Ara

Şehirlerin Varlık Nöbetçileri

Şehirlerin Varlık Nöbetçileri

Şehirleri anlamlı kılan içerisinde yaşayanlardır. Mekânları içerisinde yaşayan insanlardan ayrı düşünemeyiz. Şehirlerle insanlar arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Kitlelerin haslet ve nitelikleri içerisinde yaşadıkları şehirlere sirâyet etmektedir. Güzîde insanların yaşadıkları şehirler kıymet-i harbiyesi yüksek şehirler olurken, süflî insanların yaşadığı mekânlar perîşan diyarlara dönüşmektedir. İnsanların halleri ve sıfatları bulaşıcı olup bulundukları ortamlara sirâyet edicidir. İyi insanların yaşadığı şehirler içi inci dolu sedefe benzerken, içi sefih insanların dolu olduğu şehirler içi boş cevize benzemektedir. Bu noktadan hareketle Mekke, Medîne, Buhara, Semerkand, Bağdat, Şam, Kudüs, Konya, Bursa, Edirne, İstanbul, Mostar ve Bosna gibi şehirler insanlık târihinin incileri mesâbesindedir. İkinci gruba örnek olan şehirlerdendir. Sālihlerin yaşadığı, insan-ı kâmillerin meskûn olduğu, āşık-ı sādıkların seyr-i ālem eyledikleri, bilgelerin uğradığı şehirler ilâhî rahmetin inzâl olunduğu adreslerdir (Öztürk, 2015:533).

Sûfî gelenekte köyler fark makāmına, kasabalar cem’ makāmına, şehirler ise cem’u’l-cem’ makāmına tekābül etmektedir. Fark makāmı ayrışmanın, farklılığın, ikiliğin adıdır. Fark makāmında tikel yaklaşımlar esastır. Fark makāmının bir yansıması olması sebebiyle köylerde ayrışma, bireysellik, tekdüzelik ve tikel ilişkiler ön plana çıkmaktadır. Cem’ makāmının adresi olan kasabalarda ise birlik rûhu cereyân etmekte, toplayıcılık hükmü yansîmâkta, ortak hareket etme kıvâmı ön plana çıkmaktadır. Tikel yaklaşımların ötesinde tümel bağlantılar kurulmakta, ortak akıl gelişmekte, bir araya gelme ve bir arada olma, farklı mesleklerin ortak paydada buluşma ve birlik oluşturma imkânı bulunmaktadır. Şehirler ise tikel ve tümel kişiliklerin ötesinde evrensel gerçekliğe zemîn hazırlamaktadır. Cem’u’l-cem’ makāmının adresi olarak insanlık senfonisine dönüşmekte, insanlık sedâsının âhengi hâline gelmekte, ortak aklın adresine kavuşmaktadır. Târihimize bu gözle baktığımızda Bursa, Edirne ve İstanbul birliğin birliği konumuna sāhip bulunmaktadır. Bilâd-ı muazzama olan büyük şehirler büyük toplulukların bir arada ve âhenk içerisinde yaşama başarı ve becerisini gösterebilen kentlerdir. Köyden kasabaya, kasabadan şehre seyir tefrîkadan cem’e, Cem’den cem’u’l-cem’e erme deneyimidir. Ayrışmanın terk edilip kaynaşmanın sağlanmasını, kaba ve haşin tabiattan sıyrılıp nezâket ve edep dâiresine bürünmeyi temsîl etmektedir. Şehirlerin anlam gerçeği global köy olmaları değil kemiyet bakımından sayısı az olsa bile keyfiyet bakımından katma değeri yüksek yaşam merkezleri olmasından kaynaklanmaktadır (Öztürk, 2015:535-536).

Şehir derken, ben günümüzün azgınlaşan şehirlerinden bahsetmiş olmuyorum. Gerek dünyâda gerekse ülkemizde kimi sosyal ve ekonomik sebeplerle insanlar büyük şehirlere hücûm etmekte, şehirler kendi târihî dokusunu kaybederek global köylere dönüşmektedir. Küçük veya orta ölçekli geleneksel şehir yapılarını kaybeden günümüz metropollerinde fiziksel olarak kocaman binâlar, devâsâ yollar, görkemli alışveriş merkezleri ve yaldızlı caddeler yapıldı ama içerisinde yaşayan insanların asāletlerini ve huzurlarını bozucu oluşumlar arttı. Mekânların görkemi artarken şehirlerin rûhu kayboluverdi. Şehir bir medeniyetin simgesidir. Şehir varoluş seyrinin göstergesidir. Şehir asālet ve erdemin ilmik ilmik dokunduğu bir anlam serüvenidir. Şehir geleneğin timsâli, kadîm medeniyetin mührü, insan olmanın kıymet-i harbiyesidir (Kılıç, 2018:120).

İslâm medeniyetinin asālete sāhip seçkin şehirlerini üç ayrı sınıfa taksîm etmekteyiz. Müslümanların şehirlerinde üç ayrı tecellî zuhûr etmektedir. Bunlar da kemâl, cemâl ve celâl tecellîleridir. Mukaddes beldeleri, ilk vahyin indiği mübârek diyarları ve Hicaz coğrafyasını içermesinden dolayı kemâl isimlerinin tecellî eylediği topraklar Arap beldeleri olmuştur. Serhat kentleri, cihad mevzileri, fetih sahaları, tebliğ coğrafyaları, mücâdele rûhu, varoluş destanları, fütüvvet erleri, teyakkuz mahalleri olmalarından dolayı Anadolu coğrafyası ile Hint beldeleri celâl isimlerinin mazharı konumundaki şehirlerdir. Erenlerin diyârı, evliyânın otağı, özel ihtimam sahaları olmasından dolayı Acem ve Rumeli toprakları cemâl tecellîlerinin yaşandığı şehirleri bağrında barındırmaktadır (Öztürk, 2015:533). Günümüz metropollerinde cemâl, celâl ve kemâl gibi her biri ayrı birer anlam haritası olan kıymetlerin hangi yansımasını görmekteyiz ki? Kuru kalabalıkların, birbirinden habersiz yığınların, ayrışmış kitlelerin, birbirine bedenen yakın ama rûhen birbirinden uzak devâsâ şehir halklarının cemâl, celâl ve kemâl tecellîlerine mazhariyetini nerede göreceğiz ki?

Şehirlerin cemâl, celâl ve kemâl gibi her biri bir diğerinden kıymetli ilâhî isimlerin tecellîsine mazhar olanlar o şehrin varlık nöbetçilerdir. Kalabalık kitleler, farklı zümreler, değişik tiplemeler içerisinde yaşayan öyle güzel insanlık kıymetleri yetişmiştir ki bu büyük şahsiyetler ādetâ ova ortasında yükselen bir yüce dağ gibi dikkat çeken sîmâlar, sivrilip yükselen kıymetler olmuştur. Şehirlerin varlık nöbetçileri işte bu insan-ı kâmiller olmuştur. İnsan-ı kâmiller tükenen ve tüketen isimler değil mānâ serüvenleriyle kendilerini geliştirip büyütürken etrâfındakileri tutup kaldıran, çevresindekileri de aydınlatan, içerisinde bulundukları toplumun da katma değerini yükselten isimler olmuştur. Şehirlerin anlam haritası olan bu insan-ı kâmiller dinlenen, yön veren ve şehirleri besleyen insanlardır. Şehirlerin rûhuna azamet katan bu varlık nöbetçilerinin hayat serüvenlerini incelediğimiz zaman onlardan her birinin arkadaşında büyük bir sabır, sabırla beslenen tahammül ve büyük acıları bal eyleyen rahmet iksiri, nice sıkıntıları bertarâf eden rahmet nazarı bulunmaktadır. Onlar bir yâr adına âh etmenin mücâdelesini vermiş, ulvî dāvâlarının bekāsı uğruna nefsânî tutkularından vazgeçmiş, idealleri uğruna küçük hesaplarından vazgeçmişlerdir. Onlar şehirlerin tahrîbine, yıkılışına, târumâr oluşuna, şehir halklarının bastırılmasına değil şehirlerin ihyâsına, şehir halklarının soluklanmasına, şehrin her köşesinde yapıcı ve onarıcı bir sanatkâr dokunuşunun gerçekleşmesine çaba göstermişlerdir. Şehrin varlık nöbetçileri kendileri büyürken kendileri ile birlikte içerisinde yaşadıkları şehirleri de ileriye taşımışlardır. Varlık nöbetçileri içerisinde bulundukları şehrin referans adresi olmuşlar, şehir sâkinlerine kendi kişiliklerinin ve itibarlarının bahşişini lütfetmişlerdir. Târihî süreç içerisinde onların sohbet halkalarına katılanlar, onların insanlık yürüyüşüne katılanlar, onların ulvî dāvâlarına nazar edenler onların büyüklüğünü fark etmişler, onların kanalına girmişler, onlardan beslenmişlerdir. Şehrin varlık nöbetçileri kendileri kemâle ererken şehir halklarını kazandırmışlar, her fırsatta kendi kıvamlarında insanlık kalitesi değerlerin yetişmesine, şehrin havasının değişmesine, kendi ruhlarını yansıtan ābide şahsiyetlerin bıraktıkları emânetleri taşımasına yol açmışlardır. Konya’nın varlık nöbetçisi olan Seyyid Burhâneddin (ö. 638/1244) arkasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi (ö. 672/1273), İstanbul’un varlık nöbetçisi Akşemseddin (ö. 863/1459) arkasında Fatih Sultan Mehmed’i (ö. 886/1481), Bursa’nın varlık nöbetçisi Mehmed Üftâde (ö. 988/1580) arkasında Aziz Mahmûd Hüdâyî’yi (ö. 1038/1628) bırakmıştır.

Şehrin varlık nöbetçileri ādetâ o şehrin kale burçları konumuna gelmiştir. İçerisinde yaşadıkları şehrin mücâvir alanlarını, o şehrin kenar semtlerini de etkileyen şehrin varlık nöbetçileri, onları da cemâl, celâl ve kemâl tecellîlerinin yaşandığı o şehrin havasını solumaya dāvet etmişlerdir. Tıpkı Peygamber Efendimiz gibi. Resûl-i Zîşan Efendimiz Yesrib’i Medîne yapmış, Mekke’yi Belde-i Tayyibe kılmış, Taif’i helâk olmaktan kurtarmış, Huneyn’i buluşma noktasına dönüştürmüş, Hudeybiye’yi anlaşma ve insaf yurdu kılmış, Tebük’te tatlı bir hātıra bırakmış, şehirlere elçiler göndermiş, şehrinde elçiler ağırlamıştır. Peygamber Efendimiz gibi o kutlu elçinin seçkin tākipçileri de şehirlerde rahmet elçisi olmuşlardır. Şehrin halklarına merhamet nazarıyla bakmışlardır. Hastaların yaralarını sarmışlar, yoksulların ağzına lokmalar koymuşlar, fakirleri sofralarına almışlar, câhillere bilgelik dersi vermişlerdir. Şehirlerin bu varlık nöbetçileri, içerisinde yaşadıkları şehirlerin adını yüceltmişler, o şehrin sâkinlerine kariyer kazandırmışlar, o şehri sanat ve meslek kollarıyla buluşturmuşlar, şehirlerin devamlılığını sağlamışlar, o şehirlerde medeniyetin dinamiklerini harekete geçirmişlerdir. Şehirlerin varlık nöbetçileri o şehirlerin kurucusu, inşâ ve ihyâ edicisi olmuşlardır. Şehrin varlık nöbetçileri o şehrin kanâat önderliğini yapmışlardır. Onlar o şehrin köhne târihini değiştirmişler, sefâlet içerisinde yuvarlananların kaderini dönüştürmüşler, şehre ufuk açmışlar, seçkinlerin mahalli, āriflerin otağı, āşıkların yurdu, ālimlerin diyârı, tüccarların emânı, yatırımcıların adresi, gariplerin yuvası, gāzîlerin barınağı, serdarların otağı kılmışlardır. Varlık nöbetçileri o şehirde ālimlerin sözünü dinleyen idâreciler, halkın beklentisine cevap veren bürokratlar, şehrin havasını değiştiren yatırımcılar, nesillerin terbiyesini üstlenen mürebbîler, güzellik ve letâfet havasını canlandıran sanatkârlar yetiştirmişlerdir.

Şehirlerimiz günümüzde olduğu gibi gürültülü kalabalıklara sāhip değildi. Şehirlerimizde bir âsûdelik, bir sâdelik vardı. Dikey mimârî değil yatay mimârî yaygındı. Yığınların istif edildiği yerleşim mahalleri değil nefes alınan, yaşanabilen, sâdelik ve kalite kokan semtleri vardı. Günümüzde olduğu gibi bezgin, yılgın, yorgun, yalnız ve perîşan kitlelerin dolaştığı kocaman meydanlara değil sıcacık, huzurlu, mutlu, güçlü, muhabbetli ve coşkulu insanların yaşadığı semtlere sāhipti.

Şehirlerin varlık nöbetçileri o şehrin değerlerini daha ilerilere taşımışlar, daha iyiye, güzele, faydalıya, kalıcıya taşınan şehirler vücûda getirmişlerdir. Her bir şehir o mübârek insanları keşfederdi. Sivas vâlisi Hasan Paşa Zile’de yetişen Şemseddin-i Sivâsî’yi (ö. 1006/1597) keşfedip yaptırdığı Meydan Câmii’ni şenlendirmesini sağlamak için onu Zile’den Sivas’a getirmişti. Şehrin varlık nöbetçileri şehirlerinde inançlarını eyleme dönüştürmüşler, bilgiyle sevgiyi harmanlamışlar, fedâkârlık ve tevekkülle şehri düzenlemişler, tehdit alanlarını bertarâf edip güven ve huzur alanlarını vücûda getirmişlerdir. Târihî kalıntılar, taş yapıtlar, geniş arâziler, şehrin geçmişi ancak varlık nöbetçilerinin yakından tanınmasıyla bir anlam kazanacaktır (Subaşı, “İnsan Kalitesi ve Şehir”, Somuncu Baba, 123:26-29).

Kültür ve medeniyetimizin görünen yüzü şehirlerimizdir. Câmileri, çarşıları, çeşmeleri, evleri ve meydanlarıyla şehirlerimiz târihe, sanata ve hayâta tutulan bir aynadır. Şehir olmadan kültür, kültürü olmayan şehir düşünülemez. Kültür şehri, şehir de kültürü beslemektedir. Şehir ve kültür karşılıklı iletişim ve etkileşim içinde zenginleşmektedir. Hayâtı bütün boyutlarıyla kucaklayan derin kültürlerin, dünyânın dört bir yanına dağılmış zengin şehirleri vardır (Gürdoğan, Yeni Şafak, 08.11.2006). İslâm kültürünü okumanın yolu da kadîm şehirlerimizi idrakten ve o şehirlerimizin dokusunu korumaktan geçmektedir.

Nisan 2022, sayfa no: 6-7-8-9

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak