Ara

Pîr-i Türkistan Hazret-i Hâce Ahmet Yesevi

Pîr-i Türkistan Hazret-i Hâce Ahmet Yesevi

“Yûnus Emre ve ardından gelenler, Ahmet Yesevî DNA’sının

Anadolu’da açmış tohumlarından ibârettir."

Kemal Erarslan

Yûnus Emre’nin kendi döneminden önceki istifâde ettiği isimler anılacak olduğunda ilk sırayı Ahmet Yesevî’ye vermek gerekecektir. Çünkü Yesevî’nin Türkistan'daki misyonu ne ise Yûnus Emre’nin de Anadolu’daki misyonu öyle olmuştur. Ayrıca ikisinin de din-tasavvuf görüşlerini sâde bir dille anlatan şiirler söylemiş olmaları yine müşterek noktalarıdır. Bu sebeple Ahmet Yesevî’yi Yûnus Emre’nin kendi döneminden önceki dönemdeki sufî çevresi içinde ele almak gerekir. Ahmet Yesevî kimdir? Yûnus Emre’nin onunla fikir ve şiir bağlamında nasıl bir münâsebet içerisinde olduğu söylenilebilir? Bütün bu soruların cevâbı için önce kısaca Ahmet Yesevî’nin biyografisine bakmak gerekiyor.

Pîr-i Türkistan

Ahmet Yesevî Batı Türkistan’daki Sayram kasabasında doğdu. Bāzı kaynaklarda ise bugünkü Kazakistan sınırları içinde bulunan Yesi (bugünkü adıyla Türkistan) şehrinde doğduğu kaydedilmektedir. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Yesevî’nin öğrenim hayatı Yesi’de başladı. Kuvvetli bir medrese tahsîli görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Önce Aslan Baba’dan manevî dersler aldı. Onun vefâtından sonra ise Buhara’ya giderek Şeyh Yûsuf el-Hemedânî’ye intisâb etti. Onun ardından mürşidlik görevini Hâce Abdullâh-ı Berakī, onun vefâtından sonra ise Şeyh Hasan-ı Endâkī üstlendi. 1160 yılında Hasan-ı Endâkī’nin de vefâtı üzerine Ahmed Yesevî irşad postuna oturdu. Ne var ki çok geçmeden irşad makāmını Şeyh Abdülhāliḳ-ı Gucdüvânî’ye bırakarak Yesi’ye döndü ve (562/1166) kadar burada Yesevîlik olarak bilinen ilk Türk tarîkatını kurarak irşad faaliyetini yürüttü.

Ahmed Yesevî’yi önemli kılan hikmet adını verdiği dînî-tasavvufî şiirlerle Türklerin bu konularda irşâdını sağladı. Bunu yaparken Türkçe’yi kullandı. Böylece Türkçe'nin tasavvuf ve din dili olması onun bu gayretiyle gerçekleşti. Yesevî’den sonra onun açtığı yolda pek çok tasavvufî halk ve tekke edebiyatı şâiri yetişti. Böylece dînî-tasavvufî şiirin bu sahadaki kurucusu oldu. Onun yaptığı önemli bir iş ise yetiştirdiği dervişleri Anadolu’ya göndererek bu bölgenin İslâmlaşmasına yaptığı katkıdır. Bir başka önemli etkisi ise Yesevîliğin Sünnî Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarîkatların kurulmasına zemin hazırlamasıdır. Moğol istilâsı sonrasında Moğolların önünden kaçan Harezm’deki Yesevîler; İran, Azerbaycan ve Anadolu’ya geçince Yesevîlik Anadolu’da kurulmaya başlanan tüm tarîkatların kaynağı hâline gelmiştir. Buna göre Ahîlik, Mevlevîlik, Bektâşîlik, Kādiriyye, Bayramîlik, Halvetîlik, Celvetiye, Nakşîlik; Yesevîlik kaynaklı tarîkatlarıdır.

Ahmet Yesevî, altmış üç yaşına geldiğinde ise Hz. Peygamber (sav) de bu yaşta vefât ettiği için “Altmış üçte sünnet dedi işitip bildim/Mustafâ'ya mâtem tutup girdim ben işte” deyip geleneğe uyma arzusuyla tekkesinin avlusunda bir çilehâne hazırlatarak 1166’daki vefâtına kadar burada ibâdet ve riyâzetle meşgul olmuştur. Vefât ettiğinde buraya defnedilmiş, kabrinin üzerine Timur tarafından türbe yaptırılmıştır. Şiirleri ise “Dîvân-ı Hikmet” adıyla sonradan bir araya getirilmiştir. Fakrnâme adlı başka bir eseri daha bulunmaktadır.

Yesevî ve Yûnus Emre

Şüphesiz ikisinin de yaşadıkları dönem ve coğrafya farklıdır. Ahmet Yesevî (1093-1166) Türkistan sahasında, Yûnus Emre ise (1240-1320) târihleri arasında Anadolu’da yaşamıştır. Yûnus Emre, Yesevî’nin vefâtından 74-75 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Bu farklılığa rağmen her ikisinin de tebliğ dili aynı olmuştur. Bu da şiir dilidir. Bir mutasavvıf olarak Ahmet Yesevî, “hikmet” adını verdiği manzūmeleriyle, Yûnus Emre ise halk arasında daha çok “ilâhî” adı verilen şiirleriyle inandıkları dîni tebliğ ve telkīn etmeye çalışmışlardır.

Bu iki ismin eserleri incelendiğinde şunu görürüz: İkisinin de yapmak istediği tasavvufî anlayış çerçevesinde bir din tebliğidir. Fakat bunu yaparken kendilerini dînin ahlâk esaslarıyla sınırlamamışlar, inanç, ibâdet ve muāmelatla ilgili konuları da ele almışlardır. Bu her şeyden önce anlamayı ve anlatmayı kolaylaştırmak için dîni her ne kadar dînî itikad, ibâdet, muamelat ve ahlâk olarak bölümlesek bile bu kavramlar bir bütünlük teşkîl etmektedir. Onlar da dîni bu bütüncül anlayışa göre tebliğ etmek istemişlerdir. Zîrâ her ikisi de “dört kapı kırk makam” yāni “şerîat, tarîkat, ma'rifet, hakīkat” anlayışına bağlıdır. Anlayış bu olunca da bütüncül bir anlatım ortaya çıkmıştır.. Onların bilgi birikimleri de bu tür bir anlatıma zâten müsâittir.

En müşterek tarafları ise Türkçe söylemeleridir. Yesevî “Huşlamaydur âlimler sizni aygan Türki’ni/Ariflerdin eşitseng açar köngil mülkini /Âyet hadis ma'nâsı Türki bolsa muvâfık /Ma'nasıga yetgenler yerge koyar börkini” yāni “Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe'yi/Âriflerden işitsen açar gönül ülkesini/Âyet hadis anlamı Türkçe olsa uygundur/Anlamına yetenler yere koyar börkünü” diyerek bu durumu kendisi de ifâde etmektedir.

Burada bu iki ismin şiiri aynı seviyede ve nitelikte kullanıp kullanmadıkları da bir soru olarak akla gelebilir. Yesevî ile Yûnus’un şiir söylemedeki gāyeleri, sanat unsurları birbirinin aynısı olmakla birlikte aralarında kısmî bāzı farklılıklar olduğu da bir gerçektir. Köprülü’ye göre “Ahmet Yesevî'nin şiirleri yüksek sanat seviyesinden uzak, ancak öğretici içeriklidir. Bu manzūmeler tesirlerini şâirinin inanış ve söyleyişindeki samîmîliğinden almıştır. Bu sebeple içerisinde saf, samîmî ve derûnî bir lirizm ile harmanlanmış manzūmeler de vardır. Şiirlerinde, tasavvufî şiirlerde görülen cezbe ânında söylenmiş ifâdeler görülmez.” Yûnus Emre ise Timurtaş’ın ifâdesiyle Ahmet Yesevî’nin Türkçe şiir söyleme geleneğini en yüksek seviyeye çıkarmıştır. Yûnus’un sanat gücü daha yüksektir. İç derinlik daha yoğundur.

Fakat bu durum iki şâirin şiiri din dili olarak kullandıkları gerçeğini değiştirmez. Zîrâ her ikisi de bu dil ve söyleyişe āit farklıklarına rağmen muhtevâ olarak aynı konuları işlemişlerdir. Her iki mutasavvıfın manzūmelerinde de İslâmî/tasavvufî bir duyuş, duruş ve düşünüş hâkim olup her ikisi de Orta Asya, sonra bozkır Türkleri, nihâyet Batı Türkleri, Anadolu ve Rumeli’nin İslâm’a girmesinde önemli rol üstlenmiş sûfîlerdir.

Yûnus’un Yesevî’ye Bir Naziresi

Yûnus Emre, Dîvân'ında isim olarak Yesevî’den bahsetmez. Fakat şiir dili olarak onun gibi Türkçe’yi kullanması, müşterek konuları işlemesi, muhâtap kitlesinin göçebe Türkmenler olması iki isim arasındaki hem etkiyi hem de buna bağlı olarak müşterekliği gösterir. Bu durumda Yûnus’u sanat gücü olarak daha ileri noktada görsek bile Yesevî yolunda bir isim olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Nitekim Yûnus Emre’nin onun “Aşkın kıldı şeydâ mini/ Cümle âlem bildi mini/ Kaygum sinsin tüni küni/ Minge sin ok kireksin” şeklinde başlayan şiirine; “Aşkın aldı benden beni/Bana Seni gerek Seni/Ben yanarım dün ü günü/Bana Seni gerek Seni” şeklinde başlayan şiiri iki şâirin söyleyiş olarak benzerliğini ortaya koyan önemli bir örnektir. Benzerlik sâdece bu şiirle de sınırlı değildir. Meselâ Yesevî’nin “Ne hoş tatlı Hakk yâdı/Seher vakti bolganda/Baldan tatlı Hû adı/Seher vakti bolganda” şiiri Yûnus’ta “İşit sözümü ey gâfil/Tanla seher vaktinde dur/Eyle buyurmuş ol kâmil/Tanla seher vaktinde dur” şeklinde karşılık bulmuştur.

Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Yûnus Emre, düşünce ve duyguda Mevlânâ ve İbn Arabî izleri taşısa bile ifâde ve üslûpta Ahmed Yesevî yolunda bir şâir olarak görülmektedir. Ahmet Yesevî’nin hikmetleri gibi Yûnus Emre’nin ilâhileri de hece vezninde, Türkçe sâde bir söyleyiş ve sehl-i mümteni özelliğindedir.. Ancak tekrar belirtmek gerekirse lirizm bakımından Yûnus Emre’nin şiirleri daha güçlüdür. Bir başka müşterek noktaları ise ikisinin de sanat endîşesi taşımadan şiir söylemeleridir. Her ikisi de manevî ilhâma bağlı olarak şiirler söylemişlerdir. Bütün bunlardan dolayı gerek Yûnus Emre’yi gerekse onun tākipçilerini Yesevî yolunda isimler olarak görmek yanlış olmayacaktır. Ayrılan yönleri ise sanat tutumlarının dışında Yesevî’nin bir tarîkat kurucusu olmasına rağmen Yûnus Emre’nin böyle bir yol izlememesidir.

Kaynakça

BİCE, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Ankara 2016

CUMBUR, Müjgan, Anadolu’nun Bütünleşmesinde Ahmet Yesevî’nin Yeri, Ankara 1977

GÜZEL, Abdurrahman, Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş Veli, Yûnus Emre ve Kaygusuz Abdal’da Dört Kapı, Kırk Makam, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Dergisi, s. 41 Ankara 2007

KÖPRÜLÜ, M. Fuat, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara 1966

TİMURTAŞ, F. Kadri, Yûnus Emre Divanı, İstanbul 1975

YILMAZ, Ömer, Yûnus Emre’nin Tasavvuf Anlayışında Ahmet Yesevî’nin Etkisi, Yûnus Emre Bildiriler ve Metinler, Eskişehir 2014

 Ekim 2022, sayfa no: 41-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak