Ara

Rasûlullâh’a (sav) İtâat Eden Cennete Girer(1) / Prof. Dr. Ali Çelik

Rasûlullâh’a (sav) İtâat Eden Cennete Girer(1) / Prof. Dr. Ali Çelik

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetimin hepsi cennete girecektir, bana karşı gelenler hâriç.” Ey Allâh’ın Rasûlü, sana karşı gelenler kimlerdir? dediler. Şöyle buyurdu: “Bana itâat eden cennete girer, bana isyân eden kişi, o inkâr etmiştir.”2 Bu hadis Mesâbih’in sahihlerindendir. Onu, Ebû Hüreyre (ra) rivâyet etmiştir. “Ümmet” ile murâd edilen şey, “ümmeti’d-da’ve” (dâvet ümmeti) olması muhtemeldir. Buna göre, “karşı gelen”, “kâfir” dir. Bu durumda mânâ şöyle olur: Allah katından getirdiğim herşeye inanan kimse cennete girer. İsterse cehenneme girmeden önce veya cehennemden (günahları kadar azâb edilip) çıktıktan sonra olsun. Kim Allah katından getirdiğim şeye îmân etmeye karşı çıkar ya da imtinâ ederse, o cennete aslâ giremez. Bilakis ebedî olarak ateşte (cehennemde) kalır. “Ümmet” ile kasdedilenin “Ümmet-i icâbet” olması muhtemeldir. Buna göre, “karşı çıkan”, Hz. Peygamber’in (sav) ümmetinden âsî olanlardır. Bu durumda mânâ şöyle olur: “Kim bana itâat ederse” demek, bundan sonra bana îmân ederse, sünnetime sımsıkı sarılırsa, benim şerîatimle amel ederse cennete girer ve aslâ cehenneme girmez. “Kim bana karşı gelirse”, bundan sonra bana îmân ederse, sünnetime sımsıkı sarılmaktan ve şerîatimle amel etmekten imtinâ ederse, hevâsına uyarsa dosdoğru yoldan saparsa, Allâh’ın dilemesine kalmıştır. Allah dilerse affeder, azâb etmeden cennete koyar; dilerse cehenneme koyar, orada günâhı miktârınca azâb eder, sonra onu oradan çıkarır cennete koyar. Hâsılı, kim Mevlâsına itâat eder ve nefsine ve nefsânî arzularına karşı cihâd eder, şeytâna ve dünyâya muhâlefet ederse, onun menzili ve varacağı yer cennet olur. Kim de isyânını ve günâhını sürdürür, azgınlık yularını gevşetir, lezzetlerinde ve şehvetinde hevâsına uyarsa, cehennem onun için daha uygun olur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Artık her kim azgınlık etmiş ve dünyâ hayâtını tercih etmişse, kuşkusuz onun varacağı yer cehennemdir. Kim de Rabbinin dîvânında durmaktan korkmuş, nefsini boş heveslerden menetmiş ise, kuşkusuz onun varacağı yer cennettir.”3 Ebû Hureyre (ra) Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Şakî dışında kimse cehenneme girmez. ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, şakî kimdir?’ denildi. Şöyle buyurdu: Allâh’a itâati Allah için yapmayan ve ma’siyeti de Allah için terk etmeyen kimsedir.”4 Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyete göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her ölen mutlakâ pişmanlık duyacaktır. Ashab: Neden pişmanlık duyacak? dediler. Şöyle buyurdu: “İyilik eden kimse iyiliğini artırmamış olduğuna, kötülük eden kişiler de kötülüklerden vazgeçmemiş olduğuna pişmân olacaktır.”5 Muhakkak insanlar âhirette çeşitli gruplara ayrılırlar: Birinci grup; kazananların grubudur. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Şimdi hiçkimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.”6 İkinci grup; helâk olan gruptur. Onlar, hakkı yalanlayarak tasdîk etmediler. Âhiret mutluluğu ancak, Allâh’ı tefekkür ederek ve O’na yakınlaşarak olur. Bu, ancak îman ve tasdîk ile ifâde edilen “ma’rifet” sebebiyle elde edilir. Onlar hakkı yalanlayıp tasdik etmedikleri zaman Allah’tan uzak kalmışlardır. O gün Rablerine karşı perdelendirilmişler/engellenmişlerdir. Rabbine karşı engellenenlerin her biri, ebediyen cehennem ateşi ve ayrılık ateşi ile azâb edilerek helâk olur. Üçüncü grup; azâba uğrayanlar grubudur. Onlar îmânın aslını tatmışlardır. Lâkin onlar amel konusunda ihmalkâr davranırlar. Çünkü îmânın başı “tevhid”dir. Tevhid ise şirkin nefyi ve kulun îtikadının Allâh’ın fiillerinde, sıfatlarında, zâtında tek olduğuna îman üzere olmasıdır. Âlemde ortaya çıkan herşey ancak O’nun ilmi, irâdesi ve yaratmasıyla olur. İbâdet de, ancak O (izniyle), gerçekleşir.7 Her kim hevâsına tâbî olursa, sâdece diliyle muvahhid olmuş, hevâsını ilâh edinmiştir. Tevhid ancak istikamet üzere olmakla kemâle erer. Basit emirlerde(bile) istikamet üzere olmasa hattâ küçük bir fiilde dahi hevâsına tâbî olsa, (hidâyet) yolunun dışına çıkmış olur. Bu, tevhîdin kemâline zarar verir; çoğunlukla beşerin bundan kurtulamaması sebebiyle, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizden herkes oraya (cehenneme) uğrayacak.”8 Böylece herkesin “cehenneme” uğraması kesindir. Ancak şek/şüphe oradan kurtulacak kimse hakkındadır. Bazı haberlerde gelen (bilgiler), Cehennemden çıkacak en son kişiye delâlet etmektedir. O kişi (cehennemden) yedi bin sene sonra çıkacaktır. Onlardan bazıları (cehennem üzerine kurulmuş sırat köprüsünden) oyalanmadan şimşek gibi geçerler. Onlardan bazıları orada bir müddet kalır. Gün, hafta, ay, sene. Cehennemin şiddeti konusundaki ihtilâfa gelince, onun en çoğunun ve en azının sınırı yoktur. Âhiretin azâbı ve sevâbının ihtilâfı; îmânın kuvveti ve zayıflığı, itâatin çokluğu ve azlığına göredir. Bunun şâhitleri Kur’ân-ı Kerim’de şöyle geçer: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir, bugün aslâ zulüm yoktur.”9 “İnsan için, ancak çalıştığı vardır.”10 “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfâtını görecektir. Kim zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezâsını görecektir.”11 Kim îmânın aslını sağlam yapar ve bütün farzlarını -ki onlar İslâm’ın beş rükünü; kelime-i şehâdet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, haccetmektir.- (en iyi şekilde yerine getirirse), büyük günahlardan kaçınırsa, sâdır olan küçük günahlarda da ısrâr etmezse (İstikamet üzere olmuş olur.) Büyük günahları işlemek ve küçük günahlarda ısrâr etmek, ister tek bir günah nev’inden olsun, isterse farklı nev’ilerden olsun, o günahları çok işlemek mânâsınadır. Onun azâbı, hesapta sorgulanması daha çetin olur. Hesap görüldüğünde iyilikler, kötülüklere tercih edilir. Zîrâ hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Beş vakit namaz, Cumadan diğer Cumaya, Ramazandan diğer Ramazan’a; büyük günah olmadıkça aradaki küçük günahlara kefârettir.”12 Yine böyle, büyük günahlardan kaçınmak, Kur’ân nassının hükmüyle, küçük günahlar için keffârettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz…”13 Keffâret derecesinin en azı, hesâb defedilmediği zaman, azâbın defedilmesidir. Bu haldeki kimselerin her biri, “…kimin tartıları ağır gelmişse, artık o hoşnûd olacağı bir hayat içinde olacaktır.”14 (âyetinin muhâtabıdır). Bu hal, bütün büyük günahlardan kaçınan ve farzların hepsini edâ eden kimsenin de hâlidir. Bazen büyük günah işleyip bazen de farzları terk eden kişiye gelince o, ölüm yaklaşmadan önce nasûh tevbesi ederse günâhı işlemeyen kişiler gibi kabûl edilir. “Günahtan tövbe eden kimse, sanki günâhı olmayan/günah işlememiş kimse gibidir.”15 Eğer tevbe etmese ve tevbe etmeden önce ölse; öldüğünde, onun durumu tehlikelidir. Çünkü bazen, günahta ısrar halindeyken ölmek îmânın yokluğuna sebep olur. Bu durumda sûi hâtime/kötü ölümle ölmüş olur, cehennemde ebediyen kalır. Sûi hâtime ile ölmeyip îmân üzere ölmüşse, eğer Allah affetmezse azâb eder. Hesap sırasındaki sorgunun (şiddeti ve teferruatı, hassasiyeti) artar. Cezânın süresi bittiğinde, ashâb-ı yemîn (kitabı sağ taraftan verilen)in derecelerine göre (Allâh’ın rahmeti) iner. Hadiste(bildirildiğine göre), “Cehennemden en son çıkacak kimseye, dünyânın mislinin tamâmı ve on katı verilir.”16 Cehennemden ancak “muvahhid” olan çıkarılır. “Muvahhid”den kasıt, sâdece dili ile “Lâ ilâhe illallâh” diyen değildir. Muhakkak dil, “şehâdet ve mülk âlemi” diye ifâde edilen bu âlemdendir. “Dil ile söylemek”, ancak bu âlemde fayda verir. Çünkü “dil ile söylemek” (söyleyeni), müslümanların kendilerini esir etme kılıncından; mallarını ganimet kılacak ellerinden kurtarır. Ancak tevhiddeki doğruluk; emredilenleri yerine getirme, yasaklananları terketme konusunda istikamet (üzere) olan tevhîdin kemâlinde fayda verir. Buna ancak şüphenin giderilmesinden sonra kalpteki yakînî (îmânın) galebesiyle erişilebilir. Hakîkî îmân, yakîn derecesinde tevhiddir. İnsanlar bu tevhidde farklı farklıdırlar. Onlardan bir kısmının tevhîdi dağlar gibidir. Bir kısmının tevhîdi ise, hardal tânesi ve zerre miktârıdır. Kimin kalbinde dinar ağırlığınca îman varsa, o cehennemden ilk çıkarılacaklardandır. Kimin kalbinde zerre miktârınca îmân olursa cehennemden çıkarılacakların en sonuncusu olacaktır. Muvahhidlerden onları cehenneme sokan şeylerin çoğu, kulların zulümleridir. Hadiste vârid olduğu gibi, kul, Allâh’ın huzûrunda durur. Onun dağlar misâli iyilikleri vardır. Eğer o iyilikler kabûl edilmiş ise, cennet ehlinden olurlar. Zulme uğramış insanlar orada dururlar ve “o şuna sebbetti/sövdü hakâret etti, şunu dövdü, şunu istihdâm etti, şu malı aldı.” (derler). Onun iyiliklerinden aynısı alınır/kısas edilir, tâ ki onun hasenâtından hiçbir şey kalmayıncaya kadar. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: (zulme uğrayanın) kötülüklerinden onun(zulmedenin) kötülükleri üzerine atın, cehenneme kapatın.”17 Zâlim kısas yoluyla, başkasının kötülüğü sebebiyle helâk olduğu gibi, mazlum da, zâlimin iyiliğiyle kurtulur. Çünkü zâlimin zulmünün telâfisi için ona, zulmedenin iyiliği intikâl etmiştir. Bu düşünüldüğünde, her Müslüman üzerine kendi nefsini çabucak hesâba çekmesi vâcib olur. Nefis muhâsebesi; kişinin kendi hâline bakması, üzerinde insanların hakları ve Allâh’ın haklarından bir şey var mı yok mu düşünmesidir. Böylece, geçirdiği farzlar varsa onları kazâ eder; bir tâne misâli zulmettiyse/haksızlık yaptıysa onu iâde eder; eliyle, diliyle, kalbiyle kötülük ettiği herkesten helâllik ister ve ölünceye kadar onlara iyi kalple muâmelede bulunur. Artık onun üzerinde Allah hakkından, kul hakkından hiç bir şey kalmaz ve hesapsız cennete girer. Allah fazlı ile bizleri sevindirsin.

Âmîn!

Dipnotlar 1 Ahmed er-Rûmî el-Akhisarî es-Saruhânî, Mecâlisü’l Ebrârve Mesâliku’l- Ahyâr, (Meclis: 8)’in tercümesi 2 Buhâri, ha.6851 3 Nâziât, 37-41. 4 İbn Mâce,4298; Müsned-i Ahmed, II,349 (ha.8578) 5 Tirmizi, ha.2459;İbn Mâce, Zühd,31, ha. 4260 6 Secde, 17. 7 Gazâlî, İhyâ, IV,24-28 8 Meryem, 71. 9 Mü’min, 17. 10 Necm, 39. 11 Zilzal, 7-8. 12 Müslim, ha. 233 13 Nisâ, 31. 14 Karia, 6-7. 15 İbn Mâce, ha.4250 16 Buhârî, ha. 6202; Müslim, ha. 186 17 Taberi, Tefsir, XVIII,55;Ebû Nuaym, Hilye, IV,202; Mânâ îtibâriyle Buhârî, ha.6169; Müslim, 2581

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak