Ara

Sâlikin Gönlünü Aşkın Çöl Karanlığında Bulması ve Gönlün Sonsuz Sâhilin Aydınlığına Kavuşması: KABZ VE BAST

‘Bir dem cehâletde kalır hîç nesneyi bilmez olur, Bir dem dalar hikmetlere Câlinûs u Lokmân olur.’1Tutukluk, darlık, sıkıntı, rûhun üzüntülü, dertli, elemli, endîşeli olma’ anlamına gelen kabz, tasavvuf literatüründe ‘celâlî tecellîleri müşâhede hâli, aklın ve kalbin bu esnâdaki verimsiz ve kısır hâli’ni ifâde eden bir kavram olarak kullanılmıştır. ‘Kabûl, genişlik, neşe, sevinç, rahat ve huzur hâli’ gibi anlamlara gelen bast ise rûhun feyiz ve kalbin ilham alma hâli olarak ‘sâlikin cemâlî tecellîleri müşâhede etmesi’ şeklinde tanımlanmıştır.2 Sûfîlere göre, kabz ve bast yâni sâlikin tecellîlerin cezbesi/çekmesiyle daralması ve ilâhî lütuflarla bir genişlik hâline bürünmesi ‘havf/korku’ ve ‘recâ/ümit’ mertebesinden sonra sâlikte görülen hallerdir. Kabz ve bast hâli sâlikin isteğiyle meydana gelen haller olmadıkları gibi yine sâlikin dilemesiyle/cehdiyle kendisinden uzaklaşacak haller de değillerdir.3 Sûfîler, ‘Kabz ve bast eden Allah’tır’4 âyeti ve Tebuk savaşından geri kalan Ubey b. Ka’b’ın da içlerinde bulunduğu üç kişiyle ilgili nâzil olduğu bilinen ‘Geniş olmasına rağmen yer onlara dar gelmişti’5 âyetini kabz ve bast hallerinin Kur’ân-ı Kerîm’deki dayanakları olarak takdîm etmişlerdir. Yine onlar, Kehf Sûresi’nde mağaradaki gençlerin sağa sola döndürüldüklerini ifâde eden âyetinin6 onların ‘kabz’ ve ‘bast’ hallerini tecrübe ettiklerine işâret ettiği tesbitinde bulunmuşlardır.7 Sûfîler, Hz. Peygamber’in (sav) bir dönem vahiy kesilince yaşadığı üzüntü hâlinin kabz’a, Cebrâil’in (a.s) ‘Sen gerçekten Allah Resûlüsün’ sözüyle yaşadığı itminan hâlinin ise bast’a işâret ettiğini de savunmuşlardır.8 Tecellîlerin Sâliki Çöl Karanlıklarında Bırakması: Kabz Dervişin Sonsuz Sâhilin Aydınlığına Kavuşması: Bast Meşhur sûfî Serrac’a göre kabz ve bast halleri âriflere mahsus şerefli hallerdir. Çünkü Allah Teâlâ, kabz hâline muhatap kıldığı kişiyi/sâliki/ârifi dünyâdan çeker, bast hâline dönünce de onu koruması altında dünyâya geri çevirir. İbnü’l-Arabî ise, kabz ve bast hallerinin kalbin mertebelerinden olduğunu belirterek bu iki hâlin kıymetini ifâde etmeye çalışmıştır. Allah Teâlâ’nın kabz ve bast hâlindeki sâlikin bu hallerin sebebini bilemeyeceği ve hal(ler)ine rızâ göstererek bu süreçleri kat etmesi gerektiğine de dikkat çekmişlerdir: ‘Dîde-i ibretin aç bağla zebân-ı gîleyi, Kabz u bast-ı dü-cihan çünki bilirsin kimden9 Yine onlar, bast hâlinin zaman zaman sâliki heyecâna düşürüp onun ölçüsüz bir şekilde konuşabileceğinden bahisle bu noktada sâliki uyarmışlardır.10 Sûfîlerin ifâdelerine göre sâlik, bu durumda sükûnetini mümkün olduğu kadar muhafaza etmeli, ‘şathiyyat’ denilen sözlerden mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışmalıdır.11 Bunun için de sâlik halveti, az konuşmayı, üstâdına itirâz etmemeyi ve riyâzete devâm etmeyi tercih etmelidir.12 Kabz ve bastın sâlikteki tesirini bülbül-gül örneğinden hareketle izah etmeye çalışan sûfîlere göre bülbül, gülün ona anlatıldığı ilk andan itibâren gönlündeki gizli hazînenin kilidinin yavaş yavaş açıldığını fark eder ve gizli aşkının filiz vermesi ve sevgiliye ulaşamama korkusu ile birlikte rûhunda ilk olarak kabz hâlini hisseder, ancak gülün onun gönderdiği mektupta vuslata dâir îmâlarda bulunması ile birlikte bast hâlini yaşamaya başlar. Sûfîlerin ifâdelerine göre, aşkın değişen bu göstergesi bülbülün rûhunda çeşitli dalgalanmalar meydana getirir ki buna kabz denir. Kabz, sevgiliye ulaşamamanın sebep olduğu bir korku hâlidir. Bast hâlinde ise sevgiliye ulaşabilme ümîdi kendini hissettirmeye başlamıştır. Bu git-gelleri sebebiyle sûfîlerin zaman zaman yakındıkları olmuştur: ‘Kalmadı sabra tâkatüm artuk Hicre yok istitâ’atüm artuk Merhamet kıl ki oldı tâkat-tâk Câna kâr itdi tîg-i hicr ü firâk Olsa ömrün eger hezârân sâl Güle irmek sana hayâl-i muhâl Nicesin hoş mısın safâca mısın Yine derdümle mübtelâca mısın Âşık oldun bana sadâkat ile Vâsıl ol vasluma liyâkat ile Sâdık olsa yolında bir âşık Vaslına dilberün olur lâyık13 Fazlî’nin bu serzenişlerinin bir benzerini Âşık Paşa’da da görmek mümkündür: Geh teni ıtlak ider geh kabz ider Geh dimâgı huşk olur ‘aklı gider Geh olur kim hasba için köynüdür Geh yarakan renci rengin döndürür Kamusı od fi’lidür gitmek diler Ya’ni kim bu bezmi terk itmek diler Od gidiçek yine bu bezmi bozar ‘Akl aña tıbdan yine şerbet düzer’14 Sûfîler, kabz ve bast hallerini seyr u sülûk sürecinin başında olanların değil yavaş yavaş işin sonuna yaklaşanların bir başka ifâdeyle nefs-i mutmainne makâmında olanların tecrübe edebileceğini vurgulamışlardır.15 Zaman zaman sûfîler, kabz ve bast hallerinin sâlike sağladığı güzellikler/zevklerden de bahsetmişlerdir. Muhammed Lütfî Efendi/Alvarlı Efe’nin kabz ve bast hâlinde yaşadığı/tecrübe ettiği mânevî zevkle/hazla ilgili şu şiiri bu noktada dikkat çekicidir: ‘Şûh u şengim tîr-i müjgân bir urur bin pâreler, Yâr gülende gönlüme güller açar gülpâreler Şöyle bir ebrû-kemân mihr-i zemân meftûniyem, Terk-i cân eyler görende âşık-ı âvâreler Gözlerin âfet-i devrân kaşların tîğ-ı kazâ, İhtiyârsız âşıkın bin câme-i cân pâreler Zevk-ı cennetden değerli Dilberin gülberleri, Katl eder LUTFÎ’yi elbet bu kılınc-ı hâreler16 Kabz ve bast hallerinden hangisinin üstün olduğu yönündeki tartışmalar17 bir yana bu iki zıt hâl vesîlesiyle sûfîlerin bireyin/sâlikin psikolojik hâline dâir tesbitlerde bulunduklarını ifâde edebiliriz. Sûfîlerin tesbitlerine göre, ‘havf’ ve ‘recâ’ gibi ‘kabz’ ve ‘bast’ halleri de birbirine zıt gibi görünmelerine rağmen birbirlerini destekleyen ve sâliki olgunluğa ulaştıran süreçte önemli bir noktayı ifâde eden kavramlardır/hallerdir. Bu yönüyle sûfîlerin seyr u sülûk sürecindeki sâliki insan olması yönüyle bir başka ifâdeyle psikolojik durumunu göz önünde bulundurarak değerlendirdikleri tesbitinde bulunabiliriz. Yine sûfîlerin, özellikle bast hâli dolayısıyla sâlikin şatahattan uzak durması tavsiyeleri de dikkat çekicidir. Bu tavsiyeleri/tavırları ile sûfîler, dînin zâhirine uymayan hiçbir hâli benimsemediklerini ve bu konuda tâvizsiz bir anlayışla seyrlerine devâm ettiklerini gösterme imkânına kavuşmuşlardır. Tasavvuf ehlinin bu sıkıntılı geçiş dönemlerinde sâlikin, dînin zâhirine ters düşen sözler sarf ederse de içerisinde bulunduğu ruh hâli dolayısıyla bu kimsenin/sâlikin mâzur görülmesi ve sonradan kendisine gelince bu fiilinden dolayı tevbe etmesi gerektiği yönündeki telkinleri ise denge üzerine kurulu bir sistemle/anlayışla hareket ettiklerine bir işâret olarak görülmelidir. Riyâzet, mücâhede, zikir, üstâda teslîmiyet, istikrar ve diğer güzelliklerle birlikte kabz ve bast hallerini de geride bırakıp ilâhî tecellîleri müşâhede ve mükâşefe edebilecek bir konuma gelebilmeyi ana hedef olarak belirlemeleri dolayısıyla sûfîlerin, bu iki hal vesîlesiyle dile getirdikleri tesbitleri onların Kur’ân ve Sünnet’in asıl hedef olarak gösterdiği noktaya ulaşabilmek için nefs, şeytan, dünyâ ve şeytanlaşmış insanlar aracılığıyla seyrlerini/yolculuklarını sekteye uğratacak her türlü engeli İslâmî ve insânî sınırlar dâhilinde aşma gayretinde oldukları gerçeğini bir kere daha bizlere hatırlatmıştır. Abdullah Sivaslı (Ekim 2016) Dipnotlar [1] Yunus Emre, Divan, Hazırlayan: Mustafa Tatçı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, s.67-68 2 Serrac, Lüm’a, 336; Kuşeyrî, Risâle, s. 147; Uludağ, Tasavvufî Terimler Sözlüğü, s. 291. 3 Kuşeyrî, Risâle, s.185-186; Tehânevî, Kitâbu Keşşâfi Istılâhâti’l-Funûn, c. I, s. 1198; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.140. 4 Bakara 2/245. 5 Tevbe 9/118. 6 Kehf 18. 7 Sülemî, Hakāiku’t-tefsîr, thk. Seyyid İmrân, Beyrut 2001, c.I, s.406. 8 Necmettin Şeker, ‘Hadislerle Temellendirilen Tasavvufî Hâller’, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: II, Ekim 2012, s.134-135. Sûfîlerin, ‘Mü’minin kalbi Rahmân’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır, dilediği gibi onu çevirir’ (Tirmizi, Sünen, c.IV, s.449) hadîs-i şerifini de kabz-bast hallerine delil olarak takdîm ettikleri görülmektedir. Sıddık Korkmaz, ‘Şeyh Safîyeddin Erdebilî Buyruğu’nun Muhtevası Üzerine Bir İnceleme’, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, II/1 (Bahar 2009), s.109. 9 Nedim, Divân, Hazırlayan: Muhsin Macit, Ankara 2012, s.27. 10 Süleyman Uludağ, ‘Kabz’, İA, c.XXIV, s.45. 11 Gazali. İhyâ, c.IV. s.331-332. 12 Hür Mahmut Yücer, ‘Şeyh Yakub Afvî Efendi ve Şeyh Mehmed Şehâbeddin Efendi’ye Göre Celvetî Erkânı’, 20-22 Mayıs 2005 Uluslararası Aziz Mahmud Hüdâyî Sempozyumu, c.II, s.294. 13 H. Gamze Demirel, ‘16. Yüzyıl Şairlerinden Fazlî’nin ‘Gül ü Bülbül Mesnevisi’ndeki Şahıs Kadrosunun Tasavvufî Açıdan Değerlendirilmesi’, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, s.96-97. 14 Âşık Paşa, Garib-Nâme, Hazırlayan: Kemal Yavuz, İstanbul 2000, s.139. 15 Receb-i Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi Bölümü, Nu: 1836, s.3a-3b. 16 M. Mustafa Çakmaklıoğlu, ‘Hâce Muhammed Lütfî’nin (Alvarlı Efe) Şiirlerinde Cemâl Müşahedesinin Yansımaları’, Gazi Osman Paşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. c.I, Tokat 2013, s.118. 17 Kadir Özköse, ‘Nefsin Karanlık Gecesi: Kabz, Gecenin Ortasında Doğan Güneş: Bast’, Somuncu Baba, Sayı: 68, s.24-25.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak