Ara

Secde

Secde

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyuyor: “O cihetten başı zemin üzerine koyarım; tâ ki yevm-i dinde benim şâhidim olsun.”

Secdeden başka bir şifâ kaynağı olduğu nasıl düşünülebilir? Teslîmiyet sevgisi bütün seyyiâtı hasenâta tebdîl eder, farklılıkları ve pürüzleri yok eder. Batı dünyâsı bunu psikoanaliz diye adlandırmaktadır; ancak kalplerindeki aşk hazînesini fark edememişlerdir.

Hadîs-i kudsî'de: “Kim bana bir adım yaklaşır ise ben ona on adım yaklaşırım.”

Kur'ân-ı Kerîm'de; “Secde et ve yakınlaş.” (Alak, 96/19)

Yûsuf Sûresi 4. âyeti: “Yûsuf, babasına şöyle demişti: “Babacığım, gerçekten ben on bir yıldız, güneş ve ay gördüm. Onları bana secde eder (vaziyette, durumda) gördüm.” 

Secde, Allah'la sevgi dolu bir şekilde bir araya gelmenin, O’nun kulu olmanın ve O’na teslîm olmanın sembolüdür. Hazret-i Muhammed'in(sav) kendisinin bir yansımasıdır. Peygamber Efendimiz’in(sav) büyüklüğü ilminde, irfânında veya makāmında değil, fakrında, hiçliğinde, mahviyetinde, kulluğu ve hizmetinde yatmaktadır. Peygamber Efendimiz(sav) Allah’la kurbiyetin en kâmil zuhûru idi. O(sav) dâimâ Rabbiyle yaşamış ve Rabbiyle sevmiştir. Hakîkî bir mahviyet hâlinde sırrı, Rabbine dâimâ secde hâlinde bulunurdu. Zîrâ O(sav) kesintisiz bir müşâhede hâlindeyken, ilâhî rahmet tecellîsinin tatlı kurbiyet kokusunu içine çekiyordu.

O’nun aleyh-is-salât-ü-vesselâm yolunda toz olmak, yegâne gāyedir. Toz olmak aşkın sırrını, o sır ise, "canım sana fedâ Yâ Rasûlallâh"ın tohumunu taşıyor. O'nun insanlığa olan sevgisinin vârisi oldukça, O'na muhabbetimiz artar.

Secdenin aşkı seni âlemlerin hürmetine yaratıldığı Zât’a aleyh-is-salât-ü-vesselâm yaklaştırdığı zaman, kâinâtın yaratılış sebebini idrâk ettirdiği zaman, kişi Resûlullâh'ın en yüce zevki olan “Gözümün nûru namaz!” hakîkatini yaşar. 

Kalb secde sırasında tozun aşkıyla karşılaşınca, yaratılışın yegâne sebebi olan Allâh'ın Habîbi'ne olan aşkının sırrına şâhit oluyor; “Sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım.....” 

Secde yok olmanın hazzını verir. Dünyâda buna benzer bir haz yoktur. Şems-i Tebrizî bu husus hakkında: “Bütün âleme sığmayan Efendimiz (as)’ın bir sözü: 'Fakirlik (maddî yoksulluk) benim kıvancımdır'. O nasıl yoksul olabilir? Evet o fakirdir, yoksuldur, ama Allâh’ın nûrunun yanında. Onun göğsü Allah nûru ile yanmakta idi ve bunu rağmen derdi ki; 'Keşke yüz göğsüm daha olsaydı da her gün O'nun nûru ile yanıp tutuşaydı, yanıp yok olsaydı ve tekrar dirilseydi'. Yanıp yok olmanın zevkini ve huzûrunu O bilirdi.” 

Abdülkādir-i Geylânî Hazretleri bize secdenin sırrını ve kıymetini bir örnekle tasvir buyuruyor: “Âcil ihtiyaç alnını, ikrâr edilmiş çâresizlik toprağına dayamazsan ve hüzün gözyaşları göz bulutlarından sağanak hâlinde yağmazsa, zevk nebatların hayat bahçesinde yeşillenmez. İnsanlık bahçeleri maksadına hizmet için verimli bir halde yeşillenmez. Sabır dalları rızā yaprakları veyâhut yakîn dostluğun hoş râyihalarını vermez, ne de seni ünse taşırlar.”

Secde insanın Allâh'a gösterebileceği en yüce aşk ifâdesidir. Cehâletten arındırır böylece İslâm dîni kemâle erer. Dolayısıyla, secde, bize âhireti bu dünyâda yaşatır.

Secde mânâ âleminin anahtarıdır, insan varlığının özünü ortaya çıkartır. Kişi 'yok'luktur, secde ile 'var'lık bulur. Bu mânâ kişinin alnının secdeye değdiği noktada gizlidir. 

Secde, beden, madde ve dünyâ bağımlığından kurtararak gönlü özgür bırakır. Kişi alnını iştiyakla yere koyduğunda, mekânsızlık ve yönsüzlüğe ulaşır. Böylece secde esnâsında Allâh'ın(cc) kudreti cezbolunur ve kişiyi kendinden alır.

O’na secde, O’na āit olduğunun, O’na bağlı olduğunun, O’na muhtaç olduğunun ifâdesidir. Secde kişiyi fânî, anlamsız, boş bir hayat yaşamaktan çekip, ebedî ve ilâhî kaynağa götürür, saâdet-i bâkî ve Cemâl-i bâkîyi tattırır.

Secde varlık kafesini ezmeyi ve Huzur-ı Kibriyâ’nın ayağında toz olmayı temsil eder.

İnsan secde edilen varlıktır. Dolayısıyla, bu üstün varlığın secde etmesi, Allah aşkının en büyük ifâdesidir.

Secdede alnımız yere değdiği zaman Allâh'a olan ihtiyâcımız ve bağlılığımız bütün bedenimizi sarar. 

Secdenin kemâli ancak kalple olur. Kalbimiz secde etmezse teslîmiyet aşkı doğmaz. Bencilliği kurbân etmek kalple olur. Secdenin kemâli ancak kalple olur. Hz. Mevlânâ bir rubâisinde; “Ben Kur'ân'ın kölesi, Hz. Muhammed'in yolunun tozuyum!” “Aklımı Mustafâ'nın hükümleri önünde kurbân ettim!”

Secdenin gönülle derin bir bağlantısı vardır. Gönül secde ederse, varlık kafesini kırar ve Allâh'ın “Ben sana şahdamarından daha yakınım.” şuuruna yükseltir. 

Secdede alnımız yere değer. O anda, Allâh'a olan ihtiyâcımızı, tâbiiyetimizi, hasretimizi ve arzumuzu ifâde ederiz.

Secde ile benmerkezciliğin ıstırâbından kurtulunur. Kendimizi mânâsız ve boş dünyâdan sıyırır ve sonsuz ilâhî kaynaklardan kana kana içeriz.

Secde eve varmaktır. Târih boyunca insanlığın aradığı huzurdur, dinlenilecek bir liman ve ebedî rahatlıktır. Kur'ân-ı Kerîm'in “korku ve hüzün” (Yûnus, 62.) âyetinin tesiri altında kalmaktayız. 

Secde hayrân olmayı, şükretmeyi, kendi rızānla teslîm olmayı, tevâzuu, memnûniyeti ve pişmanlığın gözyaşına bürünüşünü simgeler. 

Toprak vermekten aslâ vazgeçmez. Toprağa ne ekersen onu biçersin. Secdede alnımızı can veren toprağa koyuyoruz, bizi su ve topraktan Yaratan’a dönüyoruz. Hayâtımızı, Hayat Veren’e veriyoruz, yaratıldığımız elementimizin tabiatına dönüyoruz.

Hz. Râbiatü’l-Adeviyye değerli öğüt veriyor: “Cehennemi istihkāk etmiş günahkâr mü'minlerin bedenleri ateşte yanacaktır. Sâdece Allâh'a secde etmiş organları ateşten etkilenmeyecektir. Bu yüzden namazı tüm içtenliğinizle kılın.” 

Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübârekleri ile:

“Ebû Cehil Kâbe’ye gidip putların önünce eğilirdi, Hazret-i Muhammed aleyh-is-salât-ü-vesselâm Kâbe'ye vardığı zaman putlar ona eğildi.”

“Bir kimse Allâh'ın nûruna mazhar olunca onun Allah tarafından seçilmişliğine melekler tarafından secde edilir.”

“Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Allah’da mahvol, O’nun sıfatlarını kazan! Nur istersen nûra istidat kazan; Allah’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş! Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş!” buyuruyor.

Secde esnâsında kişi kalbini mahcûbiyetle Yaratıcıya verir ki kalbi O'nun nûruyla dolsun. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî: “Çıplak toprak ol; üstüne yazı değmemiş tertemiz kâğıt ol ki vahiy kalemiyle taltîf edilesin. Böylece Merhametli Zât sana tohumlar eksin. Kendini tamâmen lütuf nurlarına aç.”

Mü'mini mi'râca götüren en yüce ihsan, namaz sırasında secde edebilmektir. Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî buyurmaktadır: “Varlığımız hayvandan daha üstün. Neden? Çünkü daha fazla biliyoruz. Meleklerin varlığı da bizim varlığımızdan üstün. Çünkü onlarda hiss-i müşterek yoktur. Ehil olanların varlıklarıysa meleklerin varlıklarından üstündür, şaşkınlığı bırak! Melekler Âdem'e secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür. Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değildir, yaraşmaz. Allâh'ın adâleti, Allâh'ın lütfu bir gülün dikene secde etmesini hoş görür mü? Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona mûtî olur.” 

Kenan er-Rıfâî Hazretleri secde hakkında şöyle buyuruyor: “Melekler, birinci secdeyi Hakk'ın emrine itâaten ettiler. Lâkin başlarını kaldırıp secde ettikleri Âdem'de Allâh'ın tecellîsini görünce bir secde daha ettiler.” 

Hazreti Şems-i Tebrizî gönül birliğinin önemine temâs eder: “Namazdaki secdeleri Kâbe'ye doğru yapınız emri geldi. Mâdem ki herkes Kâbe'ye doğru secde edecek, düşünün ki bütün ufuklardaki insanlar bir araya gelip Kâbe yönüne secde etseler ve Kâbe'yi aradan kaldırsak arada Kâbe kalkar ama herkes birbirine değil gönüllerine secde etmiş olurlar.”

Oruç ile secde arasında kuvvetli bir bağlantı vardır. Bu ibâdetlerin yüce kudreti dünyevî bağlantıları keser ve kalbimiz tertemiz olur. Böylece, oruç ve secde bizi Rabbimize yaklaştırır ve bizi mi'râca çıkartır. Orucun itâat ateşiyle yanmış, muhabbetiyle arınmış bir gönül, ayrılık acısıyla kıvranmış, pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanmış bir gönül, secde ederse mi'râca çıkar ve orada cennetin hazzını muhakkak duyar; çünkü görmeye başlar. Allâh'ın ilâhî Cemâl’ini müşâhede eder. “Göz aydınlığım bana namazda verilmiştir” buyuran Sevgili Efendimiz’in yaşadığı ilâhî hazları yaşar. Orucun teslîmiyet aşkıyla yıkanmış bir gönül tertemiz olur ve "Her nerede olursanız olun O sizinle berâberdir.” (Hadîd, 57/4) ve “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 13.) ve “Allah kimin kalbini İslâm’a açmışsa o Rabbinden bir nur üzeredir.” (Zümer, 22.) ve “O onları sever ve onlar da O’nu severler.” (Mâide 5/54) ve “Allah onlardan, onlar Allah’tan râzıdır.” (Beyyine, 98/8) hazzını yaşar.

Şeytanda aşk yoktu. Bu nedenle, Âdem'in nûrunu göremedi ve ona secde etmeyi reddetti. Aşkın yokluğu şeytānın ilâhî câzibeyi hissetmesini engelledi. Hz. Mevlânâ şöyle buyurmaktadır: “Sırlara mahrem olan o tâlihli kişi bilir ki akıllılık İblis’ten aşk ise Âdem’dendir.” “İblis’in ilmi olmasına rağmen dînin aşk kısmından habersizdi, o sebepten Âdem’de çamurdan bir iz hâriç bir şey görüp sezemedi.” 

Şeytan aşkı reddeden inatçı bir varlıktır. Âdem’e secde etmedi, O'nun nûrunu görmedi, halîfetullâhı göremedi. Secdeyi reddetmek gözlerin mühürlü olduğuna işârettir. Hz. Mevlânâ şöyle buyuruyor: “Âdem’i bir beden olarak gören kaçtı da onu mûtî bir nur olarak gören secde etti.” Âdem'e secde etmeyi reddetmesi aslında insanın kudsiyetini görmeyi, anlamayı reddetmesidir. Âdem’e siyah-beyaz bir mantık penceresinden baktı. Âdem’e inkâr gözüyle baktı. Sâdece çamur gördü. Şeytānın, hakîkati yanlış idrâk etmesi Allâh'ın sâlih kullarının, dostlarının ve âşıklarının görüşünün zıddıdır. Hz. Mevlânâ bizlere şöyle buyuruyor: “İblis Âdem’in sûretini görünce onu reddetti. Âdem de ona, ‘Sen tard edildin, ben değil’ dedi.” Dr. Halûk Nurbâki bu konuya değerli bir yorum yapıyor: “Hz. Âdem'in üstünlüğü, insanın üstünlüğü; bütün maddeden üstün olması, sevgiyi bulabilmesidir. Eğer şeytan bu sırrı, Fahr-i Kâinat sırrını keşfedebilseydi, Allâh'ın onu niçin sevdiğini ve aşkın temelindeki câzibeyi anlasaydı, mantığıyla, Allâh'a karşı bir nevî itiraz görüntüsündeki itirâzını yapmayacaktı.” 

Şeytānın itâatsizliğinden dolayı mi'râç kapısı ona kapandı. Allâh'a baş kaldırması ilâhî feyzi kesti. Dolayısıyla şeytan her türlü güzellikten, ihsandan, bereketten mahrum kalmış “ebter”dir. 

Rivâyet olunduğuna göre Hz. Mevlânâ soğuk bir kış gecesi medresede teheccüd namazıyla meşgûl olmuş. Secdede duâyı o kadar uzatmış ki gözyaşları sakallarına karışıp donarak döşemeye yapışmış, çevresindekiler onu sıcak su getirerek kurtarmışlardır. Hz. Mevlânâ ise kuvvetli bir “Âh” ile “keşke beni bıraksaydınız” diye haykırmıştır.

Mart 2024, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak