Ara

Riyânın Yıkıcı Etkisinden Kurtulmak

Riyânın Yıkıcı Etkisinden Kurtulmak

Günümüz insanının en belirgin mānevî hastalıklarından birisi de hiç şüphesiz riyâdır. Kişinin dünyâda kazanmış gibi görünmesine ama âhirette hüsrâna uğramasına sebebiyet veren tehlikeli bir hastalıktır. Kulun Allah ile olan irtibâtını temelden sarsabilecek kadar olumsuz etkiye sāhip olması da riyânın ne denli yıkım gücünün olduğunu gözler önüne sermektedir.

Sözlükte; riyâ, iş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya sālih bir ameli Allâh’ın rızāsını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Bu davranışta bulunan kimseye, riyâkâr veya mürâî denir.1 Terim anlamı ītibâriyle riyâ; ihlâsın tam zıddı olup, dünyâ ve âhiret işlerinde insanlara hoş görünmek maksadıyla yapılan, Hakk rızāsı için yapılmayan, samîmiyetsiz fillerdir.2 Hâris el-Muhâsibî’ye (rh.a) (v. 243/857) göre riyâ, kulun Allâh’a itāat ederken kullara yaranmak istemesidir. Başka bir ifâdeyle, itāat ederken Allah’tan başkasına gönül vermektir. Bu açıdan Allâh’a ibâdet ediyor gözükürken, aslında temel amaç Allâh’ın kullarının arzularını, beğenilerini kendinde toplamaktır.3 

Kur’ân ve Sünnette Riyâ Kavramı

Riyâ konusu ihlâsın aksini oluşturan yıkıcı bir amel olması hasebiyle Kur’ân ve Sünnetin, hakkında beyanda bulunduğu konular arasında yer almaktadır. İhlâs, söylenen sözlerin yapılan işlerin sâdece ve sâdece Allah rızāsı için olması anlamını taşır ki ihlâssız yapılan hiçbir amelin Allah katında herhangi bir kıymeti bulunmamaktadır. İhlâs dînin rûhunu oluşturur. Riyâ ruhtan yoksun samîmiyetsiz bir din algısını meydana getirir. Bu sebepledir ki riyâ dinde haram kılınmış ve gizli şirk olarak değerlendirilmiştir.

Allah Teālâ: “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.”4 buyurmuştur. Bu âyette geçen, Allâh’a ibâdette şirk koşmaktan maksat, ibâdette ihlâslı ve samîmî olmamak, Allâh’ın rızāsı dışında riyâ, gösteriş vb. menfaat duygularını taşımak demektir.5 

Yine Yüce Allah, kendisini riyâdan arındırmış ihlâsı elde etmiş mü’min kullarının amellerinden bahsederken onların şöyle dediklerinden haber verir: “Biz sizi Allah rızāsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”6 İlk müfessirlerden Mücâhid (rh.a) bu âyeti açıklarken şu husūsa dikkatlerimizi çekmektedir: “Sādık kullar bu sözü dilleriyle değil, sâdece kalpleriyle söylüyorlar. Dolayısıyla Allah Teālâ, onların bu durumunu başkalarına örnek olsun diye anlatmaktadır. Kalplerinde, yaratılmışların övgüsünü ve onlardan gelecek herhangi bir karşılık duygusunu çıkarıp attıkları için, Allah onlardan hoşnûd olmuştur.”7 

Kur’ân-ı Kerîm’de bāzı âyetlerde riyâ, kâfir ve münâfıkların sıfatı olarak zikredilmekte, onların gösteriş düşkünü kimseler oldukları ifâde edilmektedir:

“Allâh’a ve âhiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler...”8 “Münâfıklar, Allâh’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâh’ı pek az anarlar.”9 Âyetlerden de anlaşılacağı üzere riyâkâr kişinin beklentisi dünyâ ile sınırlıdır. Çevresindeki insanlar tarafından amellerinin fark edilmesi riyâkâr için yeterli gözükmektedir. 

Riyânın kötülüğü konusunda Sevgili Peygamberimiz’in (sav) de pek çok hadîsi mevcuttur. Bunların tamâmını burada zikretmemiz mümkün olmamakla birlikte; yapılan amel ne kadar büyük olursa olsun hedefinde Allah rızāsı olmamasıyla o amelin nasıl geçersiz olacağı hakīkatini dile getiren şu hadîs-i şerif son derece önem arz etmektedir: 

“Kıyâmet günü hesâbı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzūra getirilir. Allah Teālâ ona verdiği nīmetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu ītirâf eder. Cenâb-ı Hakk: ‘Peki, bunlara karşılık ne yaptın?’ buyurur. ‘Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihâd ettim.’ diye cevap verir. ‘Yalan söylüyorsun. Sen, "Babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi.’ buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. 

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzūra getirilir. Allah ona da verdiği nīmetleri hatırlatır. O da hatırlar ve ītirâf eder. Ona da: Peki, bu nīmetlere karşılık ne yaptın? diye sorar. “İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızān için Kur’ân okudum." cevâbını verir. “Yalan söylüyorsun. Sen "Ālim" desinler diye ilim öğrendin, “Ne güzel okuyor.” desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.” buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır. 

(Daha sonra) Allâh’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nīmetleri ona da hatırlatır. O da hatırlar ve ītirâf eder. Peki ya sen bu nīmetlere karşılık ne yaptın? buyurur. ‘Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sâdece senin rızānı kazanmak için verdim, harcadım.’ der. "Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını "Ne cömert adam." desinler diye yaptın. Bu da senin için zâten söylendi." buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.”10

Görüldüğü gibi kişiler görüntü ītibâriyle büyük işler de yapsalar temelde Allâh’ın rızāsı amaçlanmamışsa âhirette böylesi kimselere herhangi bir ecir verilmemektedir. 

Farkedilme Çabası Riyâyı Körükler

Genelde kendisini önemli bir kişi olarak gören buna mukābil beklediği takdîri elde edememiş nicelerinin, toplum tarafından farkedilip takdir edilebilmek için ihlâstan uzak davranışlar sergilemesi söz konusu olabilmektedir. Aşağılık kompleksine kapılmış kişinin iç dünyâsındaki bu devâsâ boşluğu doldurabilmek için ön planda olmak, kendini farkedilebilir kılmak adına pek çok yönteme mürâcaat etmesi mümkün olabilmektedir. Bu zihniyete sāhip kişilerin analizini mükemmel şekilde yapan Hâris el-Muhâsibî (rh.a) er-Riāye li Hukūkillâh eserinde onlara şöyle değinmektedir: 

“Mübahat (övünme) ilim ve amelle olur. İlim tahsîlini sürdürme, çok ezber sāhibi olma, çok kişiden hadis alma, ister kendisine sorulsun ister başkasına sorulsun, ortaya gelen sorulara hemen cevap vermeye kalkışma vb. ilimden gelen övünmelerdir. Bunun altında; doğruyu bulup üstün olma, yanındakinin önüne geçme, diğerlerine daha ālim olduğunu hissettirme isteği ve sevgisi yatmaktadır. Arkadaşına daha ālim olduğunu hissettirmek için hemen hadis zikreder. Arkadaşı bir hadis zikretse onu bildiğini söyler. Gāyesi, övünüp üstünlük taslamaktır.”11 

Hased duygusunun riyâkârda daha belirgin olabileceğinden bahseden el-Muhâsibî (rh.a), çevresinde Allâh’ın kendisine nīmet verdiği kişilerle bir yarış içerisinde olacağını bildirir: 

“Kimsenin kendisinden bir üst makāma çıkmasını, ondan daha çok övülmesini istemez. Kimse ondan üstün olmasın, arkadaşlarının yanında herkes ondan geri görünsün düşüncesiyle başkasındaki nīmetlerin yok olmasını ister.”12 

Sonuç olarak; amellerin âhirette fayda sağlamasının en önemli yollarından birisi amellerin riyâdan arınmış olmasıdır. Yapılan her bir iş, söz ve davranışın riyâdan arınmış olabilmesi sâdece ve sâdece Allâh’ın rızāsını kazanmayı amaçlamakla mümkün olabilir. İnsanlar tarafından farkedilebilme çabası kişinin huzūr-ı ilâhîde elinin boş kalmasına sebebiyet verebilir. 

Riyâkâr eylemler genellikle meşrû davranışlar altına gizlenmiş gayr-i meşrû niyetlerle sādır olmaktadır. Bu açıdan müslüman, fizikî hayattan sanal âleme varana kadar eylemlerinde sağlam ve katışıksız bir niyete sāhip olmalıdır. Çünkü ameller niyetlere göredir.13 Özellikle sosyal medyanın çok yaygın olarak kullanıldığı günümüzde kişilerin paylaşımları ile niyetleri arasındaki mesâfenin uçuruma dönüştüğüne şâhit olabilmekteyiz. Şöhret, mevki-makam, ayrıcalık kazanmak için dîni âlet etmek, dînin gāyesi dışında dindarlık sergilemek herhalde riyânın en kötü boyutlarından olsa gerektir. Bu bağlamda Efendimiz’in (sav) şu hadîsi kulaklara küpe olmalıdır: “Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdîrini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyâkârlığını açığa vurur.”14 

Dipnotlar:

1 Tahanevî, Muhammed Ali b.Ali, Keşşafü Istılahatı'l-Fünun, Kahraman Yay., İstanbul 1984, 1, 607; Şâmil İslam Ans., “Riyâ” mad. İstanbul 2000, VII, 50; Ece, Hüseyin K. İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000, s. 541.

2 Cürcânî, Seyyid Şerif, Ta’rîfât, Kâhire, 1961

3 El Muhasebî, Hâris, er-Riâye, (çev. Şahin Filiz, Hülya Küçük), İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 294.

4 Kehf, 18/110.

5 El-Beydavî, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl, Mısır 1955, II, 14.

6 İnsan, 76/9.

7 Taberi, Camiul Beyan, Daru’l Fikr, Beyrut 1995, XIV, 262. (Mehmet Soysaldı, Kalbin Mānevi Hastalıkları, Ankara 2006, s. 212.)

8 Nisâ, 4/38.

9 Nisâ, 4/142.

10 Müslim, İmâre, 152.

11 El-Muhasibî, er-Riâye, s. 217.

12 El-Muhasibî, er-Riâye, s. 220.

13 Müslim, İmâre, 155.

14 Buhārî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47-48.

Şubat 2022, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak