıtasıyla rûhumuz yeryüzüne indirilmiş, ana karnında cenine üflenerek vücud bulmuş ve hepimizin “Elbette Rabbimizsin” ikrârı dünyâda imtihan sahnesine konulmuştur. Sözümüzde sâdık yāni sözünün eri olmanın, kadınıyla erkeğiyle ER olabilmenin, Yûnus Emre’nin dediği gibi:
Gaflet ile Hakk'ı buldum diyenler
Er yarın Hakk dîvânında bell'olur.
Ahret tedârikin gördüm diyenler
Er yarın Hakk dîvânında bell'olur
Yarın Hakk dîvânına “ER” olabilme fırsatının tanındığı mekândır dünyâ.
Müfessirlerin iki farklı tefsîrini cem ettiğimizde, hem ruhlar âleminde hem de dünyâya geldikten sonra insanoğlu “Elest Meclisi”ni yaşamakta, tecrübe etmektedir. Rabbimizin, Hicr Sûresi 29. âyet-i kerîme’de; “Ben, onun (Âdem’in) yaratılışını tamamladığım ve ona rûhumdan üflediğim zaman” buyurduğu üzere, Rabbimizin üflediği tertemiz ruhlar “Elestü bi-Rabbiküm/Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitâbına “Belâ/Elbette Rabbimizsin” demişlerdir. Şüphesiz her nefis için “Kālû Belâ” sözlerinin sınandığı, test edildiği yer ve zaman, dünyâ ve dünyâ hayâtıdır.
Ramazan Ayı “Elest” Sorusuna “Belâ” Cevâbının Gözden Geçirilmesidir
“Her doğan, İslâm fıtratı üzere doğar…”3 hadîs-i şerîfi ile ifâde buyurulduğu gibi her insan dünyâya tertemiz gelmektedir yâni ruhlar âleminde “Kālû Belâ” demiştir ve âkıl-bâliğ olacağı zamâna kadar da çevresinde olup bitenlerle etkileşim hâlinde, kendini ve çevresini tanıma süreci yaşamaktadır. Fıtrata yapılan müsbet müdâhalelerle Rabbinin nîmetlerini müşâhede ederek O’nu tanımakta, Elest bezmindeki “Rabbim Allah’tır” ikrârını her an tekrarlamaktadır. Fıtrata yapılan müdâhaleler menfî olunca, dupduru, saf ve berrak bir su gibi olan fıtrat bulanmaya, doğru ve yanlışı karıştırmaya başlar. Yapılan menfî müdâhaleler karşısında da Rabbimiz, peygamberler göndererek “Elest” bezmini insanlara devamlı hatırlatmıştır. Son peygamber olan Hz. Muhammed’den(sav) sonra da bu kutlu görev peygamberlerin vârisi olan Rabbânî âlimlere/mürşid-i kâmillere ve ümmet-i Muhammed(sav) üzerine bir vazîfe olmuştur: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (ma’rûfu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk mutlaka bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”4
Rivâyete göre, Cenâb-ı Hak, nefse:
- Ben kimim, sen kimsin? diye sormuş. Nefis de:
- Ben benim, sen sensin! diye cevap vermiş. Bunun üzerine Allah ona azab vermiş, cehenneme atmış, sonra yine sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefsin cevâbı aynı olmuş:
- Ben benim, sen sensin!
Hangi azâbı verdiyse, nefis gurur ve enâniyetinden vazgeçmemiş. Nihâyet uzun süre aç bırakarak bir nevi oruç tutturmuş, sonra tekrar sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefis bu sefer şu cevâbı vermiş:
- Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, bense senin âciz bir kulun...5
Cehenneme çağıran, apaçık düşmanımız olan şeytanlardan bir müddet de olsa kurtulmanın;
açlık ve susuzlukla, bütün âzâlara oruç tutturarak nefsi terbiye etmenin adıdır Ramazan.
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”6
Mü’minin, mübârek Recep ve Şa’ban ayında maddî ve mânevî kir ve paslardan arındıktan sonra, sâfîleşme, berraklaşma, nefsini ve Rabbini tanıma ve bütün hücreleriyle Elest Bezmi’nde Rabbine verdiği “Belâ” sözünü gözden geçirme ayıdır Ramazan.
“Belâ” cevâbı, insanın en büyük imtihânıdır,
“Belâ”, ne söylediğinin farkında olmaktır,
“Belâ”, Allâh’a ve Rasûlüne tâbiyet ve teslîmiyettir,
“Belâ”, nefsin terbiyesi ve kul olmanın adıdır,
“Belâ”, ibâdetten zevk ve feyz almanın tadıdır,
“Belâ”, acziyetini ve ihtiyâcını arz etmektir,
“Belâ”, belâlardan âzâd olmaktır,
“Belâ”, Âdemoğlunun dünyâdaki hilâfet kisvesidir,
“Belâ”, yeryüzüne vâris olanların parolasıdır,
“Belâ”, en büyük cihâddır,
“Belâ”, zâlimin korkusu, mazlûmun güvencesidir,
“Belâ”, Hakk ve hakîkatin yeryüzüne hâkim olmasıdır,
“Belâ”, zâlimlerin, hâinlerin ve kendini rabb zannedenlerin azâbıdır, ikābıdır,
“Belâ”, Cehennemden kurtulmanın ve Cennet kapılarının anahtarıdır,
“Belâ”, aşk ve vuslat yoludur,
“Belâ”, Rabbimizin rızāsına ve Cemâl-i bâ-kemâline kavuşmanın hazzıdır.
Dipnotlar:
1 Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, VII/110-111; Mâturîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/304; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/500; Kurtubî, el-Câmî, VII/199-200; Beydâvî, Tefsîr, II/334-35; Elmalılı, Hak Dini, III/2328-2331.
2 Mâturîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/304; Mâverdî,en-Nüket ve’l-Uyûn, II/277-278; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XV/41-42.
3 Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvud, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.
4 Âl-i İmrân Sûresi, 3/104.
5 Havbevî, Dürretüt’l-Vâizîn, s. 11.
6 Buhârî, Savm,5.
Mart 2025, sayfa no: 74-75-76
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak