Ahmet Güner Sayar’a göre İstanbul, Bayezid’te, 1952–1980 yılları arasında, Sahhaflar Çarşısı’nda olması gereken alım-satımı tâyin eden maddî ölçütlerin dışında bir hayat yaşanmıştı. Orası, kayıttan âzâde bir mekândı, belki bir okuldu, belki bir sohbet meclisiydi ama hepsinin içinde ve üstünde kalıcı dostlukların yeşerdiği bir gönül pazarı idi. Ekonominin hükmettiği çıkar esaslı bir pazar olması gereken bu Çarşı’nın bir benzeri değil Türkiye’de, ihtimâl ki yeryüzünde dahî yoktu. Sahhâf Râif Yelkenci bu çarşının öne çıkan sîmâlarından biriydi. Sahhaflar Çarşısı öyle bir pazardı ki, buradaki kitapçı esnafının ‘muhibbân-ı kütüp’ tarafından sevilmesinin en somutlaşmış yüz çizgileri, onlar hakkında yazıya dökülenlerdir. Sayar’ın kaleme aldığı “Sahhaf Raif Yelkenci” kitâbı bunun en güzel numûnelerinden biridir. Sahhaflar Çarşısı’nda sâdece yazma kitap ticâretini yapan Sahhaf Râif Yelkenci, alışılagelmiş sahhaf anlayışına uygun düşecek şekilde, küçücük dükkânını bir ilim ve sohbet meclisine çevirmişti. Bir dönemin ünlü Türk münevverleri ile birlikte bāzı şarkiyatçılar da onun dükkânının müdâvimleri arasındaydı.
1928 yılındaki Harf devriminden sonra o günün kitapçıları bir gecede sahhaf hâline geldi. Çünkü milletin bin yıllık harfleriyle yazılan eserler ertesi gün birer târihî esere dönüşmüştü. Eski harflerle yazmak ve okumak da yasaklanınca insanlar ellerindeki bu eserleri korkuyla ellerinden çıkarmaya başladı. Kaldırımlara, dere kenarlarına, câmi önlerine bırakılan, toprağa gömülen nice yazma eser kaybolup gitti. Bir kısmı da kilo hesâbıyla başka ülkelere satıldı.
Sahhaf Raif Yelkenci (1894-8 Ekim 1974) bu kültür ve târih soykırımının canlı şâhitlerinden biriydi. Ömrü boyunca yazma eserleri bu yıkımdan kurtarıp bugünlere ulaşması için gayret gösterdi. 1905’te henüz küçük yaşta İstanbul’a giderek amcası Hâfız Aziz Efendi’nin Beyazıt Meydanı’ndaki kitapçı dükkânında çıraklık yapmaya başladı; kitapçılığı burada öğrendi. I. Dünya Savaşı ve İstiklal Harbi sonrasında yine amcasıyla birlikte Beyazıt’ta Kapalı Çarşı’nın Fesçiler Kapısı’nın bitişiğindeki eski bir kitapçı dükkânını devralarak sahhaflık işine girdi.
Sahhaf Raif Yelkenci geçen yüzyıla damgasını vurmuş ender sîmâlardan biridir. Hem sahhaflık geleneğinin son temsilcisi olması, hem sayısız güzîde yazma eserin değerini takdîr edebilen bir uzman olması hem de Yûnus Emre’ye dâir yanlış bilgileri düzelten çalışmalara imzā atması bakımından yeri doldurulamaz bir şahsiyettir. Bu hâliyle onu yazma eserlerin ticâretiyle uğraşan bir sahhaf olarak tanımlamak mümkün değildir. Çünkü kitâbı ehline ulaştırmayı, satıştan kâr etmeye tercîh eden bir sahhaftır Raif Yelkenci.
Kendisi de bir Osmanlı âşığı olan Nuri Arlasez bakın Raif Yelkenci’yi nasıl anlatıyor: “Sahhaf Raif Yelkenci merhum, Osmanlı kültürünün, hars ve irfânının son meş’ale taşıyıcılarındandı. O küçücek dükkânında ecdattan verâset tarîki ile intikāl eden maddî ve mânevî mîrâsımızın, Osmanlı hars ve irfânının henüz düşürülmemiş, en mütevâzı ve o nisbette de en muhteşem son kalelerinden biri idi… Merhum Raif Yelkenci, çelebi-meşreb, Osmanlı örf ve âdetlerinin en parlak mümessillerinden biriydi. Senelerce evvel bir gün -sık sık olduğu üzere- yine Raif Efendi’nin o küçücek dükkânına nasîb almağa gitmiştim. Eşine hayatta ender olarak rastlanabilen bir Kelâm-ı Kadîm’i uzatarak ‘Ziyâret buyurun!’ demişti. Elimde on altıncı asırda İran’da yazıldığını tahmîn ettiğim, çok küçük ebatta, hesnâ ve müstesnâ bir Kelâm-ı Kadîm vardı. Sâdece maddî gözlerle değil, aynı zamanda gönül gözüyle, hayranlık içinde bakarak bir müddet nüfûz-u nazarla görebilmeye çalıştıktan sonra, herhangi bir fikir yürütmeden, usulca masanın üzerine bıraktım. Hayranlığımı kelimelerle ifâde edemezdim, sükûtumla ifâde etmeye çalıştım. Üstad büyük bir tevâzu ile ‘Bu Kelâm-ı Kadîm’i edinmenizi istiyorum’ dedi. Maddî imkânlarımın çok mahdûd olduğunu ifâde ettikten sonra, ‘Ben bu Kelâm-ı Kadîm’e bütün maddî ve mânevî mevcûdiyetimle âdetâ bir göz kesilerek baktım. Bu bakışın bir netîcesi olarak, bu mübârek Kur’ân, gözümü kapadığım her an zihnimde elle tutarcasına tecessüm edecektir. Dolayısıyla, Allâh’ın lütf u keremi ile -dilediğim her an- bu Kelâm-ı Kadîm benim olacaktır.’ Raif Efendi, İncil’in tâbiriyle ‘toprağın tuzu’ olan insanlara has bir bakışla, ‘Gözlerinizi kapadığınız her an bu Kelâm-ı Kadîm’in sizin olabileceğine şüphe etmemekle berâber, yine de edinmenizi istiyorum. Ortada garip bir zarûret var’ dedi. Meğerse bu nefis yazma Kur’ân-ı Kerîm’i edinmek isteyen bir Arap emîri varmış, ne istenirse ödemeye hazırmış. Fakat Raif Bey merhum, ‘Müşârün ileyh'in parası bol, evet, lâkin bizim anladığımız mânâda aşkı yok. Sizin de paranız yok, ama aşkınız var. Dolayısıyla bu Kelâm-ı Kadîm size teveccüh ediyor’ dedi. Peki, nasıl ödeyecektim? ‘Bu meseleyi lütfen izâm etmeyin. Siz bu mübârek kitâbı alıp bir an önce ortadan kaybolun. Bilahare meseleyi aramızda hallederiz’ dedi. Takrîben bir ay sonra tekrar uğrayıp meseleyi açtığımda, ‘Elinize fazla para geçtikçe, zaman zaman verebileceğiniz miktârı verirsiniz. Ne vereceğinizi bilmenize de hâcet yok’ dediydi.”
Aynı zamanda Fatih türbedârı Ahmed Amiş Efendi’nin halîfesi Abdülaziz Mecdi Efendi’ye intisaplı olan Sahhaf Raif Yelkenci hem madde hem de mânâ ilmini çözmüş sîmâlardan biriydi. Ömrünün neredeyse tamâmını kapsayan sahhaflık mesleğini bir geçim vâsıtası değil bir görev, mânevî bir sorumluluk telakkî ediyordu. Bu vesîleyle o küçücük sahhaf dükkânı nice büyük ismin uğrak yeri hâline gelmişti. İbnülemin Mahmud Kemal, Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Mükrimin Halil, Süheyl Ünver, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Reşat Ekrem Koçu bu isimlerden sâdece birkaçıdır. Raif Yelkenci, bu kişilerin çalışma sahasına katkı sağlayacak yazma eserler temin eder, bu eserlerle ilgili ilmî çalışma yapmalarını teşvîk eder, maddî bir çıkar beklemeden elindeki kaynakları istifâdelerine sunardı. Hattâ konusunda ehil gördüğü kişilerden ve bāzan talebelerden para almaz, tek nüsha olan hazîne değerindeki eserleri onlara hediye ederdi.
Raif Yelkenci döneminin önde gelen Yûnus Emre araştırmacılarından biriydi. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde Yûnus’u Bektâşî olarak göstermesine itirâz ederek görüşlerini delilleriyle kaleme aldığı makāleler bugün de temel kaynaklardan kabûl edilmektedir. Osmanlı mîrâsının bugüne taşınmasında büyük emekleri bulunan Raif Yelkenci yakın târihimizin melâmet ehli saklı kahramanlarından biridir. Ahmet Güner Sayar’ın kitâbı ve birkaç makāle dışında hakkında kapsamlı bir çalışma bulunmaması bu alanda daha yapılacak çok şey olduğunu ortaya koyuyor. Vefâtının yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhu şâd mekânı cennet olsun.
Ekim 2024, sayfa no: 78-79-80
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak