Ara

Sâlikin Mânen Hakk’ın Huzûrunda Mahv Olması ve Sâlikin Allah Teâlâ’nın Standartlarıyla/Rızâsıyla Birlikte Olması: ‘Fenâ’ ve ‘Beka’

Mest oluben ‘aşķ-ı Haķ’dan varını yaġmaya vir, Gel beķā bul-ġıl fenāda yokluk içre varı gör.1

Tasavvuf; bireyi/sâliki seyr ü sülûk aşamalarından geçirerek, Allah Teâlâ’dan başka herşeyden yüz çevirmesini sağlayıp sâdece O’na yönelmesini temin etmeyi amaçlayan bir sistemdir.2 Başka bir ifâdeyle ‘fenâ’, kişinin varlığının şartlarının ölümlü varlık tarafından tam anlamıyla ortadan kaldırması, ‘bekaa’ anlamında varlığının Hakk’ı temâşâsı sırasında ortadan kalkması şeklinde özetlenebilir.3 Bu sistemde ‘fenâda/yoklukta’ vahdet bilgisine ulaşma gayreti söz konusudur. Bunun için de sâlik, ‘beka/sonsuzluk’ karanlıklarında gizlenen hakîkatlere ulaşmalıdır.4 Bu hedef sâlik açısından âb-ı hayat/hayat suyunu içmek ve bir tür ölümsüzlük iksirine kavuşmak mânâsına gelmektedir:

‘Bahr-ı fenâda fânî ol gör ki ne hoş hayât olur, Âb-ı hayât imiş fenâ gerçi adı memât olur.’5

Fenâ, tasavvuf literatüründe benlikten kurtulmayı ifâde eden bir kavram olarak kullanılmıştır.6 Fenâ, kendi sıfatlarından kurtulmak demektir. Sûfîlere göre derviş/sâlik varlıklar âleminde gönlünü uyanık tutmalı, kendinin ‘tedbir alanı ve ayakta tutanı’ olan Allah Teâlâ’dan başka birşeyi görmemeli ve bilmemelidir.7 Benlik dâvâsından vazgeçmek ise kişinin/sâlikin nefsini görmekten fânî olmasını gerekli kılmaktadır. Sûfî düşünceye göre benlikten vazgeçilmedikçe fenâ makâmına ulaşılamaz. Fenâya ermek/ulaşmak perdelerin kalkması ve gözün görmeye başladığı bir tür ölümü hâlini temsil etmektedir. Sûfîlere göre ‘Sen bundan gaflet içindeydin. Biz senden perdeyi kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir, der8 âyeti fenâ hâline işâret eden bir âyet-i kerîmedir. Sûfîler, ‘Ölmeden önce ölünüz9 hadîs-i şerîfinin de fenâ hâline delâlet ettiği kanâatindedirler.10 Neccâr-zâde benlik dâvâsından vazgeçip Allah Teâlâ’da fânî olma hâlini önemini şu dizelerinde dile getirmiştir:

‘İskât-ı izâfât edemez ehl-i kuyûd, Tâ etmeyecek nefsle isbât-ı vücûd. Rızâ benlik vücûdun aşk meydânında mahv etdi, Ne varlıkdan eser kaldı ne yoklukdan haber peydâ’11

Hucvirî, kulun kendi varlığından fânî olmasının Hakk’ın celâl ve azametini keşfetmesiyle mümkün olabileceğini söylemiştir. Bu halde/makamda sâlikin dünyâ ve âhiret kaygılarından/hesaplarından vazgeçeceğini, makam, hâl, kerâmet ve akıl gibi bağlardan sıyrılıp nefsinden fânî bir konuma yükseleceğini ifâde etmiştir. Ona göre, birey/sâlik fenâ hâlinin zirvesinde fenâdan da fenâ olur yâni fenâ hâlini yaşadığını görmezlikten gelir ve o zaman Hakk ile konuşmaya başlar, huşû ve hudû hallerine vâsıl olur. Birey/Sâlik bu halleri tecrübesiyle ‘bezm-i elest’te verdiği kulluk ahdine yâni aslî fıtratına dönmüş olur.12 Eşrefoğlu Rûmî de fenânın ‘dünyâdan soyutlanma, kötülüklerden arınma ve Allah’ta yok olma’ şeklinde gerçekleşebileceğini belirtmiştir. Ona göre beka yâni Allâh’ın varlığında sonsuza ulaşma için ilk önce fenâ olmalı yâni sâlik/birey kendi varlığından vazgeçmelidir:

‘Ol fenâdan bir fenâya bir fenâdan key fenâya, Key fenâdan sonra irişdüm anun bekâsına.’ ‘Bekaa bulmak dilersen var fenâ ol, Bekâya yol fenâya varmak oldı.’13

Kalbin fenâ ve beka hallerinden bahisle konuyu değerlendiren Harraz’a göre kalbin fenâsı şu üç şeydedir: ‘Kalbin zâhirine gaybın açılması, Mevlâ’nın nazarının ve gayretinin gönül üzerine olması, Mevlâ’nın gayretinin gönül üzerine olması.’ Yine ona göre, ma’rifetin bekası ise şu üç şeydedir: ‘Birincisi, onun bekası kendinden gayrinin fenâsıyladır. İkincisi, onun bekası sırrın bekasındadır. Üçüncüsü, onun bekası ilmin bekasındadır.’14

Filibeli’nin fenâ ve beka tanıtımında ise vahdet vurgusu dikkat çekmektedir: ‘Fenâ, hakîkat-i vücûdu bilmek demektir. Şu halde Allah’ta fânî olmak zâten Allah’tan başka bizâtihî mevcud bir şey bulunmadığını şühûden ve zevken bilmek demek olur. Beka, hakîkat-i vücûdun müeddasında bi’z-zarûre bulunulduğunu bilmek demektir. Şu halde Allah’la bâkî olmak yine Allah’tan başka bizâtihî mevcud bir şey bulunmadığını bilmek demek olur.15

Fenâ ve beka ikilemini insan-ı kâmil olma süreci açısından değerlendiren Sayar’ın şu ifâdeleri bu noktada çok çarpıcıdır: ‘Fenâ, insan-ı kâmil olma sürecinde bireyin mevcut hâlini çözmesi, parçalaması ve düşmesi; beka ise yeniden yükselmesi ve bütünleşmesidir. Fenâ bilinen benliğin ölüp gitmesine işâret ederken beka Kozmik Ben’de yeniden doğuş anlamına gelmektedir.16

Sûfîlere göre fenâ hâli amaç değil belki hakîkate ulaşma yolunda bir araç olarak görülmüştür. Sûfîler sâdece fenâ hâliyle değil birbirini tamamlayan haller olarak fenâ ve beka birlikteliğiyle ancak hakîkate ulaşılabileceğini belirtmişlerdir.

‘Fenâyıla bekânın ittihâdı zâhir ü bâtın, Nümâyândır ûlû’l-ebsâra remzi lâ vü illâda. ‘Tehî sanma müessirden nev âsâr –ı şüûnâtı Tecelliyyât-ı Mevlâ’dır görünen zîr ü bâlâda.’17

Tasavvufî anlayışta nefsin yenilerek sâlikin Allah Teâlâ’ya ulaşması birkaç aşamada gerçekleşen bir durum olarak görülmüştür. Buna göre, öteki müridlerle kaynaşma anlamına gelen ‘fenâ fi’l-ihvân’; şeyhle/üstadla kaynaşıp onun varlığında yok olma mânâsına gelen ‘fenâ fi’ş-şeyh’; Hz. Peygamber’in (sav) varlığında yok olma hâlini ifâde eden ‘fenâ fi’r-Resûl’ ve dünyâ ile ilgiyi kesip Allah Teâlâ’nın varlığında yok olma hâlini ifâde eden ‘fenâ fi’llâh’ mertebeleri kat edilmelidir.18 İlâhî aşkla Allah Teâlâ’da yok olma mânâsında ‘fenâ fillâh’ makâmına ulaşmak her sûfînin hedefidir. Hacı Ali Galib Efendi, sûfîlerin bu hedefe ulaşma arzularını şu şekilde dile getirmiştir:

‘Mahzen-i’aşk-ı mecâzîden dilim âzâd idüb, Gülşen-i bağ-ı hakîkatte ‘fenâ fillâh’ kıl.’19

Sûfîlere göre anılan bu mertebelerin aşılabilmesi için şerîat-tarîkat-hakîkat ve ma’rifet kapılarının dâimâ açık ve canlı tutulması gerekmektedir:

‘Şerî‛atde ţarîķat ‛ârif-i billâha rûşendür, Ĥaķīķat ma‛rifet erbâbını ḫod reh-nümâ buldum. Şerî‛atsız ţarîķat bir binâdur pâyidâr olmaz, Ĥaķīķat ma‛rifetsiz bir binâdur kim fenâ buldum.’20

Fenâ ve beka özelinde sûfîlere baktığımızda onların sûretten sîrete, şekilden öze ve maddeden mânâya doğru türlü bağlardan kurtularak Allah Teâlâ’ya ulaşma sürecindeki tespitlerini gözlemleme fırsatına kavuştuğumuzu ifâde edebiliriz. Sûfîler, fenâ ve bekaa halleri çerçevesinde nefis, şeytan, dünyâ ve şeytanlaşmış insanlar gibi zincirlerden benliklerini; din kardeşleri, üstadları, Hz. Peygamber (sav) ve nihâyet Allah Teâlâ’nın zâtında yok edip Allah Teâlâ’nın zâtıyla bâkî olma gayretlerini ifâde imkânı bulmuşlardır. Onların şerîat-tarîkat-hakîkat ve ma’rifet deryâlarını fenâ-beka kavramları vesîlesiyle sıklıkla dile getirmeleri, hiçbir zaman dînin özünden (Kur’ân ve Sünnet’ten) kopmadan hedeflerine ulaşabilmek için gayret gösterdiklerinin bir göstergesi niteliğindedir. Yine sûfîlerin sabır, vahdet, tecellî ve dünyâdan yüz çevirme gibi vurgularla fenâ-beka konusunu değerlendirmeleri kavramlar/haller/makamlar arasındaki girift ilişkiyi, bir yandan da onların iğne ile kuş yuvasına evlerini kurar gibi hassas bir düşünceyle/işleyişle sistemlerini şekillendirdiklerini gözler önüne seren numûnelerdir.

Sûfîler, fenâ-beka hallerinde Allah Teâlâ’ya aslâ fiziksel bir yakınlaşma veya bir bütünleşmeden bahsetmemişlerdir. Onlar, mânevî yakınlığın sâlikin kötü huylarını yakıp yok ettiğini ifâde ettikleri fenâ ve beka hallerini, Allah Teâlâ’nın gerçek varlık diğer varlıkların gölge varlık oldukları şuuru ve Allah Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanabilme süreci olarak görmüşlerdir. Onların kulluk şuuruyla ellerinden geldiğince gayret göstermeleri, ‘Yakîn/Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibâdet et21 âyetinin sırrına vukûfiyetlerini de fark etmemize vesîle olmaktadır.

Abdullah Sivaslı  (Aralık 2016)

Dipnotlar: Necdet Şengün, ‘La’lî Mehmed Fenâî Efendi ve Dîvânçe’si’, DEÜİFD, Sayı: XXV (İzmir 2007), s.258. 2 Necmeddin-i Kübrâ, Fevâihu‟l-cemâl (Tasavvufî Hayat İçinde), Tercüme: Mustafa Kara, Dergâh Yay., İstanbul 1980, s.120. 3 M. M. Şerîf, İslâm Düşüncesi Tarihi, İnsan Yay., İstanbul 1990, c.I, s.371. 4 Suad el-Hakim, İbnü’l-Arabî Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2005, s.110. 5 Nazmi Özerol, ‘Seyyid Nesimî’nin Şiirlerinde Ahengi Sağlayan Edebî Sanatlar’, International Journal of Social Science, Volume 6 Issue 5, May 2013, s.988. 6 Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul 1985, s.243 7 Hacı Bektaş Velî, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, Hazırlayan: Gıyasettin Aytaş-Hacı Yılmaz, Ankara 2009, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Merkezi Yay., s.11 8 Kaf 50/22. 9 Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, c.II, s.384. 10 Sıddık Korkmaz, ‘Şeyh Safîyeddin Erdebilî Buyruğu’nun Muhtevası Üzerine Bir İnceleme’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, II/1 (Bahar 2009), s.110. 11 Hâlil İbrahim Şimşek, ‘Mesnevîhân Bir Müceddidiyye Şeyhi: Neccâr- Zâde Mustafa Rızâ’nın Hayatı ve Tasavvufî Görüşleri’, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Sayı: XIV, s.171-172. 12 Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 363–364 13 Ferudun Hakan Özkan, ‘Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı’nda Dört Kapı Kırk Makam’, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011/59, s.262. ‘Mest olu-ben ‘aşķ-ı Ĥaķ’dan varıñı yaġmaya vir/Gel beķā bul-ġıl fenāda yoķluķ içre varı gör’ diyen La’li Mehmed Fenâî Efendi de bu görüşe katılmaktadır. Bkz., Şengün, ‘La’lî Mehmed Fenâî Efendi ve Dîvânçe’si’, s.258. 14 Naile Baltacı, Ebû Saîd El-Harrâz'ın Kitâbu'l-Keşf ve'l- Beyân, Kitâbu'l-Hakâik ve Kitâbu'l-Ferâğ Adlı Üç Risalesindeki Tasavvufî Görüşleri (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2009, s.90. 15 Ahmed Hilmi (Filibeli), ‘Tasavvuf-i İslâmî, Üçüncü Kitab: Istılâhât, Esmâ ve Meâni‛, Hikmet, [26 Zilhicce 1328], Sayı:37, s.2. 16 Kemal Sayar, Sufi Psikolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2003, s.53. 17 Şimşek, ‘Mesnevîhân Bir Müceddidiyye Şeyhi’, s.172. 18 Haluk İpekten, Fuzûlî Hayatı Sanatı ve Eserleri, Akçağ Yay., Ankara 1996, s.109-110. 19 Hüseyin Güllüce, ‘Mütevekkilzâde Hacı Ali Galib Efendi, Divânı ve Şiirlerindeki Kur’ânî Temalar’, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı: 32, Erzurum 2007, s.85. 20 Ahmet Karataş, ‘Neccârzâde Şeyh Rızâ Efendi’nin Hacnâme’si’, MÜİFD, 43 ( İstanbul 2012/2), s.191. 21 Hicr 15/99.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak