“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrâk edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kazâ etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allâh’ı tâzîm etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)
Orucun farz oluşunu bildiren âyetler, Müslümanların, Allâh’ın emirleri karşısında sorumluluk bilincine/takvâya erişmelerini hedeflemekte; böylece onları rûhî mânevî olarak yüceltmek, istikbâlde ortaya çıkabilecek olumsuz hâdiseler karşısında dirençli olmalarını sağlamak; toplumsal dayanışmanın, paylaşma (infak) düşüncesinin, başka bir ifâde ile, bencil değil “diğerkâm” olmanın yollarını da öğreterek, bir anlamda “bir irâde eğitimi” vermek sûretiyle onlara kişilik kazandırmakta, “kâmil bir mü’min” olmanın yollarını göstermektedir. Oruç ibâdeti, insan hayâtında lâhûtî âlemin esintileriyle değişmeler meydana getirmekte, onun gönül dünyâsını zenginleştirmektedir.
Ramazan ayında bir mânevî cihad vardır. Nefis ve nefsânî tüm duygularla sonuna kadar mücâdele etmek vardır. Ramazan akşamında “Yarınki Ramazan orucunu tutmaya niyet ediyorum” derken o, aç susuz kalmaya değil, aslında nefsiyle birebir, göğüs göğüse mücâdele etmeye niyet ettiğinin farkındadır. Zâten niyet de ne yaptığının farkında olmak demek değil midir? İşte bu farkındalık; kul olduğunun farkında olmak, Allâh’ın emirleri karşısında hassas olmak gerektiğinin farkında olmak, kendi acziyetinin farkında olmak ve ne yapıp ederse yarın âhirette mutlaka hesâbını vereceğinin farkında olmak, bunun için kılı kırk yarmak. Yâni bilinç uyanıklığı; bir başka ifâdeyle olgun ve kâmil müslümanın olağan hâli. İşte bu bireysel planda gelişen bilinç uyanıklığı ve “Ramazan eri” olmak hâli, Ramazan ayında toplumun geneline yayılarak dışa yansıyor ve İslâm toplumunun tüm fertleri toplumda huzur ve refâhın gerçekleşmesine katkı sunuyor. Böylece Allah Rasûlü (sav)’in buyurdukları gibi: “Cennet kapıları arkalarına kadar açılıyor, Cehennem kapıları kapanıyor ve Şeytanlar âdetâ zincire vuruluyor”.1
Mü’minler bu ayda iyilik ve hayır yapmada, birbirlerini sevmede âdetâ yarışıyorlar. İslâm medeniyeti bir huzur medeniyetidir, bir sevgi medeniyetidir. İşte Ramazan ayı bu sevginin kardeşliğin somut olarak çok açık görüldüğü günlerin adıdır.
Ramazan ayının en belirgin özelliği, mü’minlere hayır ve hasenâtta yarışma ve bol bol infakta bulunma iklimini getirmiş olmasıdır. Bu ay, başından sonuna infaktır/vermektir. Bu ayda yapılan bir ibâdete, Ramazan dışında yapılan yetmiş ibâdetin sevâbı verileceği müjdelenmiştir. Ramazan ayı, hayır kapılarının sonuna kadar açık olduğu; yoksulların, düşkünlerin, açların, muhtaçların, kimsesizlerin hatırlandığı ve korunduğu yoğun bir seferberliktir. Ramazan ayı tâattir, hasenâttır, kurbettir, Cenâb-ı Hakk'a yakın olmadır.
Kur’ân’da 14’ü Mekke’de, 11’i Medîne’de inen toplam 25 sûrede ve doğrudan 80 küsur âyette infak üzerinde durulmaktadır. Bununla birlikte, bir âyette yoksul düşme (İsrâ 17/100), yetmişe yakın âyette ise “infâk” anlamında geçmektedir. Bu âyetlerden başka, infak, sadaka, zekât, yardım vs. dolaylı âyetleri de sayarsak 200 küsur yerde infak üzerinde durulmuştur.2
Hadislerde de, zekât ve her çeşit infâkın önemini anlatma bâbında pek çok yerde geçmektedir.3 Hz. Peygamber (sav) pek çok hadîsinde “İnfak”tan bahsetmiş, infakta bulunmayı müslüman olmanın bir gereği saymış, onu teşvîk etmiş ve infakta bulunmayı (hem zekâtı hem de sadaka vermeyi) ümmetine ısrarla emretmiştir. Bu konunun ihmâl edilmesi hâlinde toplumun karşı karşıya kalabileceği durumu da şöyle açıklamıştır: “Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önce geçenleri helâk etmiş; onları kan dökmeye ve harâmı helâl görmeye sevk etmiştir.”4
Hadis külliyâtında; gerek sadaka-zekât gibi doğrudan infâk etmeyi konu alan özel başlıklar altında, gerekse herhangi bir konu işlenirken yeri geldikçe dolaylı olarak temâs edilen pek çok hadiste, infakta bulunmak teşvîk edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Ebû Ümâme (r.a)’den rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sâhip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.”5
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Komşusu aç iken karnı tok yatan bizden değildir.”6
Hz.Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
“Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabâya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka sevâbı, öteki de akrabâyı koruyup gözetme sevâbıdır.”7
Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Veren el alan elden hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtâc etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.”8
Muaz b. Cebel (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sav) ile bir yolculuktaydım. (Allah Rasûlü) şöyle buyurdu: “Sana hayır kapılarını bildireyim mi? Oruç bir kalkandır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi hatâları söndürür. Ve (hayır kapılarından) biri de, kişinin gece kalkıp namaz kılmasıdır.” Ardından: “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rabblerine ibâdet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. Hiçkimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.' (Secde, 32/16-17) âyetlerini okudu.”9
Enes b. Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) insanlarla birlikte iftar ettiğinde şöyle derdi: "Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyiler yesin ve üzerinize melekler insin."10
Zeyd b. Hâlid el-Cüheni'nin rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kim bir oruçluya iftar yemeği yedirirse, kendisine onun sevâbı kadar sevap verilir; oruçlunun ecrinden de hiçbir şey eksiltilmez."11
Abdullah İbni Şihhîr (ra) şöyle dedi: Rasûlullah (sav)’in yanına gelmiştim. O, “Elhâkümü’t-tekâsür” sûresini okuyordu. Sûreyi okuyup bitirince şöyle buyurdu: “Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın mı var ki?”12
Abdullah b. Mes'ud (ra)’dan rivâyete göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kıyâmet gününde, şu beş şeyin hesâbı sorulmadıkça hiçbir insanın ayağı Rabbinin katından ayrılamayacaktır, kıpırdayamayacaktır: 1.Ömrünü nerede tüketti? 2- Gençliğini nerede yıprattı? 3.Malını nereden kazandı? 4. Malını nereye harcadı? 5- Bildiği, öğrendiği konularda ne gibi işler yaptı?”13
Ebû Hüreyre (ra)’den nakledilmiştir; Rasûlüllah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kullarım sabahladığı zaman hiçbir gün yoktur ki, iki melek inerek birisi: “Allâhım, malını infâk edene halef (yerine -daha çok-) ver; diğeri de: Allâhım, malını infâk etmeyene de telef ver” demesinler.14
Bu hadisler bize, Müslümanın kişiliğini şekillendiren temel değerlerden birinin de infâk edebilme erdemine sâhip olması olduğunu anlatmaktadır. Bu özelliğe sâhip insanlardan meydana gelen toplum “infak toplumu”; kurdukları medeniyet de “infak medeniyeti”dir. İnfak toplumu, rahmetin, şefkat ve muhabbetin derinden yaşandığı, bütün toplum fertlerinin birbirinin derdiyle dertlenip, ona dermân olmaya çalıştığı toplum demektir.
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğlunun son nefesinde hasret duyacağı ibâdetler arasında “sadaka” vermek yâni infakta bulunmanın da olduğunu hatırlatarak onun şöyle diyeceğini beyân eder: “Rabbim! Benim ecelimi yakın bir süreye kadar ertelesen de, sadaka verip sâlihlerden olsam..”15
Başta Sahâbe-i kirâm efendilerimiz olmak üzere tüm selef-i sâlihîn târih boyunca bu hakîkatin idrâki içinde olmuşlardır. Ecdâdımızın infak konusunda gösterdiği gayretler son derece dikkate şâyândır. Onlar da selef-i sâlihîn gibi bir hayır yarışı içerisine girmişler ve bu yarışta her çeşit varlığa, her türlü ihtiyâca cevap verecek mâhiyette müesseseler, vakfiyeler kurmuşlardır. O kadar ki iffet ve utancından dolayı kimseden bir şey isteyemeyecek olanların şahsiyetlerini zedelememek için, “Sağ elinin verdiğini sol elin bilmesin” düstûrunu “sadaka taşları” dikmek, “askıda ekmek”, “aş evler”, imârethâneler” gibi kendine has uygulamalarıyla farklı şekillerde hayâta geçirmişlerdir.
Rasûlüllah (sav) şöyle buyurmuştur: “Cömertin hatâsını görmezlikten geliniz. Hiç şüphe yok ki cömert sürçtüğü zaman Allah onun elinden tutar. Zîrâ o Allâh’a yakındır, cennete yakındır. Cömert câhil, cimri âlimden (veya âbidden) Allâh’a daha sevimlidir.”16
(Vallâhu a’lemu bi’s-sevâb)
Dipnotlar:
[1] Nesâî, Sıyam, 4
2 Bkz. M.F.Abdülbâkî, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerim. "“ne-fe-ka” " md.
3 Bkz. A.J.Wensick, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Hadis’n-Nebevi. VI,515-527 "“ne-fe-ka” " md
4 Müslim, Birr, 56.
5 Tirmizî, Zekât 32
6 Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, Darü’l-Fikr, Beyrut 1994, c. 8, s. 306
7 Tirmizî, Zekât 26
8 Buhârî, Zekât 18, Nefekât 2; Müslim, Zekât 94-97, 106, 124
9 Tirmizi, İman, 8
10 Darimi:, Savın, 5 1
11 (T807 Tirmiz!, Savın, 82)
12 Müslim, Zühd 3-4
13 Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame:1,ha. 2416
14 Buhari, Zekât,27; Müslim, Zekât,57
15 Münâfikûn, 10
16 Müslim, Zühd,45
Nisan 2018, sayfa no: 16-17-18-19
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak