Sâlikin Mânevî Yolculuğunda Gönlünü Meşgûl Eden Duygu ve Düşünceler:
Çeşitleri, Olumlu ve Olumsuz Yönleriyle Sûfî Düşüncede Havâtır
Abdullah Sivaslı
‘Hâtır’ kelimesinin çoğulu olan ‘havâtır’ kavramı; ‘aklına gelmek, hatırlamak, içine doğmak’ gibi anlamlara gelmektedir.1 Genel olarak bu kavram, ‘insanın irâdesi dışında zihnine gelen iyi veya kötü düşünceleri’ ifâde için kullanılmıştır.2 Sûfî terminolojide ise; ‘sâlikin kalbine Hakk, melek, nefis veya şeytandan gelen hitaplar, sesler’ şeklinde târif edilmiştir.3 Sûfîler, sâlikin gönlünü meşgûl eden düşünceleri/havâtırı izah ederken ‘hâcis, vesvese, hadîsü’n-nefs, ilhâm, niyet, hemm, azm ve kasd’ gibi birçok kavramdan da istifâde etmişlerdir.4 Ayrı ayrı târif ve tanımları yapılan bu kavramların ortak noktasının ‘havâtırın etkisiyle yönlendirilen kalbî irâdenin, yaptırılmak istenen davranışa karşı talep derecesini ifâde etmeleri’ olduğunu söyleyebiliriz.5 Havâtır kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir. Bununla birlikte birçok hadîs-i şerifte bu kavram üzerinde durulmuş ve konu çeşitli yönleriyle değerlendirilmiştir. Örneğin, Hz. Peygamber’in (sav) ‘Şüphesiz Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdîr etmiş ve sonra bunu beyân etmiştir. Binâenaleyh kim bir iyiliği şiddetle arzu eder ve işlemezse, Allah Teâlâ onu, tam bir iyilik olarak yazar. Eğer o iyiliği şiddetle arzu eder ve işlerse, onu on iyilik olarak yazar, yedi yüz kat veya daha çok yazar. Eğer bir kötülüğü şiddetle arzular ve işlemezse, onu tam bir iyilik olarak yazar. Eğer bir kötülüğü şiddetle arzular ve işlerse, onu bir kötülük olarak yazar. Hâlbuki Allah nezdinde (nefsin) şiddetli arzusunda devâm edenden başkası helâk olmaz’6 hadîs-i şerîfi kişinin, kalbine gelen duygu/düşünce sebebiyle konuşlandığı psikolojik hâle işâret etmesi bakımından önem arz etmektedir.7 Sûfîler, tesbit yöntemleri ve kökenleri itibâriyle havâtırın birçok farklı türleri üzerinde durmuşlardır.8 Örneğin Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî, ‘hâcis, hâtır, hadîsü’n-nefs, hemm ve azm’ olmak üzere havâtırın beş türünden ve bunları tanıma yollarından detaylı bir şekilde söz etmiş,9 Ebu Talib el-Mekkî ise ‘ilham, vesvese, duyum, niyet, kuruntu-emel, tefekkür-tezekkür, müşahede ve hemm’ olarak takdîm ettiği havâtırın sekiz türünden bahsetmiştir.10 Necmeddin-i Kübra ise, ‘havâtır-ı Hakk, havâtır-ı kalp, havâtır-ı melek, havâtır-ı şeytan ve havâtır-ı nefs’ olmak üzere beş çeşidi olduğunu belirtmiştir.11 Sûfîler, havâtırın sâliki hayra veya şerre yönlendirici olup olmadıklarını tesbit edebilme noktasında da görüşler serdetmiştirler. Gazâlî bu hususta şunları söylemiştir: ‘Nice sûfîler var ki, yirmi sene bir hayâl üzerinde kalmışlardır. Şâyet bu yola girmeden önce ilim sâhibi olsalar, o hâlin hayâl olduğunu hemen anlarlar ve kendilerini kolaylıkla kurtarabilirlerdi.’12 Sühreverdî ise havâtırın hayr-şer olup olmadığını ayırt edememenin sebeplerini şöyle sıralamıştır: ‘Kalbe gelen mesajın/havâtırın doğrusunu yanlışından ayırt edememekte; ilimde noksanlık gibi sebeplerle birlikte, kişinin yiyip içtiğine haramın karışması yatmaktadır.’13 Gazâlî14 ve Sühreverdî15 gibi büyük isimlerin havâtır konusundaki genel değerlendirmelerini daha sistemli bir şekilde yorumlayan isimlerden birisi de Şihâbüddin Ahmed Sivasî’dir. Ona göre havâtır şiddetli/yoğun bir şekilde gerçekleştirilen zikirden kaynaklanmaktadır ve havâtır ‘nefs ve şeytânın işbirliği içerisinde tâlibi Hakk’tan uzaklaştırmak için başvurdukları bir yol’ anlamına gelmektedir.16 Ona göre havâtırın ilki Hakk Teâlâ’nın gönle düşmesi şeklinde meydana gelmektedir ki bu Hakk ile ilgili kalbe gelen duygu ve düşünceler tâlibin bu yola girdiği başlangıç denebilecek aşamalarda söz konusu olmaktadır. Havâtır konusunda kendisinden önce dile getirilen görüşleri de içerecek şekilde gönle gelen duygu ve düşünceleri ikiye ayıran Sivasî, ilkini ‘yakaza hâlinde kişiden ayrılmayan ve engellenemeyen ebedî doyuma ulaşmış bir şekilde kalpte kalan duygu ve düşünceler’ şeklinde tanımlamıştır. Buna ‘ilham’ denildiğini belirten Sivasî, ilhâma ulaşan bir kalbin ilme ulaşmış olacağını, bu sebeple de o kalbe şeytan tasallutunun söz konusu olamayacağını ifâde etmiştir. İlhâma ulaşan kalbe, şeytânın vesvese -yâni şer bir iş için gizli bir sesle sözün tekrarlanması- dışında bir dahlinin olamayacağının altını çizmiştir.17 Sivasî, havâtır konusunda sâliki en fazla zorlayan husûsun, nefsinin sâlike seslenmesi şeklinde meydana gelen havâtır olduğunu ifâde etmiştir. O, nefsin seslenişi karşısında sâlikin takınması gereken tavrı şu cümlelerde serdetmiştir: ‘Nefsin askeri hayvânî ruhtur. Tabiatı hevâ ve şehvettir. Nefis, helâk edici şeyleri görmeyen kör gibidir. Hayrı şerden ayırd edemez. Hikmetinin lutfuyla ve rahmetinin genişliği ile Allah Teâlâ onun gözünü nurlandırır. Böylece nefs, düşmanlarını ve korkması gerekenleri görebilir. Nefsin gözü görmeye başlayınca domuzların hırsına benzer hırsları, köpeklerinki gibi doyumsuzlukları ve kaplan/leoparlarınki gibi öfkesinin olduğunu görür. Cimriliğin gücü, şehvetin katranı, açgözlülük ateşi, şeytânın sevimliliği, hased ateşi, fesat ve şerrin kaplayıcılığı… Bütün bu nefs-i emmâreye âit kötü hasletler sabırla sükût etmeye devâm ile tedâvi edilebilir. Bu şekilde nefs, o düşmanlardan emîn olur. Böyle bir durumda insanın içinden nefsin dışına sızan kötülükler boşalmış olur. Nefis bu kalelerden kurtulduğunda ve ev rezilliklerden süpürüldüğünde îmânın yetmiş küsür şûbesi ile süslenir. Bu durumda nefis mutmainne derecesine ulaşmış olur. Bu durumda nefs, Allah Teâlâ’nın ‘Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön’18 hitâbına ulaşmıştır.’19 Sonuç Olarak Sûfîlerin havâtır konusunu ‘kaynağı, çeşitleri ve havâtırla mücâdele şekli’ gibi başlıklar altında ele alıp değerlendirdiklerini gördüğümüzü ifâde edebiliriz. Sûfîler, Kur’ân-ı Kerim’de geçmeyen fakat hadîs-i şeriflerde hakkında bilgi verilen bu psikolojik hâlin sâlike olumlu-olumsuz tesirlerini tesbitle, kişinin mânevî yolculuğunda önüne çıkacak önemli bir engeli tesbit edip bu engeli aşabilmesinin yollarına giden kapıları aralamaya gayret etmişlerdir. Bu çaba, tasavvuf târihi açısından önemli olduğu kadar insanlık târihi açısından da önemli bir gayrettir. Çünkü hiçbir insan gönlünü/kalbini meşgûl eden olumlu ya da olumsuz duygu/düşüncelerden kurtulma şansına sâhip değildir. Bu duyguların/düşüncelerin hangisinin bireyi hayra hangisinin şerre yönelteceği meselesi dünyâ-âhiret dengesi açısından her bir insan için önem arz etmektedir. Sûfîlerin bu konuya dâir tesbitleri, bu seslenişleri/havâtırı İslam’ın sınırları içerisinde bireyin lehine çevirebilmenin gayreti olarak değerlendirilebilir. Bu noktada birçok insanın, kalbini/gönlünü meşgûl eden bu düşünceler sebebiyle psikolojik bunalımlara düştükleri gerçeği hatırdan çıkarılmamalıdır. Sûfîlerin havâtır konusunda, türleri ve havâtırla mücâdele noktasında farklı değerlendirmeler yapmaları onların farklı hâl ve durumlara göre havâtır konusunu ele almalarından kaynaklanmaktadır. Onlar genel olarak havâtırı tesbit ve onu hayra yönlendirme gâyesiyle hareket etmişler ve kişiyi/sâliki şerre yönlendirecek havâtırla mücâdele adına içerisinde bulundukları hâle/makâma göre farklı yöntemler serdetmişlerdir. Bu farklılık, yol gösterici/mürşid-i kâmil ve mânevî yolculuğun baş aktörü olan sâlikin psikolojik açıdan farklılık arz etmelerinden de kaynaklanmaktadır. Dipnotlar [1] İbn Manzur, Lisânü’l-Arab,c. IV, s.249; Cürcanî,Târifât, s.95; Fîrûzâbâdî, Kâmusu’l-Muhît, c.II, s.22-23. 2 Yusuf Şevki Yavuz, ‘Havâtır’, İA, c.XVI, s.523. 3 Süleyman Uludağ, ‘Havâtır’, İA, c.XVI, s.526; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.331. 4 Gazâlî, İhyâ, c.III, s.41. 5 İsmail Çetin, Teklifî Hükümler Ölçüler, Dilârâ Yay., Isparta, 1992, s.35. 6 Müslim, İman 203-206. ‘İnsan vücûdunda bir et parçası vardır ki, o iyi olur ise beden de iyi olur. Eğer o fenâlaşır ise, beden de fenâlaşır. Dikkat ediniz o parça kalptir’ hadîs-i şerîfi de havâtır konusuna işâret eden bir diğer hadîs-i şerif olarak kabûl edilmiştir.’ Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkât 107; İbn Mace, Fiten 14. İsa Çelik, ‘Tasavvufî Düşüncede Havâtır’, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: I, s.159-160. 7 Âdem Ergül, Kur’ân ve Sünnette Kalbî Hayat, Altınoluk Yay., İstanbul 2000, s.344-345. 8 Kelâbâzî, Taarruf, s.109; Abdullah Develioğlu, Gülzâr-ı Sofiyye Kasîde-i Taiyye Şerhi, Ahmed Sait Matbaası, İstanbul 1961, s.303-304. 9 Mevlânâ Halid-i Bağdâdî, Mecd-i Talid-Büyük Doğuş, Haz., Yakup Çiçek, Umran Yay., İstanbul 1994, s.72. 10 Hüseyin Certel, Ebû Tâlib el-Mekkî’de Tasavvufî Yaşayış, (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum 1993, s.35-36; Necdet Tosun, ‘Azîz Mahmud Hüdâyî’nin Tecelliyât İsimli Eseri ve Tasavvufta Rûhî Tecrübelerin Aktarılması Geleneği’, Uluslararası Aziz Mahmud Hüdayi Sempozyumu, c.I, İstanbul 2005, s.224. 11 Necmüddîn-i Kübrâ, Tasavvufî Hayat (Risâle ile’l-Hâimi’l-Hâif min Levmeti’l-Lâim), Çeviren: Mustafa Kara, Dergah Yay., İstanbul 1980, s.83-86. Rûzbihân el-Baklî (ö.606/1209) hâtır çeşitlerini şu şekilde sıralamıştır: “Hâtır-ı Hakk, hâtır-ı melek, hâtır-ı fiil, hâtır-ı akıl, hâtır-ı ruh, hâtır-ı kalp, hâtır-ı nefs, hâtır-ı şeytan, hâtır-ı sır, hâtır-ı fıtrat.” Rûzbihân el-Baklî eş-Şîrâzî, Kitâbu Meşrabi’l-Ervâh, Tashih: Nazif Muharrem Hoca, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1974, s.169-170. 12 Gazâlî, İhyâ, c.III, s.26. 13 Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s. 317. 14 Gazâlî, Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn, Tercüme: Dilaver Selvi, Semerkand Yay., İstanbul 2004, s.165-170. 15 Sühreverdî, Avârifü’l- Maârif, s.594-603. 16 Sivasî, Risâletü’n-necât min şerri’s-sıfâtı’z-zemime, Süleymaniye Şehit Ali Paşa, No: 1391. 94a-94b. 17 Sivasî, Risâletü’n-necât, 94a-95b. 18 Fecr 89-27-28. 19 Sivasî, Risâletü’n-necât, 97a-97b. Sivasî’nin havâtır konusuna dâir geniş bir değerlendirmesi için bkz., Fatih Çınar, ‘Şihabüddin es-Sivasî’nin ‘Risâletü’n-necât’ Adlı Eseri Bağlamında Nefsin Islahına Dâir Görüşleri’, CÜİFD, Sivas 2014, c. XVII, Sayı:II, s.34-38.Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak