Ara

Sarayburnu’ndan Sultanahmet Meydanı’na..

Sarayburnu’ndan Sultanahmet Meydanı’na..

Evvelce Sultanahmet Meydanı’ndan hareketle iki rota belirleyip Kadırga ve Küçük Ayasofya semtlerine, buralardaki târihî ve kültürel mîrâsımıza dâir iki ayrı yazı kaleme almıştık. Bugün bambaşka bir rota çizerek Eminönü’nden Ahırkapı ve Cankurtaran semtlerine, oradan da Sultanahmet Meydanı’na çıkacağız. Bakalım kısmetimizde neler varmış? Yâ nasîp!

Bir Pazar sabahı Eyüp Sultan’ımızın Feshāne istasyonundan tramvaya binerek Eminönü sâhile yakın bir konumda bulunan Zindan Hanı önündeki durakta iniyoruz. Günün her saatinde önünde yüzlerce insanın biriktiği balıkçıların, sıra sıra dizilmiş iskelelerin önünden, mahşerî kalabalığın arasından süzülüp Sarayburnu istikāmetine doğru yürüyoruz. Sirkeci Tren Garı’nı geçtikten sonra ortalık yavaş yavaş sessizliğe bürünüyor ve nefes alıp verdiğimizi hissediyoruz. Şehrin karmaşasından, bunaltıcı havasından uzaklaştıkça etrâfımızı daha net görmeye başlıyoruz.

Sarayburnu’na varmadan sâhilde, denize sıfır mesâfede gāyet görkemli, zarîf tasarımlı târihî bir yapı göze çarpar. Sâdelikle ihtişâmı bünyesinde barındıran bu yapı yapıldığı dönemde Topkapı Sarayı sınırları içinde kalan Sepetçiler Kasrı’dır. 17. yüzyılın ortalarında Sultan İbrahim tarafından Bizans döneminden kalma surların üzerine inşâ ettirilmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda yapılan onarımlar yapının mîmârî üslûbunu büyük ölçüde değiştirmemiş, özgün hâliyle zamânımıza ulaşmıştır. Sirkeci Garı’na uzanan demiryolu, Topkapı Sarayı ile bağlantısını kesmeden önce sultanların kayıkları burada korunmaktaydı. İnşaatında kullanılan kırmızı mermerler Darıca ve Rusçuk'tan, çinileri İznik'ten, demir aksam ve çivileri de Samakoy ve Selanik'ten getirilen Sepetçiler Kasrı’na “Topkapı Sarayı'nın denize açılan kapısı” da denilebilir. Bāzı kaynaklara göre Osmanlı sultanları donanmanın sefere çıkış ve dönüşünü Sepetçiler Kasrı ya da Yalı Köşkü'nden seyrederdi.

Memleketime Demiryolu Yapılsın da İsterse Sırtımdan Geçsin, Râzıyım

Edirne Sarayı'nda yükseltilmiş fevkānî yapılara “Sepetçi” veya “Sultānî” ismi verildiğinden dolayı bu kasra da Sepetçiler Kasrı denilmiş. Başka bir rivâyete göre ise Sultan İbrahim, hasırcı-sepetçi esnafını koruduğu ve bu esnaf tāifesi ile iyi ilişkileri bulunduğu için Kasra bu isim verilmiş. Son olarak 1998 yılında restorasyona tâbi tutulan Sepetçiler Kasrı, gününüzde Yeşilay Genel Merkezi olarak faaliyet gösteriyor. Topkapı Sarayı bünyesinde, sâhile yakın konumda, Sepetçiler Kasrı’ndan başka yapılar da bulunuyordu. Bu yapılar tren yolu yapımı sırasında ortadan kaldırıldı. Vaktiyle Küçükçekmece-Yedikule tren hattı şehre uzak kaldığı için İstanbul halkı bu hattın Sirkeci’ye kadar uzanmasını istemişti. Lâkin bunun gerçekleşmesi için demiryolunun Topkapı Sarayı bahçesinden geçmesi, pek çok yapının yıkılması, bahçelerin de bozulması gerekiyordu. Rivâyetlere göre yeni hat önerisi Abdülaziz Hān’a götürülmüş, Şehid Sultan ilgililere şu târihî cevâbı vermiş ve: “Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin, râzıyım.” demiştir. Cenâb-ı Mevlâmız ganî ganî rahmet eylesin inşâallah.

Sinan Paşa Çeşmesi İlgi Bekliyor

Sepetçiler Kasrı’nın önünden geçip Sarayburnu’na ulaşıyoruz. Püfür püfür rüzgarı hiçbir zaman eksik olmayan Sarayburnu, özellikle Haziran-Temmuz aylarının en sıcak günlerinde âdetâ bir nefes alma yeri, bir vaha gibidir. Turistler keşfetmiş buraları, sâhil boyunca İstanbullular’dan çok onlara rastlıyoruz. Etraf piknik yapan, yürüyüşe çıkan, bankların üzerine oturmuş boğazdan gelip geçen gemileri seyreden insanlarla dolu. Sarayburnu'ndan Ahırkapı'ya kadar uzanan sâhil şeridinde de öbek öbek insanlar var. Ancak bunlar daha ziyâde balık tutmak ve yüzmek için biraraya gelen insanlardan oluşuyor. İstanbul'un bu en hoş manzaralı seyir alanında ayaklarımızı denize sokup biraz serinledikten sonra yolumuza devâm ediyoruz. Topkapı sarayı önlerinde, sur duvarında bir kitâbe dikkatimizi çekiyor. Yolun karşısına geçip yakından incelediğimizde bu kitâbenin Sinan Paşa Çeşmesi’ne āit olduğunu öğreniyoruz. Ahırkapı civârındaki Sinan Paşa Köşkü’nün altında bulunan çeşme çok harap vaziyettedir. Yalnız kitâbe taşı sağlam kalmış, onun da yazıları okunamayacak vaziyette. Dört mısrâ, on iki kutucuktan oluşan 1598 târihli kitâbenin târih mısrâları şöyledir: “Çü cârî oldu bu ayn-ı revân-bahş/ Dedi târîhi Sâî: “Mâ’-i cân-bahş”. Surlar hâlihazırda Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar Başkanlığı tarafından köklü bir şekilde restorasyona alınmışken bu târihî çeşme de ihyâ edilse ne iyi olur.

Ahırkapı istikāmetinde yürüyoruz. Cankurtaran mevkiine geldiğimizde burada bizi Ahırkapı Feneri selâmlıyor. Sultan III. Osman devrinde yapılan ve çeşitli yangınlar gören ahşap fenerin yerine, 1855'te Sultan Abdülmecid devrinde yeniden inşâ edilmiş. Rivâyetlere göre Mısır'a yük taşıyan ticârî bir geminin Kumkapı'da karaya oturmasından sonra yapımına pâdişah tarafından karar verilmiş ve Süleyman Paşa nezāretinde inşâ edilmiş. Fener deniz seviyesinden 36 metre yükseklikte olup kulesi 26 metre yüksekliğinde, örme taş kuledir. Fener ve gardiyan binâsı ulusal mîras olarak Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nce koruma altındadır.

Avrupa Yakasında Mihrâbı Kâbe’ye En Yakın Câmi-i Şerîf

Ahırkapı'dan geçip Ahırkapı Caddesi boyunca Küçük Ayasofya istikāmetine doğru yürüdüğümüzde az ötede güzellikler meşheri diyebileceğimiz bir konakla karşılaşıyoruz. Burası 19. yüzyılın en büyük bestekârı Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi'nin yaşadığı evdir. [1818–1846] Türkiye Târihi Evleri Koruma Derneği tarafından 1984 yılında restorasyon kapsamına alınan konak, günümüzde müze olarak hizmet veriyor. Dede Efendi Konağı’na bitişik vaziyette bulunan çeşme, Hekimoğlu Ali Paşa Vâlidesi Çeşmesi'dir. Sultan II. Mahmud dönemi sadrâzamlarından Hekimoğlu Ali Paşa tarafından, vâlidesi Safiye Hanım adına 1734 yılında yaptırılmış. Tezyînâtı gāyet yoğun bir çeşmedir. Çeşmenin hemen karşısında İstanbul’un en eski câmilerinden olan ve Avrupa yakasında mihrâbı Kâbe’ye en yakın câmi olarak bilinen Akbıyık Câmi-i Şerîfi bulunuyor. Bu sebeple câmi, “İmâmü’l-Mesâcid” (mescidlerin imamı) veya “Evvel-i Kıble” adını almıştır. 1464 yılında, Fatih dönemi devlet adamlarından Akbıyık Muhyiddîn Efendi tarafından yaptırılmıştır. Farklı dönemlerde yenilenen mâbedin ilk yapılış hâlinden bir iz kalmamış. Rivâyetlere göre bânî Muhyiddîn Efendi’nin kırık mezar taşı son yıllarda toprak altından çıkarılmıştır. Hazire kilit altında olduğu için maalesef görme ve inceleme fırsatı bulamadık. Câminin Akbıyık ismiyle anılan bir de çeşmesi var. Daha ileride Kapı Ağası Mahmud Câmi-i Şerîfi bulunur. Rivâyetlere göre Mîmar Sinan eseri olan bu yapının da özgün hâlinden eser kalmamış.

Nurlu Bir Mâbed İshak Paşa Câmi-i Şerîfi

Ahırkapı Caddesi boyunca, Cankurtaran istikāmetinde ilerleyerek, surların dibinden geçip, Sultanahmet Meydanı’na doğru yürüyeceğiz. Yol boyunca irili ufaklı, bakımlı bakımsız pek çok sivil mîmârî örneğiyle karşılaşıyoruz. Şadırvan Sokağı’nı geçip sur boyunu tâkip ettiğimizde Topkapı Sarayı’nın Bâb-ı Hümâyun adlı kapısı önüne çıkılır. Ancak biz bugün bu güzergâhı tâkip etmiyoruz. İshak Paşa Caddesi üzerinden yokuşu tırmanırken sol kolda, Akbıyık Caddesi girişinde târihî bir yapı dikkatimizi çekiyor. Etrâfı duvarlarla çevrili bu nurlu yapı İshak Paşa Câmi-i Şerîfi'dir. Surların hemen dibinde, meyilli bir arâzi üzerinde konumlanan, tek kubbeli, mütevâzı lâkin inci gibi latîf görünümü olan câminin târihi tam olarak bilinmiyor. Ancak bânîsi Sadrâzam İshak Paşa'nın 1482’de vefât ettiği dikkate alınarak bu târihten önce yapıldığı tahmîn ediliyor. Tuğla minâresinde üç sıra beyaz taş bilezik bulunur. Câminin batı tarafındaki kubbeli yapı İshak Paşa Hamamı’dır. Yaklaşık bir asra yakın zamandan beri harap vaziyette bulunan bu târihî hamam ihyâ edileceği günleri bekliyor.

Hapishāneydi Otel Oldu

İshak Paşa Hamamı’nın bulunduğu Akbıyık Caddesi’nden Adliye ve Kutlugün sokaklarını geçerek Tevkifhane Sokağı’na ulaşıyoruz. Sokağa adını veren 1918 yılında hapishāne olarak inşâsına başlanan Tevkifhāne, rivâyetlere göre Bizans Sarayı’nın kalıntıları üzerine inşâ edilmiş. Giriş kapısı üzerindeki levhada, Osmanlı Türkçesi’yle: “Dersaadet Cinâyet Tevkifhānesi” yazılıdır. Cezaevinin giriş kapısının bulunduğu sokağa “Tevkifhane”, arka kapısının bulunduğu ve mahkûmların serbest bırakıldığı sokağa ise “Kutlugün” adı verilmiş olması mânidardır. 1919’da faaliyete geçtikten sonra 1969’a kadar tam 50 sene hapishāne olarak kullanılmış, devrin pek çok ünlü ismi buraya hapsedilmiş, çilesini burada doldurmuş. Bayrampaşa Cezaevi açıldıktan sonra ihtiyaç duyulmadığı gerekçesiyle kapatılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde çeşitli etkinlikler için kullanılan cezaevi, 1996’da restorasyona tâbi tutularak otele çevrilmiş.

Abdurrahmân-ı Şâmî Hazretleri, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (ra) Sancaktârı Olarak Biliniyor

Sultanahmet Meydanı’na çıktığımızda, Tevkifhane Sokağı’nın girişinde, sol kolda Abdurrahman Şâmî Tekkesi ile karşılaşıyoruz. Bünyesinde sahâbîlerden Abdurrahman eş-Şâmî’nin makam-türbesini barındıran bu tekke, kaynaklarda Sancaktar ve Sancaktar Baba adlarıyla da anılmaktadır. Tekkeye adını veren Abdurrahman eş-Şâmî’nin İslâm Ordularının 668-69 yılında İstanbul’u kuşattıkları sırada şehîd düşmüş sahâbîlerden biri olduğu ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin sancaktarlığını yaptığı söylenmektedir. Mütevâzi ölçekli tekke binâsının yanı başındaki küçük yapı, Abdurrahman eş-Şâmî’nin makam türbesidir. İstanbul’da benzer pek çok sahâbî kabir ve türbesi bulunur. Bunlara dâir vaktiyle “İstanbul'da kaç sahabe kabri var? Kaçı Yeraltı Câmi-i Şerîfi'nde?” başlıklı bir yazı kaleme almıştık. İlgili okuyucularımız bu yazıya internetten de ulaşabilir. M.Baha Tanman’ın verdiği bilgilere göre: “Tekkenin bânîsi, Rifâiyye şeyhlerinden türbedar Mehmed Râşid Efendi’dir. Kuruluşundan sonra kırk yıl kadar Rifâiyye’ye hizmet etmiş olan Abdurrahman eş-Şâmî Tekkesi, 1925’te kapatıldıktan sonra bakımsızlıktan harâp olmuştur. Ancak 1985’te Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu bu tekkeyi, mal sâhibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kirâlamış, tevhidhāne ve türbeyi aslî hüviyetleriyle korunacak şekilde küçük bir müzeye dönüştürmüştür.” Türbe kapısı üzerinde, restorasyon sırasında yeniden yazıldığı anlaşılan, Mehmed İzzet Efendi imzālı iki mısrâlık bir kitâbe bulunur. 1885 târihli kitâbe üzerinde şu ibâreler yazılıdır: “Mihmandâr-ı Hazret-i Peygamber Hazret-i Hâlid’in alemdârı/ Abdurrahmân-ı Şâmî Hazretleri’nin meşhed-i âlîleridir”. Himmetleri hazır olsun. Ruhlarına bir Fâtiha üç İhlâs-ı şerîf okuyarak bugünkü ziyâretlerimizi tamamlıyoruz.

Rotamızda elbette daha nice târihî ve kültürel mîrâsımız vardır. Ancak biz zuhûrâta tâbi olarak gördüğümüz, dokunduğumuz eserleri paylaşmaya çalıştık. Her zaman ve zeminde ifâde ettiğimiz gibi İstanbul'u keşfetmeye ömür, anlatmaya kelimeler kifâyet etmez. Başka keşiflere yelken açmak dileğiyle hoşça bakın zâtınıza efendim.

Ekim 2025, sayfa no: 46-47-48-49-50-51

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak