Şehirler, taşların ve tuğlaların ötesinde, ruhların dokunduğu yerlerdir. Onları sevmek, bir sanat gerektirir; çünkü her şehir bir hikâyenin, bir duānın, bir rüyânın yansımasıdır. Bu sanat, gözle görülmeyeni hissetmekle başlar: Rüzgârın taşıdığı ezan seslerini, sokakların fısıldadığı târihî sırları, minârelerin göğe uzanan duālarını…
Şehirleri sevmek, onları sâdece gezmek değil, onlarla konuşmaktır; geçmişin hayâliyle sohbet etmek, geleceğin umutlarını onlarda aramaktır. Mânevî şehirler ise bu sanatın zirvesidir. Onlar inancın, ilmin ve aşkın harmanlandığı yerlerdir. Bir yolculuğa çıkacaksak Mekke'den başlamak gerek, o kutsal çölün ortasında yükselen, kalplerin mıknatısı olan şehirden…
Mekke, şehirleri sevmenin ilk dersi: Sâdeliğin gücü. Çorak dağların arasında bir vaha gibi durur; ama o vaha, suyla değil, îmanla beslenir. Kâbe'nin siyah örtüsü altında, milyonlarca insan döner durur. Tavaf, bir şehrin ritmidir burada. Peygamber'in (sav) doğduğu yer, İbrâhîm'in (as) mîrâsı; her taşında bir peygamberlik hikâyesi gizlidir. Mekke'yi sevmek, kalabalığın içinde yalnızlığı bulmaktır; haccın telâşında, rûhun sükûnetini yakalamaktır. O, mânevî şehirlerin anasıdır çünkü buradan yayılır ışık, buradan doğar umut. Gece vakti Safa ile Merve arasında sa'y ederken, Hâcer'in çâresizliğini hissedersiniz. Şehir, size anneliği öğretir, sabrı ve teslîmiyeti.
Çöldeki siyah örtü, kalbin aynası,
Kâbe’nin gölgesinde başlar her yemin.
Tavâfın döngüsünde kaybolur keder,
Mekke, ey rûhum, seninle başlar ebed.
Oradan Medîne'ye uzanır yolumuz, hicretin şehri, rahmetin başkenti. Mekke'nin sert çölünden sonra, Medîne bir bahçe gibi açılır önümüze: Hurma ağaçları, yeşil kubbe altında yatan Peygamber'in (sav) mescidi. Burada şehirleri sevmek, kardeşliği öğrenmektir; ensâr ile muhâcirin kucaklaştığı yer, ümmetin doğduğu topraktır. Mescid-i Nebevî'nin minberinden yükselen sesler, asırlarca yankılanır: "Ey insanlar, birbirinizi sevin." Medîne, mânevî bir sığınaktır; savaşların ortasında barışın, zulmün karşısında merhametin simgesidir. Sabah ezanlarında, ravza'da oturup duā ederken, şehrin sizi kucakladığını hissedersiniz. O, bir anne gibi şefkatlidir, bir baba gibi koruyucudur. Medîne'yi seven yalnızlığını yener çünkü burası, kalplerin buluştuğu yerdir.
Hurma dalları fısıldar rahmeti,
Yeşil kubbede saklıdır hikmeti.
Ravza’da bir duā, kalbi sarar,
Medîne, aşkın en güzel diyârı.
Yolumuz doğuya, Orta Asya'nın mânevî kalelerine doğru kıvrılır: Buhāra ve Semerkand. Buhāra ilmin şehri, hadislerin beşiği. İmam Buhārî'nin doğduğu, ilim meclislerinin hiç sönmediği yer. Dar sokaklarında yürürken, medreselerin duvarlarından fıkıh kokusu yükselir; Registan Meydanı'nda değil, ama Buhāra'nın eski çarşılarında, bilginin ticâretini yaparsınız. Şehirleri sevmek burada, öğrenmenin sanatı olur: Kitapların tozlu raflarında kaybolmak, âlimlerin gölgesinde yürümek. Buhāra, mânevî bir kale gibidir; Moğol istilâlarına direnmiş, Timur'un ordularına ev sâhipliği yapmış, ama her seferinde ilimle yeniden doğmuş. O, bize hatırlatır: Şehirler ölmez, ruhları yaşar.
Medrese taşlarında yankılanır söz,
İlim, burada bir sonsuz köz.
Buhārî’nin nefesi saklı sokakta,
Buhāra, bilginin kutsal toprakta.
Semerkand ise, Buhāra'nın ikizi, ama daha görkemli, daha renkli. Uluğ Bey'in rasathānesi, Timur'un türbesi; mavi çinilerin altında bir gök atlası gibi uzanır. Burada şehirleri sevmek, estetiğin zirvesidir: Minârelerin süslemeleri, kubbe altındaki nakışlar rûhu büyüler. Semerkand, İpek Yolu'nun incisi; tüccarların, âlimlerin, şâirlerin kesiştiği yer. Mânevî şehirlerin büyüsü burada, Doğu ile Batı'nın kucaklaşmasıdır. İbn Sînâ'nın felsefesiyle, Ömer Hayyam'ın rubâileriyle. Gece vakti Bibi Hanım Câmii'nde yıldızlara bakarken, şehrin size evreni anlattığını duyarsınız: Sonsuzluk, burada taşlara kazınmıştır.
Mavi çinilerde gök saklı,
Uluğ Bey’in yıldızları aklî.
Semerkand, bir rüyâ, bir nakış,
Kalbinle bulursun burada barış.
Batıya dönelim şimdi, Endülüs'ün kayıp cennetine. Endülüs, bir şehir değil, bir rüya; Cordoba, Granada, Sevilla gibi mücevherlerle süslü. Elhamra Sarayı'nın kırmızı duvarlarında, suyun fısıltıları duyulur. Bahçeler, havuzlar, İslâm'ın Avrupa'daki en güzel izi. Şehirleri sevmek burada, kaybın sanatı olur: Rekonquista'nın acısıyla yoğrulmuş, ama hâlâ yaşayan bir mâneviyat. Cordoba Câmii'nin sütunları arasında yürürken, Halife Abdurrahman'ın vizyonunu hissedersiniz: Bilim, sanat, hoşgörü bir arada. Endülüs, mânevî şehirlerin trajedisidir çünkü o, bir medeniyetin doğuşu ve batışıdır. Ama sevenler için, o hâlâ capcanlıdır. Zeytin ağaçlarının gölgesinde, unutulmuş duālarda.
Elhamra’da su anlatır hikâyeyi,
Cordoba’da taş saklar sevdâyı.
Endülüs kayıp bir cennet olsa da,
Kalbinde taşır İslâm’ın rüyâsını.
Ve nihâyet İstanbul, Doğu ile Batı'nın kucaklaştığı, mânevî şehirlerin tacı. Ayasofya'nın kubbesinde, Müslüman hatları huzurla yükselir göğe; bu, îmânın göğe yükselen mîmârîsidir. Topkapı Sarayı'ndan Boğaz'a bakarken, Fatih'in fethini yaşarsınız. Şehir, zaferin ve aşkın hikâyesidir. İstanbul'u sevmek, katmanları soymaktır: Asırlar boyunca kat kat olmuş medeniyetin beşiğidir İstanbul. Mânevî şehirlerin en karmaşığı burası; çünkü o, bir köprüdür. Kıtalar arası, çağlar arası. Eyüp Sultan'da duā ederken, Galata Kulesi'nden şehri seyrederken, vapurda çay içerken rûhunuz genişler. İstanbul, bize öğretir: Şehirler değişir ama mâneviyatları kalır.
Boğaz’da bir vapur, martıların sesi,
Ayasofya’da saklı çağların hecesi.
İstanbul, aşkın ve zaferin diyârı,
Kalbinle bulursun burada âhiri.
Ama mânevî şehirler bunlarla sınırlı değil; yolumuz Kudüs'e uzanır, peygamberlerin ayak izlerinin olduğu yere. Mescid-i Aksâ'nın altında duālar yükselir göğe. Şam'a gideriz sonra, Emevî Câmii'nin görkemiyle; Hâlid bin Velid'in kabrinde, cesâretin dersini alırız. Bağdat, ilmin eski başkenti; Hârun Reşid'in saraylarında, Binbir Gece Masalları'nı dinleriz. Kāhire, Nil'in kenarında, El-Ezher Üniversitesi'yle; mânevî bir nehir gibi akar, besler ruhları. Ve daha niceleri: Konya, Mevlânâ'nın semâhıyla; Delhi, Şah Cihân'ın Tac Mahal'ıyla; Fez, Fas'ın dar sokaklarında gizlenen tasavvufla.
Şehirleri sevme sanatı, bir kutsal yolculuktur. Her şehir, bir şiirdir; her şiir, bir şehirdir. Mekke’nin sâdeliği, Medîne’nin şefkati, Buhāra’nın ilmi, Semerkand’ın estetiği, Endülüs’ün hüznü, İstanbul’un görkemi... Onları sevmek, kendimizi sevmektir; insanlığı, Yaradan’ı sevmektir. Bu şehirler, rûhun aynalarıdır; onlara bakarken, kendimizi buluruz. Bu sanatı öğrenelim; şehirleri sevelim, çünkü onlar, kalbin evleridir.
Ekim 2025, sayfa no: 52-53-54-55
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak