Ara

Rabbimiz’e Sığınır ve Rabbimiz’den Yardım Dileriz

Rabbimiz’e Sığınır ve Rabbimiz’den Yardım Dileriz

Fâtiha sûresini okuduğumuzda duâmızı, yakarışımızı ve münâcâtımızı sâdece Rabbimize arz etmemiz gerektiğini öğrenmekteyiz. Fâtiha sûresinin beyânıyla duâ, kulun Rabbi ile kurduğu kalbî iletişimin adıdır.

İnsan olarak biz kulların varoluşuna anlam katan yegâne iksir duâdır (Zâriyât 52/56). Duâmız olmadıktan sonra Hakk katından değerimizden bahsedilemeyecektir (Furkān 25/77). Duâ ile Rabbine münâcât etmeyen, duâ ile acziyetini ītirâf edemeyen, duâ ile Allah dâvâsına baş koyamayan insan duânın sağlayacağı kıymetlerden de mahrum kalacaktır (Mutaffifîn 83/13-17). Duâ ederken kul, muhtaçlığını, hiçliğini ve acziyetini ītirâf etmektedir (En’âm 6/36; Mü’min 40/65).

Kul duâ ile gafletten kurtulmaya, günahtan, yersiz tutum ve davranışlardan kaçınmaya, hukuk ihlâllerinden uzak durmaya, toplum nezdinde kınanacak tutumlardan sakınmaya çalışır (Mü’minûn 23/8–9; Nûr 24/41; Ahzâb 33/35). Kul duâ ve ibâdetleriyle içerisinde potansiyel olarak var olan insanlık cevherini açığa çıkarmakta, kötülük ve günâha karşı mesâfeli bir tutum sergilemeye çalışmakta, insan nefsinin takvâya yönelmesi gerçekleşmektedir (Şems 91/7-10). 

Kulluğun özü demek olan duâ (Tirmizî, Daavât, 49), Allâh’a, peygamberlere ve ilâhî emirlere saygılı olmayı, Hakk’ın şânını yüceltmeyi, Allâh’a hamdetmeyi, ilâhî nîmetlere şükretmeyi, Allah’tan ümitvâr olmayı öğretmektedir.

Allâh’ın âyetlerini bir bütün olarak okuduğumuzda, Kur’ân bize:

1. Yaratanın nezdinde kıymet kazanmanın en temel öğesinin kulluk ve yakarış olduğunu beyân eder. 

2. Allah’tan mağfiret ve bağışlanma dilemeyi öğütler.

3. Hem kendimiz hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için af dileyip günahlarımızın bağışlanmasını hatırlatır.

4. Mü’minlerin birbirleri hakkında her fırsatta duâ etmelerini tavsiye eder. 

5. Duâ ederken dürüst olmayı ve sâdece Allah’tan yardım istemeyi hatırlatır. 

6. Geleceğe āit talep ve beklentilerimizde Allah’tan yardım dilememizi ve ihtiyatlı bir dil kullanmamızı dile getirir. 

7. Allâh’a duâ ederken O’nun kudretini idrâk etmeyi, adâletine sığınmayı, bilgisine güvenmeyi ve O’nu diğer sıfatlarıyla tavsîf ederek duâ etmeyi hatırlatır. 

8. Zālimlerin uğrayacağı azap esnâsında bizi zālimler topluluğu arasında bulundurmaması için duâ etmemizi öğretir. 

9. Merhametli olan yüce Allah’tan merhamet ve bağışlanmayı dilememizi ister. (Akyüz, 2006:99)

Rasûlullah (sav), her ânını Rabbi ile beraberlik şuuru içinde geçirirdi. Allâh’ı en çok bilen ve tanıyan Efendimiz, aynı zamanda O’ndan en çok korkan ve O’nun azametini en iyi idrâk edendi. Bu sebeple, ibâdetleri ve duâları, hep yakarış hâlinde idi. Onun yakarışlarına baktığımızda, kendi nefsinden çok, ümmeti için Allâh’a yalvardığını ve gözyaşı döktüğünü görürüz. (Çelik vd, 2003:214) Bir gün Efendimiz, İbrâhîm (as)’ın: “Rabbim! Şüphesiz onlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana tâbî olursa o bendendir. Kim de bana isyân ederse şüphesiz Sen çok bağışlayan (Ğafûr)sun, çok merhamet eden (Rahîm)sin. (İbrâhîm 14/36) sözünü ve Îsâ (as)’ın: “Onlara azâb edersen, onlar Sen’in kullarındır (dilediğini yaparsın). Onları bağışlarsan da çok güçlü olan, herşeyi yerli yerince yapan ancak Sensin.” (el-Mâide 5/118) duâsını okudu. Akabinde ellerini kaldırdı ve: “Allâhım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et!” diye yalvararak ağladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk: Ey Cebrâil! -Rabbin herşeyi daha iyi bilir ya- git, Muhammed’e niçin ağladığını sor” buyurdu. Cebrâil (as) geldi. Rasûlullah Efendimiz ona, ümmeti için duyduğu endîşeden dolayı ağladığını söyledi. (Cebrâil’in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allah Teâlâ: “Ey Cebrâil! Muhammed’e git ve ona; ‘Ümmetin konusunda seni râzı edeceğiz ve seni aslâ üzmeyeceğiz.’ müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, İman, 346)

İnsanlara Allâh’ın emirlerini tebliğ etmek ve onları hidâyete erdirebilmek için birçok çilelere göğüs geren ve hiçbir zorluktan yılmayan Peygamberimiz, insanların dalâlette olmalarına çok üzülürdü. İnanmayanların îmâna gelmesi, mü’minlerin sırât-ı müstakîmden ayrılmaması ve günahkârların affedilmesi için hep niyâz ve tazarrû hâlinde bulunmuştur. Bu yolda kendi nefsine yapılan en ağır eziyetlere dahî aldırmayarak, düşmanlarının da kurtulması için yakarışına devâm etmiştir (Çelik vd, 2003:215). Ebû Zer (ra)’in bildirdiğine göre, Rasûl-i Ekrem Efendimiz bir gece namaz kılıp Mâide sûresinin 118. âyetini sabaha kadar okudu. Rükûda da bu âyeti okuyordu, secdede de bu âyeti okuyordu… (Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, 1992:V/149). Mekkeli müşriklerin inat ve inkârlarını sürdürmeleri üzerine, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi bir ümitle Tâif’e gitti. Orada müşrikler Efendimizi kabûl etmediler, bilakis alay edip aralarındaki beyinsizlere ve kölelere onu taşlattılar. Onlar da, attıkları taşlarla Efendimiz (sav)’i yaraladılar ve ayakları kana boyandı. Sevgili Peygamberimiz, ayaklarının acısına dayanamayarak yere oturdukça kollarından tutup kaldırıyorlar, yürüdüğünde tekrar taşa tutuyorlar ve arkasından da gülüşüyorlardı. Bütün bu sıkıntılara katlanan Allâh Rasûlü, biraz dinlenip sükûnet bulduktan ve iki rekât namaz kıldıktan sonra, ellerini semâya kaldırdı ve yüce Allâh’a hâlini şöyle arzetti: “Ey Allâhım! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halk nazarında hakîr görülüşümü… Sana arz ve şikâyet ediyorum! Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sensin zayıfların Rabbi ve Sensin benim Rabbim! Beni kime bırakıyorsun? Senden uzak olan ve gördükçe suratını asan kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin düşmana mı bırakıyorsun?...” (İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 1937:II/29-30)

Allah Teâlâ’ya bu derece içten ve gönülden yalvarabilmek, şüphesiz O’nu en iyi tanıyan ve kudretini en iyi takdîr eden birisinin yapabileceği bir iştir. Bu kadar çileler çekmesine rağmen, yine de Allâh’a karşı bir kusûru olabileceği endîşesiyle gazabından korkmakta ve O’na sığınmaktadır. Daha da ilerisi, Dağlar Meleği’nin “İstersen iki dağı birbirine geçireyim de, bu kavmi helâk edeyim.” teklifini kabûl etmeyerek, Tâifliler için yine Rabbine yalvardı ve hidâyetleri için duâ etti (Çelik vd, 2003:215).

Âişe vâlidemizin şâhit olduğu şu hâl de, Efendimizin Allâh’a olan tāzim ve hürmetini göstermekle birlikte, biz ümmetine de nasıl yakarışta bulunacağımızı öğretmektedir: “Bir gece uyandığımda Allah Rasûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimâli geldi. El yordamıyla etrâfı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allâh Rasûlü’nün namaz kılmakta olduğunu anladım… Başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu: “Allâhım! Senin gazabından Senin rızâna sığınırım. İkābından affına sığınırım! Allâhım başka değil, Senden yine Sana sığınırım. Seni senâ etmekten âcizim. Sen zâtını nasıl senâ ettinse öylesin.” (Müslim, Salât, 222) 

Allâh Rasûlü’nün Rabbine karşı yakarması rahat ve sıkıntı anlarında, bolluk ve darlık vakitlerinde, hâsılı her zaman devâm ederdi. Hz. Ömer (ra) savaş ânındaki bir yakarışını şöyle anlatır: “Bedir günü Rasûlullâh (sav) müşriklere bir baktı, onlar bin kişiydiler. Ashâbı ise üç yüz on dokuz kişi idi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle yakarmaya başladı: ‘Ey Allâhım! Bana olan va’dini yerine getir. Allâhım! Bana zafer ver. Ey Allâhım! Eğer ehl-i İslâm’ın bu topluluğunu helâk edersen artık yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak!’ Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devâm etti ki, ridâsı omuzundan düştü. Bunu gören Ebûbekir (ra), yanına gelerek ridâsını aldı, omuzuna attı ve yaklaşıp: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allâh Teâlâ sana olan va’dini mutlaka yerine getirecektir.’ dedi. O sırada Azîz ve Celîl olan Allâh, şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu: ‘Hani, (Bedir’de) siz Rabbinizden imdat diliyordunuz da O: ‘Ben ard arda bin melekle sizi destekleyeceğim’ diye duânızı kabûl etmişti.’ Gerçekten Hakk Teâlâ hazretleri o gün meleklerle yardım etti.” (Müslim, Cihâd, 58; Buhârî, Megâzî, 4)

Allah’tan başka dayanak ve sığınak tanımayan ve her ihtiyacını O’na arzeden Fahr-i Cihân Efendimiz, yine Bedir seferinde ümmetini ihtiyaç içinde görünce, dayanamayıp şöyle yakarmıştı: “Allâhım bunlar aç, doyur! Allâhım bunlar bineksiz, binecekleri hayvanlar ver! Allâhım elbiseye ihtiyaçları var, onları giydir!” Allah ona Bedir’de fetih ve zafer müyesser kıldı. Döndükleri zaman ise her biri bir veya iki deve ile döndüler, elbiseler giydiler ve karınları doydu. (Ebû Dâvud, Cihâd, 145)

Ashâb-ı kirâm bir sıkıntıya ve dara düştüklerinde, Efendimize gelirler ve Allâh’a duâ etmesini isterlerdi. Hattâ müşrikler bile kıtlık anlarında ondan duâ ve yardım talep etmişlerdir. (Buhârî, Tefsîr (44), 2, 3) Efendimiz (sav) kuraklık olduğu bir zamanda yağmur duâsı yaparak Allah Teâlâ’ya şöyle niyâz etmiştir: “Ey Allâhım! Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allâhsın!. Ganî olan Sensin, bizler ise fakîr ve yoksullarız! Bize yağmurunu indir! İndirdiğini de bizim için kuvvet kıl ve belli bir zamâna kadar yetir!” dedi. Sonra da ellerini iyice kaldırıp duâya devâm etti. (Ebû Dâvud, İstiskâ, 2)

Rasûlullâh (sav)’in, ashâbına Allâh’a yakarmayı öğretmek için, onlarla beraber duâ ettiği de olurdu. Çünkü Allâh Teâlâ, duâsız bir kul istemediğini bildirerek: “(Habîbim! Müşriklere) de ki: “Eğer (Allah tarafından) size yapılan dâvet olmasa Rabbim siz(in cevâbınız)a aldırmazdı! Siz ise (Hakkı) yalanladınız. Bu durumda (azap size) yapışıp kalacaktır.” (Furkân 25/77) buyurmuştur. 

Uhud’dayken müşrikler hezîmete uğrayıp giderken Efendimiz: “Saf olunuz, Rabb’ime duâ ve senâda bulunayım!”buyurdu. Ashâb-ı kirâm Allâh Rasûlü’nün arkasında saf oldular. Peygamber Efendimiz şöyle duâ etti: “Allâhım! Bütün hamd ve senâlar Sana āittir! Allâhım! Senin açıp yaydığını dürecek yok, senin dürdüğünü de açıp yayacak yok! Senin saptırdığını doğrultacak yok, Senin doğrulttuğunu da saptıracak yok! Senin vermediğini verecek yok, Senin verdiğini de engelleyecek yok! Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak yok, Senin yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yok! Allâhım! Rahmet ve bereketini, fazl u keremini üzerimize saç! Allâhım! Sen’den aslâ değişmeyecek ve hiçbir zaman zâil olmayacak ebedî nîmetler isterim. Allâhım! Sen’den yoksulluk gününde nîmet, korkulu günde emniyet dilerim! Allâhım! Bize hem verdiklerinin hem de vermediklerinin şerrinden Sana sığınırım! Allâhım! Îmânı bize sevdir, gönüllerimizi onunla ziynetlendir! Bizi küfür, azgınlık ve isyandan nefret ettir! Din ve dünyâ için faydalı olan şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle! Allâhım! Bizi Müslüman olarak öldür, Müslüman olarak yaşat! Şeref ve haysiyetimizi yitirmeden, fitnelere mâruz kalmadan sâlihler zümresine ilhâk eyle! Allâhım! Senin Peygamberlerini yalanlayan, insanları Senin yolundan alıkoyan kâfirler gürûhunu kahreyle! Onların üzerine musîbetini ve azâbını indir. Allâhım! Kendilerine kitap verilen kâfirleri de kahreyle. Ey hak ve gerçek olan İlâh! Âmîn!” (Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, 1992:III/424; Hâkim, Müstedrek, 1990:I/686-687; III/26).

Kasım 2021, sayfa no: 24-25-26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak