Ara

Peygamberlere ve Evliyâlara Olan İhtiyâcımız

Peygamberlere ve Evliyâlara Olan İhtiyâcımız

Erham-ür-Râhimîn olan Rabbimiz indindeki en rızā celbedici hal, Allâh’ın peygamberleri ve velîlerinin feyizlerine gönlümüzü açmaktır!

Tâkipçiliğin gerçekleşmesi ancak Hz. Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’ı seven âşıkların zincirine katılmakla mümkün olur. Hidâyet nûru, Allâh’ın bize gönderdiği yüce peygamberlerin ve evliyâların ayak izini tâkip ederek alınır. 

Aydınlanmak isteyenler Allâh’ın sevdiklerini sevmeli ve onların muhteşem kulluklarının irfan boyutundan istifâde etmelidirler.

Bu yolda ilerlemek istiyorsak, Efendimiz’i sevenlerin ve bir silsile hâlinde onları sevenleri sevenlerin rûhânî halkasına dâhil olmalıyız.

Hz. Peygamber’in (sav) gerçek bir tâkipçisi olabilmemiz, O’nun yolundan ve izinden gidebilmemiz için bir Allah dostunun himmeti, irfânı ve yol göstericiliğine ihtiyâcımız olacaktır. Daha kesin olarak ifâde edersek, bize bu tâkipçiliğin canlı bir örneğini sunabilecek, günümüzden Ashâb-ı Kiram Hazerâtı’na kadar uzanan Peygamber âşıklarının rûhânî halkasına dâhil olmuş, onların kulu ve kölesi olmuş bir zâtın önderliğine ihtiyâcımız olacaktır.

Önemli bir nokta şudur: Aşkı âşıklardan öğreniriz, kulluğu kul olmuşlardan, köleliği kölelerden ve îmânı da kâmil mü’minlerden öğrenebiliriz. İlmini, velîlere vâris olabilmişlerden alanlardan gerçek mânâda bir şeyler öğrenebiliriz ki onların ilim tahsîl ettiği velîler tâ Ashâb-ı Kirâm’a kadar uzanan bir silsileden ilim almışlardır, Ashâb da ilmini Efendimiz’den almıştır. Merhamet, ancak âlemlere Rahmet Olan’dan merhamet tahsîl etmiş birisinden gerçek mânâda öğrenilebilir. Ancak Allâh’ın dünyâdaki hilâfetine kâmilen vâris olmuş birisinden, sadra şifâ olacak, kalıcı bir şeyler öğrenebiliriz. Allâh’ın dünyâdaki mükemmel aynası hâline gelmişlerden öğrenebiliriz.

Hz. Mevlânâ, “Kalple hem-ayâr olan birisiyle sohbette bulun; yolda ilerlemiş olandan yolda ilerlemişlik nasıl olur öğren,” “Senin görüşün kısıtlı. Bu dünyâda görüşü tam olan birini ara” buyurmaktadır.

Özellikle, Hz. Mevlânâ’nın öğretilerinin bir kısmı, âşıklarını Allah dostlarını sıkı sıkıya tâkip etmek için teşvîk etmekten ibârettir. Bir insanın mânevî eğitime dâhil olabilmesi için bir yol üstâdına, bir gönül erinin teftiş ve nezâretine mutlak mânâda muhtaç olduğunu sıkça vurgular. Samîmî bir tâlip olmanın ve peygamberleri ve velîleri tâkip etmenin önemine sıkça atıfta bulunur.

“Rabbine dön, sen O’ndan, O senden râzı olarak. Kullarımın arasına gir ve Cennetime gir.” (Fecr, 29-30) âyetlerini şöyle tefsîr eder: “Allah herkese hitâb etmez, tıpkı pâdişahların her örücüyle muhâtap olmaması gibi. Nâzırlar ve temsilciler tâyin eder ki insanlar kendilerine yol bulabilsin. Aynen öyle belli kullarını ihtiyâr etmiştir ki herkes arayıp bulsun. Bütün peygamberler bunun için gelmiştir. Tek yol onlardır.”

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri bu hususta şöyle ifâde buyuruyor: “Bilen, ancak bir kâmil mürşide hizmetle bilir hâle gelir. Böyle bir kimse O’nun nûruyla nurlanır ve hakîkat yolunu bulur, vahdet ve tevhîd bulur, şâyet Allah dilerse.” Şöyle devâm eder, “Sırât-ı Müstakîm bir kıldan ince kılıçtan keskindir. Allâh’ın özel muhâfazası altında olanlar hâriç kimse ona temessük edemez.” Şöyle bitirir bahsi: “(Böyle insanların) nurlarına ve esrârına varmak istiyorsan, onların ayak izinden git.” 

Nûrânî misallerden ibret almak; onların ubûdiyet makāmının nûrunun, kusursuz rûhunun nûrunun tesiri altında kalarak olgunlaşmak demektir.

İnsanların, mânevî olgunluğa erebilmek, mânevî hastalıklarını tedâvi edebilmek, Kur’ân’ın âyetlerini anlayabilmek, kendi korkularını ve imtihanlarını aşabilmek ve günlük bilgilerini hakîki ilme dönüştürebilmek için, velîlerdeki güzel ahlâk numûnelerine ihtiyâcı vardır. Onlar hakîkatin aynalarıdır. Velîlerin himmet ve ilhâmına mazhar olmadan, şuursuzluk ve gaflet uykusundan uyanamayız. Kitaplardan okumak, din âlimlerinden ders almak yetmez. Görebilmek ve hayâtın gerçek anlamını fehmedebilmek için bize onların nurlu nazarları lâzım. Resmî, târihî, eğitici bilgilerin üstüne onların irşad nûru gerek. İrşad nûru olmadan Kur’ân âyâtı gönlümüze inzâl olmaz.

Ancak ve ancak onların nezâreti, beslemesi, şifâyâb kuvve-i kudsiyeleri, kulluklarının çarpıcı tabiiliği ve irşad nurları ile mânevî hastalıklarımız devâ bulabilir. Diğer bir deyişle, bize kendi aslımızı, özümüzü bildirecek bir velî bulup ona “belî” demeliyiz, yāni, bize aslımızı buldurmak yoluyla Allâh’ı bildirip, bulduracak bir velî. Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübârekleri ile; “Senin efendin, sana Gerçek Efendi’ni bulduracaktır!”

Yeni doğmuş bir bebek, yiyip içebilmek, konuşabilmek, yürüyebilmek için tamâmen anne ve babasına bağımlıdır.

Üniversiteye giden bir öğrencinin, bir öğretmene, bir profesöre ihtiyâcı vardır. İnsan, insan olabilmek için nasıl olur da kendi kendine mânevî, duygusal, zihnî ve ahlâkî olgunluğa ulaşabileceğini düşünebilir?

İnsanlar bu dünyâya, aşağının aşağısına indirildiler. İnsan düşmüştür, hamdır, kusurludur. Nice eksikliği, bozukluğu, yetersizliği, hastalığı ve çarpıklığı vardır. Onu aşağıların aşağısında tutan hayvânî vasıflarla muttasıf ve şehvânî duygularla mâlüldür. Bu yüzden onu hayvânî-şehvânî tabiatından temizleyip insan kılacak bir rehber, yol gösterici ihtiyâcı vardır.

Bu dünyâ hayâtını yaşayan insanlar mânevî olarak kör, sağır ve dilsiz durumdalar. Kim kendini şuursuzluk körlüğünden ve gaflet uykusundan uyandırabilir? Elmadaki kurt gibi insan; ne elmayı görüyor ne ağacı… Hakîkat beş duyu ve altı cihetin dışında yatmaktadır. Kim ve ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi ve bu dünyâ hayâtının ne mânâ ifâde ettiğini ancak bir velînin yardımlarıyla anlar hâle gelebiliriz.

Peygamberlerin, Allah dostlarının, evliyâların yaşadıklarından ve öğütlerinden etkilenmez hâle geldik. Bu nedenle onlardan hidâyet bulma, ibret alma, tâkip etme niyetimiz söndü. Nûrânî misâllerden, yaşayan örneklerden, evliyâlardan, âriflerden, mânâ erlerinden, dostlardan, sıddîklardan istifâde edemiyoruz. Ümmet-i Muhammed'in, hidâyet yolunun yaşayan rehberlerinden ayrı düşmesinin nedeni; tâbî olmayı bilmemesidir. İbâdetimizin düşük performanslı, mekanik, anlamsız olmasının sebebi; Peygamberlerden, evliyâlardan ibret almamaktır, onlardan örnek almamaktır!

Günlük tüketilen sahte câzibelerden, dünyâ bağlarından âzâd olmalı ve Allâh’ın peygamberleri ve velîlerinin feyizlerine gönlümüzü açmalıyız. Allah âşıklarının aşkı tarafından cezbolunmalı, o aşka sarılmalı ve sonra onlara tâbi olmalıyız.

Hz. Âdem ile Hz. İbrâhîm'in nurlu örneklerinden kendimize pay çıkarmalıyız. Onların aydınlattığı yolda peşlerinden gitmeliyiz. Onların rolünü oynayalım, yürüdükleri yerlerden yürüdükleri gibi yürüyelim, mücâdele ettikleri gibi mücâdele edelim, duā ettikleri hallerde duā edelim. Efendimiz’e kadar giden elleri tutalım, çünkü “El ele, el Hakk’a” denmiştir.

Peygamberler, selâm üzerlerine olsun, onlara verilmiş olan imtihanlara gösterdikleri sabırla bizlere muazzam bir örnektir. Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalardan ibret almaya çalışmalıyız. Sabrın, şükrün ve kullukta teslîmiyetin en yüce örneklerinden biri Hz. Eyyûp’dur. Hz. Hatice’nin aşk-ı Muhammedî’sinden, Hz. Hamza’nın cesâretinden tevârüs etmeye calışmalıyız. Hz. İbrâhîm’in teslîmiyetinden bir nebze mîrâs etmeliyiz ki, ateşler gül bahçesine dönsün. Hz. Yûsuf’un imtihanlarına sabrından, zindanlar medreseye dönsün.

Peygamberler bizlere tevhîd nûrunu nasıl yaşayacağımızı gösterirler. Ubûdiyet makāmının mertebesini gösterirler. Kulluğun ve teslîmiyetin nişânesi olan Peygamberler, duālarında ağır imtihanlara rağmen şükrü, tövbe yakarışlarını ve Allâh’a sığınmalarını eksik etmediler. 

Allâh’ın Halîl'i olan İbrâhîm aleyhisselâm Rabbine: “(Kulların) diriltilecekleri gün beni mahcup etme!” (Eş-Şuara, 87.) niyâzında bulunmuştur.

Hazreti Yûsuf aleyhisselâm: “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana rüyâların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyâda ve âhirette sen benim velîmsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yûsuf, 101.) niyâzıyla Cenâb-ı Hakk'a ilticâ hâlinde olmuştur.

Hz. Mûsâ aleyhisselâm’ın duāsı: “Dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.’”

Hz. Nûh aleyhisselâm’ın duāsı: “Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrâna uğrayanlardan olurum." (Hûd, 47.) 

Hz. Eyyûb aleyhisselâm hayâtı boyunca çektiği ağır çileden sonra duāsında şöyle niyâz etmiştir: “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyâz etmişti.” (Enbiyâ, 83.)

Hz. Âdem aleyhisselâm’ın duāsı: “Rabbimiz! (Biz) kendimize zulmettik, artık bizi mağfiret etmez ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrâna ağrayanlardan oluruz.” (A’raf, 23.)

Âdem aleyhisselâm varlık çölündeki bereketli kulluğun parlaklığını gösterir. İnsanın bütün yaratılış sırrı Hazret-i Âdem’de gizlidir. Rabbimizin sûretinde yaratılmış ilk insan bize insan olarak kendi potansiyelimizi nasıl kullanacağımızı göstermektedir. İnsanlığın bu dünyâ yaşamında tattığı deneyimlerin hepsini Hazret-i Âdem’le ilişkilendirebiliriz. Böylece bütün insanlar Hazret-i Âdem’in yaşamını araştırarak kendi varlıklarını okuyabilirler.

Âdem (as)’ın cennetten düşüşünün hikmeti şudur ki; o, dünyâdaki cenneti bulmak, dünyâyı cennet kılmak için cennetten çıkarılmıştır. Hz. Âdem’in düşüşü, onun kendini tanımaya başlaması demektir. Cennetten çıkıp da dünyâya inmek, yokluktan ilâhî idrak ve nefsine ârif olarak ufuklarının yükselmesine gidiş demektir.

Âdem aleyhisselâm’ı tâkip etmek şarttır, çünkü onun yolu iyileşme yoludur, onun yolu şifâ yoludur. Onun gibi varlık çölünde kızgın kumlarda, kalbinde aşk ve arayış ateşiyle, gözlerinde sel gibi akan yaşlar ile yalın ayak yürütür.

Ahmed Samânî şöyle buyurmaktadır: “Ey Âdem, cennetten çık ve dünyâya gel. Tâcını, kuşağını ve takkeni aşk yolunda kaybet! Acı ve ıstırâba katlan. Yarın seni yüzbin kat letâfet cübbesiyle, her tür izzetle, şehâdetin şâhı olarak, yüzbin şu kadar peygamberin huzûrunda, sâfiyetin sâhibi ve seçilmişliğin kaynağı olarak bu kıymetli vatana ve bu bekā iklîmine döndüreceğiz.”

İnsan kemâlinin prototipi olan Hz. Âdem’in çocukları olduğumuzu görebilmeliyiz. O, insanlığın babasıdır ve bize, birer insan olarak kendi potansiyelimizin tamâmını kullanarak nasıl yaşayabileceğimizi göstermektedir. Hz. Mevlânâ’nın sözleriyle: “Hepimiz Âdem’in meclisindeniz, o zaman hep berâber Âdem’e dönelim!”

Canlı bir örnekten buram buram tüten hakîkî kulluğun tadını almadan, canlı bir örnekten tüten kurbiyet kokularını hissetmeden, canlı bir örnekten çağlayan irfan pınarlarından içmeden, Allâh’ın nûruyla parlayan bir cemâl görmeden ve insan kemâli neymiş canlı bir insanda görmeden dînin derûnî hazînelerini aramak için ilhâma erişemez, gafletimizden uyanamaz, ayrıca kendimizde ilâhî güzelliği aramak iştiyâkını bulamayız.

Âşıkların yiyeceğini paylaşmadan, onlarla cennet sofrasına oturmadan, âşıklarla herc ü merc olup îmânın tadını almadan, ashab gibi yaşayan ihvanlara karışıp âhiretin güzel kokusunu almadan, onlarla hayreti, hayranlığı, şefkati, muhabbeti, kulların sertâcı olan Efendimiz aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ve O’nun âşıklarının dökülen gözyaşlarını paylaşmadan, hoşnutluk ve rızā hâline eremez, ebedî güven ve özgürlüğün saâdetini bulamayız.

Ağustos 2025, sayfa no: 28-29-30-31

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak